Dava Adamı, Vakıf İnsan Abdullah Tivnikli

Hayırseverliğiyle biline işadamı Abdullah Tivnikli kanser tedavisi gördüğü hastanede 6 Kasım günü vefat etti. Türkiye’de yaptığı işlerle önemli roller üstlenen, kazandıklarıyla cami, okul ve yurtlar yaptıran Abdullah Tivnikli’yi İstanbul Müftüsü Prof. Hasan Kamil Yılmaz anlattı.

Abdullah Tivnikli Bey’i ağabeyi Fahreddin Tivnikli vasıtasıyla yetmişli yılların sonunda tanıdım. Değerli bir ailenin çocukları idiler. Babaları Sıddik Bey, Erzurum’da ticaretle meşgul ve o zamanlar Milli Selamet Partisi’nin İl Başkanlığı’nı yapan sevilen bir işadamıydı. Dedeleri Faruk Efendi ise bir hocaefendi idi. Anne tarafından Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi Hazretlerinin torunu bir aileye mensuptular. Hem babası hem annesi salih ve saliha insanlardı.

ANNESİ CENNET-ÜL BAKİ’DE

Babaları Sıddik Bey -Allah rahmet etsin- 1984’de 57 yaşında bir trafik kazasında vefat etti. Anneleri Cahide Hanım ise ağzı dualı bir hanımefendiydi. Cennet-ül Baki’de defnolunmayı çok arzu ederdi. Her yıl Ramazan ayında Medine’ye gider ve orada kalmak arzusuyla yanıp tutuşurdu. En son 2011 yılı Ramazanı’nda “Bu sene de nasip olmayacak” diye dönüş için hazırlandığı sırada abdest alırken vefat etti. Medine-i Münevvere’de kalmak nasip oldu. Cennet-ül Baki mezarlığında, Resullullah Efendimizin şehrine defnedildi ve orada kaldı.

MİLLİ MÜCADELE BİRLİĞİ İÇİNDE YER ALDILAR

Fahreddin ve Abdullah Beyler, çocukluk çağından itibaren aile çevresinde dini bir eğitimle yetiştiklerinden İstanbul’a geldiklerinde dindar kimlikleri öne çıkıyordu. Gençlik dönemlerinde her iki kardeş Milli Mücadele Birliği hareketi içerisinde yer almışlardı. İstanbul’a gelince Üsküdar Sultantepe’de ikamet ediyorlardı. İki kardeş, ailenin daha önceden tasavvufi muhitlerle olan yakınlıkları sebebiyle tasavvuf tarafına ilgi duydular. Merhum Musa Topbaş ve Osman Nuri Topbaş ile aynı muhitte yaşıyorlardı. Fahreddin Bey, Osman Nuri Topbaş’ın büyük kızı ile evlenerek damadı oldu. 1981 yılındaki bu izdivâcdan sonra Fahreddin Bey’i ve dolayısıyla Abdullah Bey’i daha yakından tanıma imkânı elde ettim.

HÜDAYİ VAKFI KURULUYOR

1985 yılında Abdullah Bey ve Fahreddin Bey’in katılımları ile Hüdayi Vakfı’nın kuruluşunda birlikte yer aldık. Hüdayi Vakfı’nın kuruluşundaki 20 kişilik listede, Abdullah ve Fahreddin beylerle birlikte bendenizin ismi de yer almaktadır.

Abdullah Bey o zamanlar bekârdı ve Al Baraka’nın kuruluşuyla uğraşıyordu. Cağaloğlu’ndaki Topbaş Han’da Hak Yatırım’da Korkut Özal’ın önderliğinde bu hizmetleri yapıyordu. Hüdayi Vakfı’ndaki toplantılarımızda her iki kardeşin İslam davası adına yüksek hassasiyetleri dikkat çekiciydi. Her ikisi de okuyan, anlayan, yazan, zeki ve uyanık arkadaşlardı.

