Dikkat Et!

Tüm zorluklara nispet, yoldaşın ise himmet, şükret de eksilmesin, en çok buna dikkat et! Yaşamak zor zanaat, en güzeli kanaat, velidense kol kanat, durma, durma devam et!

Tüm zorluklara nispet, yoldaşın ise himmet,

Şükret de eksilmesin, en çok buna dikkat et!

Bak, sen hiçbir şey olmuyor zannederken, içine kocaman bir coşku, damarlarına muazzam bir mücâdele kuvveti ve kalbine sağlam bir îman yerleşivermiş. Bunca zenginlik nasıl oldu, nereden geldi, hiç düşündün mü? Üstelik bak, sâdece gönlün değil, görüntün de güzelleşmiş. Duruşuna eklenen vakârın, görüşüne eklenen ufuk açıklığının, diline lûtfedilen akıcılığın nereden kaynaklandığını hiç kendine sordun mu?

Dikkat et!

Bütün bunlar, seni yılmadan işleyip duran bir ustanın, her hâline rağmen tükenmez bir umutla yüzüne bakan bir şefkat kahramanının, tüm bilmezliğine rağmen bilirmiş gibi yaptığın zamanlarda, tahammülle hoş gören bir sabır taşının, kahrını çeken, yükünü kaldırmaktan bıkmamış bir emektârın hüneri değil mi?

Dikkat et!

Seni farklı hâle getiren sâik, istikbâlini tasa eden, üstelik bir sen de değil, sen gibi niceleri için hiç ücret beklemeden devamlı sûrette emek veren, yaraların iyileşsin, tozların dökülsün, kalbin ve bedenin cennete lâyık hâle gelsin diye, hayret uyandıran bir gayretle çabalayan Üstâd’ın duâsı değil mi?

Dikkat et!

Hani, senden öncesi ne de boşmuş, seninle olması ne de hoşmuş, dediğin, belki de bugüne kadar, sevgili olduğunu hissettiğin herkesi de aslında onun hürmetine sevmiş olduğunu fark ettiğin menbağ, rahmet ve muhabbet kaynağının şifâ saçan suyu değil mi? Gönül âlemini virâneden saraya dönüştürmek, temelini kavî, yapını dayanıklı ve varlığını zarif kılmak için ter akıtan o muhabbet fedâisine yâr ol! Dediğini yapmaktan, ardınca gitmekten, sadece kavuşmaktan değil, hasretiyle yanmaktan bile hayır gördüğün o cevhere zarar gelmesin, dikkat et!

Mâdem ki nasibin, vefâlı bir emektâr, dosdoğru bir üstâd ve pek şifâlı bir pınardır, şunu her dem hatırında tut: Artık senin mes’ûliyetin, eriştiğin nimetten mahrum kalmışların mesuliyetinden illâ ki fazladır.

O halde, oturduğun yerden ezbere söylenerek ve sorumluluğu kendinden uzaklara atarak rahatlamaya kalkma. Sen, sana lûtfedilmiş olan bunca nimet sebebiyle, herkesten daha fazla sorumlusun, unutma. Çözümü kendi dışında arayan, suçu kendi dışında sanan, mes’ûliyeti onun bunun omzuna yükleyip yerinde sayan bir gâfil olma! İyi bil ki devlet de sensin, İslâm da! Nebat da sana sorulacak, hayvan da! Yetimin de fakirin de hâmîsı sensin. Hatta, sen dönersen döner, sen durursan durur şu koca Dünya!

KUDÜS’TE VAZİYET NİCEDİR?

Üstelik, kendi nefsinin hesabı da tebliğ etmeyerek hakîkati duyup öğrenmekten mahrum bıraktıklarının hesabı da belki sana sorulacak! Öyleyse oturma! Kalk bre! Kalk! Kalk da git! Git de gör Kudüs’te vaziyet nicedir! Git de gör Kâbe’de rüzgâr nasıl esmededir! Git de hisset, Ravza’da dertler nasıl devâya dönmededir! Kımıldan! Hareketlen! Yürü, bak, gör de gözün ve gönlün, kimi zaman sevinerek, kimi zaman sancılı bir keder hissederek açılsın! Sevinelim, diyelim ki oh çok şükür, elde bir! Hem bilir misin, sana o “Birlik” dersini tâlim ettiren mâhir, kendisi için sadaka olmana pek lâyık bir güzeldir!

