Çocuklarına Kur'ân Öğretmeyen Anne-babalar Dikkat!

Anne-babaların evlâtlarına bırakacakları en güzel mîras, âhiret mîrasıdır. Zira evlâda bırakılan maddî mîras, ne olursa olsun, nihâyetinde bu dünyada kalmaya mahkûmdur. Ayrıca bu maddî mîrasın hayırda mı şerde mi kullanılacağı da meçhuldür. Lâkin mânevî mîras, sahibini hiçbir zaman yalnız bırakmaz ve onu ebedî bir saâdete ulaştırır.

EVLADINA KUR'ÂN ÖĞRETMEYEN ANNE-BABALAR BÜYÜK VEBAL ALTINDALAR

Dolayısıyla Kur’ân’ın engin mânâ kevserinden kendisi tatmadığı için evlâdına da tattıramayan anne-babalar, büyük bir vebâl altındadırlar. Zira mânevî tahsil hususunda câhil bırakılan, Kur’ân ve Sünnet’in rûhâniyetiyle terbiye edilmeyip toplumun akışına bırakılan evlâtlar, kıyâmet günü anne-babalarından dâvâcı olacaklardır. O gün ki, âyet-i kerîmede ifâde buyrulduğu üzere bir “yevmüʼl-fasl / ayrılık günü”dür.

Cenâb-ı Hak, hayatını âhiret mîrası kazanmak uğrunda sarf edenlere: “Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) hitabında buyrulduğu üzere ikrâm edecektir. Fakat aynı sülâleden de olsa, aynı toplumdan olan mücrimlere şöyle seslenecektir:

“Ey mücrimler! Ayrılın bugün!” (Yâsîn, 59) Onlar da kötü bir âkıbetin yolcusu olacaklardır. Bu ne hazin bir ayrılıştır.

"ÇOCUKLARINIZI ÜÇ HUSUSTA YETİŞTİRİN"

Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (Kur’ân’ı öğrenen, öğreten ve bu yolda hizmet edenler), hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, peygamberler ve Hak dostları ile birlikte Arş’ın gölgesindedirler.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I, 226)

KUR'ÂN'I DAVRANIŞLARIMIZLA YAŞAMALIYIZ

Zihnin Kur’ân’ı hıfzettiği gibi kalbin de onu hıfzetmesi ve yaşaması zarûrîdir. Bu da davranışlarda ortaya çıkar.

Üniversiteyi bitirmiş, yüksek tahsil yapmış, bilgili, kültürlü nice gençler görüyoruz. Ne yazık ki Kur’ân ve Sünnet kültüründen haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur’ân ve Sünnet’te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki insanın zihnini ve kalbini Allâh’a götürmeyen, O’nun kudret ve azamet-i ilâhiyyesini idrâke ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dünyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir hüsrana düşmekten kurtaramaz.

KUR'ÂN'SIZ BİR İNSAN

Ruhsuz bir bedenin bütün güzellik, sevimlilik ve mânâsı kaybolduğu gibi Kur’ân’sız bir insanın da mânâ ve kıymeti kalmaz.

KUR'ÂN'IN HİKMET VE SIRLARI

Kur’ân’ın hikmet ve sırları, bir okyanus gibi derindir. Lâkin herkes kendi kalbî derinliği nisbetinde ondan istifâde eder. Kişinin kalbî istiâbı bir terzi yüksüğü kadar küçükse, o uçsuz bucaksız deryâdan alabileceği nasip de o nisbette olacaktır. Avâm-havâs bütün mü’minler aynı rahle önünde diz çöküp Kur’ân okusalar, herkes kendi kalbî seviyesi ölçüsünde ondan hisse alabilir. Kur’ân’ın mânâları, kulun Hakk’a yakınlığı derecesinde açılır.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyurur:

“Eğer gönüller mânevî kirlerden (kalbî marazlardan) temiz olsaydı, Kur’ân’ın zevkine aslâ doyulmazdı.”

ALLAH RESÛLÜ'NÜN RÛHANİYETİNE BÜRÜNMEDEN KUR'ÂN İDRAK EDİLEMEZ

Allah Teâlâ’nın inzâl ettiği ilâhî bir ferman ve tâlimatnâme olan Kur’ân-ı Kerîm, ümmete Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalp âleminden sergilenmiştir. Muhakkak ki Kur’ân’ın sır ve hikmetleri, kalbin Allah Rasûlü’nün rûhâniyetine bürünmesi nisbetinde idrâk edilebilir.

Eğer sahâbe-i kirâm gibi bizler de Allah Rasûlü’nün gönül âlemine girmekle şereflenir ve ilâhî güzelliklerin, emir-nehiy, ilim ve hikmetlerin oradaki tecellîlerini seyretme bahtiyarlığına erebilirsek, kısacası ilâhî kelâmı O’nun kalbindeki tezâhürleri ve şerhiyle okuyabilirsek, o zaman gönüllerimiz asr-ı saâdetteki peygamber âşıkları gibi O’nun etrafında pervâne olur, her sözüne, her emrine ve hattâ her îmâsına dahî:

“Anam, babam, malım ve canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah!..” ifâdesinin özündeki aşk, vecd ve teslîmiyete nâil oluruz.

Ne mutlu, Peygamber Efendimiz’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın aşkından hisse alarak kalplerini îman vecdiyle, gönüllerini Kur’ân’ın rûhâniyetiyle, vicdanlarını güzel ahlâkın berraklığıyla, hayatlarını hizmet neşesiyle süsleyip ebedî saâdetin mânevî hazzı içinde yaşayan mü’minlere…

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Ocak Sayı: 112

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.