MÜCADELECİ AMA KAVGA ADAMI DEĞİL

Abdullah Bey’in yöneticilik ve işe vukufiyeti hemen hissediliyordu. Mizaç olarak tatlı sertti. Mücadeleciydi, gayretliydi, kavga adamı değildi; ama hayat mücadelesini seven, kararlı bir insandı. Bir şeye karar verdiği zaman onu uygulamak ister ve kolay kolay pes etmezdi. Israr ve kararlılığını hissederdiniz. Zaten bir işte başarının temel şartı kararlılık ve istikrardır. Abdullah Bey’de o kararlılığı ve istikrarı hemen görürdünüz. Başarılı bir işadamıydı. Dişiyle tırnağıyla, çalışarak elhamdülillah kazandı ve kazandığını da kendi şahsına, ailesine, nefsine değil millete, ülkeye ve ümmete harcamasını bildi. Malını Allah’a adadı ve ebedileştirdi. Bu büyük bir mazhariyettir.

Al Baraka ve Kuveyt Türk’teki katılım bankacılığı ile ilgili tecrübesi daha sonra kurduğu şirketlerde de başarılı olmasının önünü açtı. Abdullah Bey, vakıf toplantılarındaki konuşmalarında ve değerlendirmelerinde yüksek seviyede bir yönetici, siyasetçi olacak ve ülkeyi temsil edebilen özelliğe sahip bir işadamıydı. Arkadaşlarımızla mütevelli heyeti toplantıları sonrasında kendi aramızda Abdullah Bey’in bu özelliklerini takdirle yâd ederdik.

FİKRİ, KALBİ VE MALİ DESTEK

Vakıf çalışmalarında insan yetiştirmeye yönelik tercih ve tavırları dikkat çekiciydi. Hüdayi Vakfı içerisinde İLAM olarak bilinen ve İslam araştırmacısı yetiştirmek üzere bir birimin kurulmasında Abdullah ve Fahreddin beylerin fikrî, kalbî ve malî destekleri olmuş ve sayıları küçümsenemeyecek akademisyenin yetişmesine altyapı hazırlamışlardır. Abdullah Bey, daha sonraki süreçte Ehli Sünnet vel Cemaat kaygısı taşıyan, lüzumsuz mezheb kavgalarından uzak ama İslami algıyı önemseyen, modernist savrulmuşluğa fırsat vermeyen İslam âlimi yetiştirme hedefini gerçekleştirmek için aralarında Hayreddin Karaman, Raşid Küçük, Recep Şentürk, Adem Ergül ve benim de bulunduğum İslami Araştırmalar ve Eğitim Vakfı’nın (İSAR) kurulmasına öncülük etti.

İSAR VAKFI: SADAKA-İ CARİYE

İSAR, son 10 yıl içerisinde ülkemizde mühendislik, tıp, ekonomi ve benzeri alanlarda eğitim gören belki nicelik olarak az, ama nitelik olarak çok yüksek seviyede birçok gencin İslami ilimler eğitimi alarak yeni bir ufka ulaşmalarına öncülük etti. Abdullah Bey vefatına yakın dönemde İSAR Vakfı’nın hizmetlerinin ve kendi vakıf anlayışının devamı adına malvarlığının üçte birini vakfederek, gelirlerinin oraya tahsis edilmesini şart koştu. İSAR Vakfı’nı kendisinden sonra sadaka-i cariye olarak kalıcı hale getirdi. Bu gerçekten büyük bir mazhariyettir.

Tarihte menakıbını okuduğumuz büyük şahsiyetlerin malvarlıklarını kendilerinden sonra vakfetmeleri gibi malvarlığının üçte birini vakfederek oğlu Ebubekir Tivnikli başta olmak üzere çocuklarına; “Ben size ortak olarak Allah’ı getiriyorum. Siz kârınıza Allah’ı ortak etmiş olacaksınız. Allah adına bir iş yapıyoruz” demiş ve onlara bunun ne kadar önemli bir iş olduğunu hatırlatarak ufkunu, hedefini göstermiştir. Kurduğu İSAR Vakfı’nın ülkemizin geleceğinde yer edecek önemli insanların yetişmesine vesile olacağına, önemli ve hayırlı hizmetlerin devamına öncülük edeceğine inanıyorum. Onun ağabeyiyle beraber niyeti ve arzusu hep yetişmiş insan, “İslam âlimi” yetiştirmek idi.

