Çocuk Eğitiminde Dikkat Edilecekler!

Allâhʼa ve âhirete îmân eden merhametli bir anne-baba, evlâtlarının dünya ile âhiret saâdeti karşı karşıya geldiğinde, hiç tereddüt etmeden dünyayı elinin tersiyle iter ve âhireti tercih eder. Deryayı bırakıp damlayı almak ahmaklığına düşmez. “Evlâtlarım bu dünyada tıka basa doysun da, isterse âhirette zehir-zıkkım yesin!” diyemez. “Bugün dünya istikbâli parlak olsun da varsın âhirette yüzü karalardan olsun!” diyemez...

ANNE-BABALAR EVLÂTLARININ ÂHİRETİNİ DÜŞÜNMELİ

Evlâdının ve neslinin âkıbet endişesini duyan bir mü’min, geçici bir metâdan ibaret ve husûsen inişli-çıkışlı imtihan şartlarına sahip olan bu hayattan ziyade; evlâtlarının nihâî âkıbetlerini, yani âhiretlerini düşünür. Onun için, çırpınır.

Evlâtlarını dünyaya hazırladığı ve dünyalığını helâlinden kazandığı gibi; sonsuz âhiret yolculuğunun yegâne azığı olan takvâyı da ihmâl etmez.

KAZANÇLAR HELÂL Mİ?

Elbette mü’min, bu dünyada evlâdının rızkını düşünür. Fakat onun asıl endişesi, o lokmaların helâl olup olmadığıdır. Evlâdına verdiği terbiye istikametinde, onun cennet nimetlerinden mi; yoksa maâzallah zakkum ve irin cezalarından mı tattırılacağını düşünür.

Elbette her ana, üşüyen yavrusunun üstünü örter. Onu en güzel kıyafetler içinde görmek ister. Fakat âhiret inancına sahip bir anne; evlâdını öbür âlemde cennet ipeğinden atlas kaftanların mı, cehennemin yalaz yalaz ateşinin mi saracağı endişesiyle çok daha fazla meşgul olur.

ÇOCUKLAR NASIL YETİŞTİRİLMELİ?

Allâh’a ve âhirete îmân eden bir insan, evlâtlarının dünya ile âhiret saâdeti karşı karşıya geldiğinde; hiç düşünmeksizin, dünyayı elinin tersiyle iter ve âhireti tercih eder… Deryayı bırakıp damlayı almak ahmaklığına dûçâr olmaz.

"Dünyada tıka basa doysun da, isterse âhirette zehir-zıkkım yesin" diyemez!

"Dünyada istikbâli parlak olsun da, varsın âhirette yüzü karalardan olsun" diyemez!

“Bu dünyada gününü gün etsin, nasıl olsa âhirette de affa mazhar olur.” şeklindeki şeytan aldatmacasına kanmaz.

Âhiret yanında dünya  saâdetinin bile ancak ve ancak Allâh’ın emrettiği ve Rasûlü’nün gösterdiği temiz, nezih ve huzurlu hayatı yaşamakla elde edilebileceğini idrâk eder. Sefâleti, sefâheti ve rezâleti; saâdet diye, hürriyet diye takdim eden insî ve cinnî şeytanlara; aldatıcı reklâm ve modalara; küfür diyarından esen soğuk ve boğuk rüzgârlara asla kapılmaz.

Hakkı hak bilip, ona ittibâ; bâtılı bâtıl bilip, ondan ictinâb etme prensibiyle ve duâsıyla yaşar. Evlâtlarını bu şuurda yetiştirir. Mükerrem insan için; nesli sürdürmenin yolunun biyolojik değil, mânevî olduğunu bilir.

Nitekim îmanla yoğrulmuş edebiyatımızın ilklerinden Garibnâme adlı tasavvufî eserin müellifi olan Âşık Paşa, insanoğlunun neslinin devamı için dört yol saymıştır:

DÖRT ÇEŞİT NESİL

1. Sulbî nesil: Kişinin neslinden gelen evlâdıdır ki, bunların devamlılığı kadere bağlıdır. Gün gelir, kesilebilir. Kesilmese de, bir insan en fazla torununun torununu görür, arkadan gelenler hayırlı olursa ne âlâ, aksi hâlde kişiye hiçbir faydası olmaz. Nitekim birkaç nesilden sonra çoğu insan dedelerini bile tanımaz. Evlâtların hayırlı olup olmayacakları da meçhuldür. Bir mü’minin; Hazret-i İbrahim gibi, zürriyetinin mü’min, namaz ehli, Hakk’a itaatkâr nesiller olması için fiilî ve kavlî duâdan başka yapacağı fazla da bir şey yoktur.

