Cömertlik Bu Ayda Filizleniyor

Oruç; diğergâmlık tâlimidir. Yoksulların ve muhtaçların çektiği sıkıntılardan sadece biri olan açlığı fiilen yaşatarak onların hâlinden anlamayı temin eder. Böylece gönüllerde merhamet, şefkat ve cömertlik tohumlarının filizlenmesini sağlar.

Mısır’da şiddetli kıtlığın hüküm sürdüğü günlerde Yûsuf'’a:

“–Siz, devletin hazinelerine hükmeden bir idârecisiniz. Neden kendinizi aç bırakıyorsunuz?” diye sordular. O ise şu hikmetli cevabı verdi

“–Karnım tok olursa açların hâlinden anlayamam diye korkuyorum!”

Din kardeşlerini düşünmek, onların sıkıntılarını gidermek için gayret göstermek, bu yolda ictimâî hizmetlere koşmak, kâmil mü’minlerin hayat düstûrudur. Nitekim Peygamber Efendimiz r müʼminler için bu hâlin zarûretini şöyle ifâde buyurmaktadır:

“Mü’min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen, bizden değildir.” (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87)

“Komşusu açken tok yatan, (kâmil) mümin değildir.” (Hâkim, II, 15)

“Hiçbi­ri­niz ken­di nef­si için is­te­di­ği­ni, mü’min kar­de­şi için de is­te­me­dik­çe kâ­mil mü’­min ola­maz.” (Bu­hâ­rî, Îman, 7)

Ramazân-ı şerîfi diğergâm bir ruhla değerlendirmek, hizmet ve infaklarla ihyâ etmek, kulun Rabbine olan muhabbetinin en güzel nişânesidir. Zira muhabbetin kantarı; sevilen uğrunda gösterilen fedâkârlıktır. İbadetlerin gâyesi, Cenâb-ı Hakkʼa takarrub/yakınlaşmaktır. İbadet vecdiyle ictimâî hizmetlere koşmak, Yaratanʼdan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek de, Cenâb-ı Hakk’a yakınlığın en güzel vesîlelerinden biridir.

Sâdî-i Şîrâzî der ki: “Mü’min kardeş! Merhamet ve şefkat ehli ol da, sâlih zâtların yolunu tut! Sen ki ayaktasın, düşmüş insanı kaldırmak için onun elinden tutuver. Gönlün, bir çiçek bahçesi gibi olsun. Şunu da bil ki, Allah dostları, daha ziyâde kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler.”

Yani mâtemlerin civârında dolaşır, muhtaçların sessiz feryatlarına gönül verir, onlara candan ve maldan infâk ederek duâlarını alır, mahrumların huzur ve tesellî menbaı olurlar.

Hak dostlarından Dâ­vud-i Tâî Haz­ret­le­ri’nin şu hâli de, kâmil müʼminlerin diğergâmlık ufkunu ne güzel hulâsa etmektedir:

Hiz­me­ti­nde bulunan talebesi, bir ­gün Dâvud-i Tâî Hazretlerine:

“–Efendim, bi­raz et pi­şir­dim; arzu buyurmaz mısınız?” de­miş ve üs­tâ­dı­nın sü­kût et­me­si üze­ri­ne eti ge­tirmişti. An­cak Dâ­vud-i Tâî -kud­di­se sir­ruh-, önü­ne ko­nan ete ba­ka­rak:

“–Fa­lan­ca ye­tim­ler­den ne ha­ber var ev­lâ­dım?” di­ye nezâketle sor­du. Talebe, du­rum­la­rı­nın ye­rin­de ol­ma­dı­ğı­nı ifâde sa­de­din­de içi­ni çe­kip:

“–Bil­di­ği­niz gi­bi efen­dim!” diyerek edeple cevap verdi. O bü­yük Hak dos­tu:

“–O hâl­de bu eti on­la­ra gö­tü­rü­ver!” buyurdu.

Ha­zır­la­dı­ğı ik­râ­mı üs­tâ­dı­nın ye­me­si­ni ar­zu eden sa­mimî talebe ise:

“–Efen­dim, siz de uzun za­man­dır et ye­me­di­niz!..” di­ye ıs­rar ede­cek ol­du. Fa­kat Dâ­vûd-i Tâî Haz­ret­le­ri kabul et­me­yip şu muhteşem cevabı verdi:

“–Ev­lâ­dım! Bu eti ben yer­sem kısa bir müddet sonra dı­şa­rı çı­kar; fa­kat o ye­tim­ler yer­se, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâ’­ya çı­kar!..

Bu itibarla Ramazân-ı şerîfin rûhâniyeti, bizim de merhametimizi inkişâf ettirerek gönüllerimizi âdeta bir rahmet dergâhı hâline getirmeli. Öyle bir dergâh ki, bütün mü’minler, hidâyet bekleyen insanlar, hattâ Allâh’ın insan için yarattığı bütün mahlûkat, onun şümûlünde olmalı…

Bugün dünya çapında insanlığın en büyük ihtiyacı, maddî açlıktan ziyâde mânevî açlıklarını giderebilmek, rûhî buhranlarına çâre bulabilmektir. Dolayısıyla bir mü’min, kendi kurtuluşunun, başkalarının da kurtuluşuna hizmet etmekten geçtiğini unutmamalıdır. Îman nîmetinin şükür borcunu ödeyebilmenin de, hidâyet bekleyenlere İslâm’ın hakîkat nidâsını işittirebilmek için gayret göstermeye bağlı olduğunu, hatırından çıkarmamalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ramazan-ı Şerif makaleleri

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.