28 ŞUBAT’TA GENÇLERE SAHİP ÇIKTI

Daha önce 28 Şubat sürecinde Kartal ve Kadıköy İHL gibi zeki çocukların okuduğu imam hatiplerden mezun olanlar yaşadıkları puan kaybı sebebiyle üniversiteye yerleşemiyordu. Bu gençleri Avrupa ülkelerine ve özel üniversitelere göndermek suretiyle onların önlerini açıp okumalarını sağlamışlardı. Bildiğim kadarıyla şu anda bu gençler arasından bir kısmı bazı basın yayın organlarının yönetiminde ve devlet kademelerinde üst düzey hizmetlerde bulunmaktadır. Daha önce de SETA’nın kuruluşunda desteğini biliyoruz. SETA marifetiyle ülkemizin yönetiminde bulunan pek çok kimsenin yetişmesinde onların destekleri vardır.

Abdullah Bey, vakıf insanı, dava adamı olma özelliğini her zaman muhafaza etti. İnsanoğlu maddi imkânlara ya da makamlara ulaştığı zaman kendi davasının hassasiyetlerini koruması zordur. Ama Abdullah Bey, zaten varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Ama o dini hassasiyetleri hiç kaybetmedi; tam aksine daha da artırarak hizmetlerini sürdürmeye çalıştı. Cenazenin kaldırıldığı Marmara İlahiyat Fakültesi Camisi başta olmak üzere İstanbul, Ankara ve ülkemizin pek çok yerinde, Afrika’da, Balkanlar’da ve Orta Asya’da camiler yaptırdı. Cami ve hayır hizmetleri konusunda sınır tanımazdı. Elinde imkânı oldukça bu hizmetlere harcamayı severdi. Ama esas önceliği insan yetiştirmekti.

ÜLKEMİZ İÇİN BÜYÜK KAYIP

Tivnikli ailesi çocuklarını İslami hassasiyetlerle yetiştirmeye çalışırdı. Fahreddin Bey oğlu Mustafa’yı, Abdullah Bey oğlu Ebubekir kardeşimizi İSAR ve Hüdayi Vakfı toplantılarına getirir, orada işleyişi görmelerini sağlar ve vakıf hassasiyetinin onlara intikaline önem verirlerdi. Her iki kardeş küçüklüklerinden itibaren çocuklarını infaka ısındırmak için onlara para vererek, onlar eliyle insanlara ulaşmaya özen gösterirlerdi.

Abdullah Bey, ülkemiz için büyük bir kayıptır. Ama biz dünyanın ötesinde bir ukba olduğuna inanıyoruz. Abdullah Bey’in hayatı boyunca hedefi, Rabbı’nın rızasını ve ahireti kazanmaktı. O her zaman “Bu işte Rabbımızın rızası var mı, bu işte bir ahirete bir kazancı var mı?” gözüyle bakar ve yatırımını ona göre yapardı. İster ekonomik yatırım olsun, ister kalbi, ister insani yatırım olsun o işte Hakk’ın rızası ve ahiret kaygısı onun birinci önceliğiydi. Hayatı boyunca bir başka şeyi öne geçirmedi.

İKİ KARDEŞ DE 59 YAŞINDA KANSERDEN VEFAT ETTİ

Ağabeyiyle pek çok bakımdan aynı kaderi paylaştılar. Her ikisi de kanserden vefat etti ve öldüklerinde 59 yaşında idiler. İkisinin de bir oğlu, üç kızı olmak üzere dört evladı var. İkisi de Nakkaştepe Mezarlığı’nda yan yana mezarlarda; âdeta koyun koyuna, Hakk’ın sonsuz rahmetine tevdi kılındılar. Çok ortak özellikleri olan bir hayat yaşadılar. Hem Abdullah Bey, hem Fahreddin Bey, ikisi de elim bir hastalığa mübtela olarak vefat ettiler. Peygamber Efendimizin, bu tür elim hastalıklara mübtela olanlar için şehit olacaklarına dair sahih hadislerine istinaden inşallah şehit olup, şehadetle Hakk’a yürümüşlerdir diye temenni ediyoruz. Allah makamlarını ve mekânlarını cennet etsin. Duamız ve niyazımız onların yerinin boş kalmamasıdır. Bu ülkede onların adının, sanının ve hizmetlerinin daim olmasıdır.

