Dilimizi Unutuyoruz

“Gençler anlasın.” denilip; dînî sahadaki hutbe, vaaz vb. irşad hitaplarında dahî; uydurukça, köksüz ve yabancı menşeli kelimeler tercih ve terviç edilerek, muhteşem bir lisan kasten fakirleştirildi. Hâlbuki, her kelime kullanıldıkça millete mâl olur. Kullanmadıkça dilimiz ölüyor ve biz sadece izliyoruz...

Bu sebeple her müslümanın ısrarla Kur’ân kültüründen gelen kelimeleri kullanması zarûrîdir. Kur’ân kültüründen gelen her kelimeyi baş tâcı etmeliyiz. Aksi takdirde bu, bizim için bir kıyâmet hesabıdır.

Bu tahripler yüzünden, günümüzde gençlik; o zengin lisânın en basit kelimelerini dahî bilmez hâle geldi. Zaten maksat bu idi. Kütüphaneler dolusu milyonlarca kitaptan meydana gelen muazzam medeniyetimiz ile yeni neslin irtibatını koparmak idi. O eserleri depolarda çürütmek ve okunmaz hâle getirmek idi. Bu tahribin başına Agop adlı bir Ermeni’nin vazifelendirilmiş olması da mânidardır.

Maalesef bugün gayret etmeyen kişiler için o muhteşem Osmanlıca lisânı, âdeta yabancı bir dil hâline geldi.

UYDURUKÇA KÖKSÜZ VE YABANCI MENŞELİ KELİMELERE DİKKAT!

Hâlbuki unutmamak îcâb eder ki;

Her lisânın zengin ve üst seviyedeki kelime dünyası, ancak hususî gayretlerle tahsil edilir. Lâkin günümüzde lisan bahsinde cehâletten kimse mahcup olmaz hâle geldi. Bilâkis, bu Kur’ân menşeli kelimelerimizi kullanmak bir hata ve kusurmuş gibi telâkki edilir oldu.

“Gençler anlasın.” denilip; dînî sahadaki hutbe, vaaz vb. irşad hitaplarında dahî; uydurukça, köksüz ve yabancı menşeli kelimeler tercih ve terviç edilerek, muhteşem bir lisan kasten fakirleştirildi. Hâlbuki, her kelime kullanıldıkça millete mâl olur. Okuyanlar, dinleyenler o kelimeyi lügat tarifini verecek derecede bilmeseler de akışından tadarlar, anlarlar ve tanırlar.

İslâm ve onun kitabı olan Kur’ân; kültürümüzün temeli olduğu için, bu kelimeleri sadece Türkler değil, İslâm ile şereflenen bütün milletler dillerine kattılar. Bu vesileyle, ümmet-i Muhammed’in bütün fertleri bir araya geldiklerinde bu ortak kelimeler sayesinde daha kolay anlaşırlar. Bugün Arapça hâricinde, Türkçe, Urduca, Farsça… lisanlarıyla konuşan yüz milyonların hepsi, Kur’ân’da defalarca geçen «hayat» kelimesini tanır ve anlar. Fakat hayat kelimesi, köksüz «yaşam» kelimesiyle değiştirilir, «hayat» unutturulursa, Kur’ân ile bağ koparıldığı gibi, müslüman milletler arasındaki halattan da bir lif koparılmış olur.

Benzer bir durum Lâtin ve Yunan medeniyetine dayanan batı lisanları için de geçerlidir. Bir garp lisânından; bu medeniyetlerden aldığı kelimeler çıkarılacak olsa, geriye fakir bir kabîle lisânı kalır. Onlar tarihî bağları olan bu lisanlardan aldıkları kelimelerden rahatsızlık duymamakta, bilâkis lisanlarının genişliğiyle iftihar etmektedirler.

Dinden uzaklaştırmaya matuf olarak yapılan bu tahribat ile maalesef dilimizin incelik, zarâfet ve ihtişamı da yerle bir edilmiş oldu. Kültürümüze karşı çok büyük bir cinayet işlendi.

Buna kimsenin hakkı yoktu.

ROMA İMPARATORU SEZAR'IN UYDURMA KELİMESİ

Nakledildiğine göre Roma İmparatoru Sezar bir konuşmasında uydurma bir kelime kullanır ve bunu birkaç kez tekrarlar. Âyandan biri hükümdarın sözünü keserek memleket diline hürmet etmesini rica eder.

Bir diğeri Sezar’ı müdafaa için ona şöyle der:

“–Bahis mevzu ettiğin kelime, tutalım ki memleket dilinden değildir. Fakat mademki, Roma İmparatoru’nun ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur.”

Lisânı müdafaa eden şahıs, buna şu cevabı verir:

“–Sezar! Sen dilediğin insanlara Roma vatandaşlığı sıfatı verir, mevki ve rütbe ihsan edersin. Fakat memleket dilinden olmayan (uydurma) bir kelimeye Romalı olma hakkını veremezsin.”

Hulâsa, aslî kültürümüzü muhafaza için, aslî lisânımıza sahip çıkmalıyız.

Diğer taraftan lisan, dînimizin emirleri bakımından da çok mühimdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ekim Sayı: 152

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.