2. Mâlî nesil: Kişinin mal ve mülkü ile yapmış olduğu hayır hizmetleridir. O hizmet ve hayır eserleri devam ettiği müddetçe sahibine sadaka sevabı yazılır. Bunu idrâk eden ecdâdımız, sulbî nesillerine daha fazla mal bırakmak yerine; hayır-hasenât şuuruyla vakıflar kurarak, halka hizmet ve Hakk’a ibâdet etmiş; amel defterlerinin ömrünü asırlarca uzatmışlardır. Bugün adlarını; geride bıraktıkları camileri, vakıfları, çeşmeleri sayesinde hâlâ dillerimizde yâd ettiğimiz nice hayır sahipleri var ki, sulbî nesillerinin devam edip etmediğini bilen, bununla alâkalanan bile yok…

3. İrşâdî nesil: Kişinin yetiştirdiği ve arkasında bıraktığı hayırlı evlât ve talebelerdir. Bunlar da arkalarından insan yetiştirdikleri ölçüde devam edip gider. Bugün meselâ Hanefî mezhebinde yetişen her âlim, Ebû Hanîfe Hazretleri’nin asırlar sonra gelen bir evlâdı hükmünde değil midir? Nitekim yakın zamana kadar, seyyidlerin neseb şecereleri gibi, ilmî icâzet şecereleri de çıkarılır, her talebe; Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den kendisine kadar ilmin hangi silsileyle kendisine geldiğini bilir, bununla şükür hâlinde iftihâr ederdi.

4. İlmî ve irfânî nesil: Kişinin Hak yolunda kulların dimağ ve gönüllerini besleyici mâhiyette yazdığı hayırlı eserlerdir. En kesintisiz ve en verimli nesil budur. Telif edilen bir eser, kıyâmete kadar gelecek olan meçhul muhataplara gönderilen hidâyet mektubu mâhiyetindedir. İşte Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’si, İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbâtı, İmâm-ı Gazâlî’nin İhyâsı… Yûnus Emre Hazretleri’nin şiirleri… Ciltleri elden ele, muhtevâsı dilden dile, kulaktan kulağa, gönülden gönüle aktarılıyor, yaşıyor…

İbret nazarıyla bakılırsa; sulbî neslin de ancak üçüncü maddedeki şartı gerçekleştirerek, hakikaten devam eden bir nesil olabileceği anlaşılır. Bir mü’mini sevindirecek, ferahlandıracak nesil; hayırlı, sâlih ve müttakî bir nesildir. Hayrulhalef oğullardır. Sâlihât-ı nisvan kızlardır. Yoksa, sâlih olmayan bir evlât; Nûh’un oğlu Ken‘ân hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in buyurduğu gibi, bir mü’minin ehlinden ve neslinden değildir.

EVLÂTLAR İMTİHAN VESİLESİDİR

Bir mü’min; evlâdının tıpkı malı gibi, bir imtihan vesilesi olduğunu bilir. Şayet uhrevî bir terbiyeyle, iki kanatlı bir eğitimle sadaka-i câriye vasfında yetiştirilmişse; o evlâtlar, ebeveyni için, iki cihanda göz nûrudur. Mahşer yerinde imdada yetişecek, gerçek hayırlı evlâtlardır.

Fakat, bu vasıflarda yetiştirilmemişse; kişinin mahşer yerinde fersah fersah kaçacağı, dâvâsı ağır, azâbı büyük bir musîbet olacaktır.

Bu sebeple, evlât yetiştirmek, nesillere sahip çıkmak; bir mü’minin en mühim vazifeleri arasındadır. Bu vazifenin hakkıyla îfâsının en güzel örneğini de peygamberler vermiştir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2011 Ay: Haziran Sayı: 76

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.