CENAZESİ ŞAHİTLİK ETTİ

Cenazesi bu manada çok şeye şahitlik ediyordu. Cumhurbaşkanlarından Meclis Başkanlarına, Başbakanlardan Bakanlara, Belediye Başkanlarına kadar toplumun her kesiminden insanlar caminin avlusunu, alt katlarını lebalep doldurdu. Camiye girişin güvenlik kontrolü altında olduğu, gündüz vefat edip cenazeyi ikindi namazına yetiştirmek gibi bir yarışla defne hazırlandığı halde bunun gerçekleşmiş olması onun ülke ve dünya kamuoyunda ne kadar büyük bir karşılığının olduğunu göstermesi bakımından önemli. Bahreyn Krallığı’nın Türkiye’deki Fahri Başkonsolosluğu’nu yürütüyordu. Gerek Al Baraka’nın gerekse Kuveyt Türk’ün kuruluşundan itibaren tanıdığı ve birlikte çalıştığı Kuveyt, Bahreyn, Katar ve benzeri Arap ülkelerindeki dostları, arkadaşları ve işadamlarıyla ilişkileri yüksek seviyedeydi. Cenazesine katılım seviyesi, onun için bir hüsn-ü şehadet belgesi oluşturmaktadır.

İlahi takdir ile Fahreddin Bey ile dünür olduk. Onun büyük kerimesi benim gelinim oldu. Bu vesileyle onu, Abdullah Bey’i ve aileyi daha yakından tanıma imkânım oldu. Türkçe’de bir söz var: “Dağ yanına varınca küçülür” derler. Tivnikli ailesinde tam tersi oldu. Yanlarına varıp onları tanıdıkça, onların görünmeyen güzelliklerini yakından görüp tanıdıkça takdir ve hayranlığım daha da arttı. Allah kendilerine rahmetiyle muamele eylesin. Biz onların güzel adam, iyi Müslüman ve vakıf insanı olduklarına gönülden şahidiz. Rabbım rahmetiyle muamele buyursun. Habibinin şefaatine nail eylesin.

KARDEŞLER İŞ BÖLÜMÜ YAPTI

Abdullah Tivnikli, Erzurum 1959 doğumlu. İTÜ Makine Mühendisliği’nden mezun oldu ve aynı üniversitede işletme yüksek lisansı yaptı. Yüksek Lisans eğitiminden sonra akademik çalışmalar için İngiltere’ye gitti. Orada katılım bankacılığı modeli ve dünyadaki işleyişi ile ilgili altyapı çalışmaları ve uygulamaları eğitimi aldı. 1983 yılında Türkiye’de katılım bankacılığının altyapısını geliştirmek üzere yapılan çalışmalara katıldı. Türkiye’de ilk katılım bankacılığı modeli olan Al Baraka Türk’ün kuruluşunda yer aldı.

1986 yılında ağabeyi Fahreddin Tivnikli ile beraber Eksim Holding’i kurdu. Holding gıda, hububat ve petrol türevleri ticaretiyle meşgul oldu. Enerji yatırımları ile büyüyen bu şirket, Türkiye’nin en önemli şirketleri arasına girmeyi başardı. Son zamanlarda elektrik dağıtım işlerinde yatırımlar gerçekleştirdi.

1988 yılında Al Baraka’dan sonra Kuveyt Türk’ün katılım bankası olarak kuruluşu sürecinde Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev aldı. 2005 yılında Türk Telekominikasyon A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi oldu.

Fahreddin Tivnikli ve Abdullah Tivnikli kardeşler aralarında görev taksimi yapmışlardı. Fahreddin Tivnikli, daha çok hayır hizmetleri ve vakıf işlerine, Abdullah Tivnikli yatırım ve ticari işletme işlerine bakıyordu. Fahreddin Bey’in vefatından sonra Abdullah Bey, vakıf ve hayır hizmetlerini de üstlendi. Çok sayıda cami ve okul gibi kurum ve binalarının yapımına vesile oldu. İSAR ve SETA gibi önemli kuruluşların kurucuları arasında yer aldı. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi ve Bahreyn Krallığı Fahri Başkonsolosu idi. Evli ve dört çocuk babasıydı.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Gerçek Hayat Dergisi, Sayı: 942

BENZER HABERLER

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.