Biliyor olmalısın ki çok sağlam bir kıyam gerekiyor. Bunun için kuvvetlice, beraberce ve mü’mince duygulanmaya ihtiyaç var. Durum böyleyken, şımarıklığı, azgınlığı ve zâlimliği tavan yapmış kefereye öfkelenmiyorsan, kuvvetle muhtemel, işlediğin yanlışlar sebebiyle ya îmânında ya beyin sağlığında ya da duyarlılığında bir problem ortaya çıkmış demektir. Hiç durma, hekîmine görün; fakat doktor diye sakın, kalbi hasta, akâidi bozuk, ameli çürük birinin ardına takılma!

Nasıl mı anlayacaksın? Zor değil! Evvelâ dikkatle bak! Küfrün dostu ve kuklası olmuşlardan uzakta; küfrün düşmanı olmuş kimseye de yakın dur. Allah için bir hayra çağrıldığı her vakit, mâzeret üretip de sıvışandan uzakta; lillâh engel aşarak, gelenlere yakın dur.

Yok yok! Sakın makam mevkî peşinde koşturan, iki kuruş için tâviz verip farz küstüren, ille de bir şey olmak derdiyle, kendini, değmeyecek nicesinin önünde elpençe divan gezdiren zayıflardan olma. İyisi mi sen, her şeyden vazgeç ve boncuk ol da deki:

-Ey İmâme! Yandık, daha dayanacak güç kalmadı! Dedin, söyledin ya kefere kelâmdan anlamadı. Artık zulmü konuşma, zûlmü sustur isteriz! Sen yürü! Biz ardında boncuk boncuk neferiz! Hem arzın hem semânın beklediği seferiz!

Gerçi, sen böyle deyince, Îmâme de sorar tabii:

-Vuslat için uyanık bir ümmet, samimi ve yakıcı bir hasret lâzım, hazır mısınız?

İşte o vakit, sağa sola bakınma, vesveseyle dem kaçırma, inançla ve aşkla de ki:

-Hazırız! Uykumuzu almışız. Gözlerimiz açılmış, bedenlerimiz dinlenmiş, aşkımız bileylenmiş. Hasretimiz harlanıp kuvvetle alevlenmiş, hazırız! Bundan gayrı bizden sefer! Hak’tan zafer!

Bazen hazzetmesen de hazmetmen gerekir, derler. Bu durumda bir bilene danış. O bilge sana, hazzetmediğin için hazmedemediğin şeyin zararlı olduğunu söylüyorsa, uğraşma, kus gitsin! Hazzedemediğin için hazmedemediğin şeyin faydalı olduğunu söylüyorsa, tadı kötü de olsa, dilini dudağını, mideni dalağını da yaksa sabret; fakat bilge diye bellediğin kimse, bilgiçlik taslayan cühelâ takımından olmasın, dikkat et!

Ne kadar çok zanna gebeysen, o kadar çok önyargı ve yanılgı doğurursun. Bu çoğunlukla, zannı bilgi, mesnetsiz suçlamayı da mârifet sayan kötü anlayışın neticesidir. Hâlini dostuna arz et. Elbette sen, onca sancı çekip de doğura doğura yanılgı doğurmuş olmayı istemezsin. Bu gerçeği görmene yardımcı oluyorsa, dostun gerçek dosttur, sarıl! Yok böyle yapmıyor da şişkinliğine şişkinlik, vesvesene vesvese, gafletine gaflet ekleyip duruyorsa, dost sandığın sahte baldır, dikkat et!

"ŞİMDİ AYNAYA BAK"

Boş konuştuğunda müşterin, hakkı söylediğinde müfterin çoğalır. Çünkü boş söz hafiftir, ağırlık yapmaz. Hak ise ağırdır, her omuz tartmaz. Şimdi aynaya bak: Eğer ayna sana, müşteri derdine düştüğün için hakkı ve hakîkati bir kenara bıraktığını, böyle yapmakla, her gelene şirin görünmeye kalkıştığı için nûru gitmiş bir esnafı andırdığını söylüyorsa, hemen tevbe et; lâkin ayna sandığın kişinin kendisi, bizzat bir müfteri olmasın, dikkat et!

Gerçi, yaşıyorsan, her an risk altındasın. Su içerken, yemek yerken, yürürken, otururken, seyahat ederken… Düşünsene, altın mağma, üstün göktaşı! Hani korkudan uçağa binmek istemiyorsun ya, Dünya’nın kendisi zaten boşlukta dönüp duran bir uzay aracı değil mi? Korkuları abartıp da hayatı kendine ve civârındakilere zehir etme. Tedbirsiz kalıp, olmadık yerde kazâya da kurban gitme. Sendelersen dengele. Dengelersen gevşeme.

Tüm zorluklara nispet, yoldaşın ise himmet, şükret de eksilmesin, en çok buna dikkat et! Yaşamak zor zanaat, en güzeli kanaat, velidense kol kanat, durma, durma devam et!

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 383

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.