Çocuğa Dini Eğitim Nasıl Verilmeli?

Annenin, çocuğun terbiyesindeki rolünün büyük oluşu, meselenin öneminin kavranmasıyla doğru orantılıdır. Çocuk, öğrenme ihtiyacından dolayı dâima bir rehbere muhtaçtır. İlk terbiyeci ve rehber olan anne, evlâdına mükemmel bir terbiye verebilmek, dînî bilgileri öğretebilmek için dîninin kendisinden istediği şeyleri bilmesi, pratik terbiye ve ahlâk ilmine vâkıf olması gerekir.

Çocuk, fıtraten hayrı almaya meyilli olduğundan, annesinin verdiği, onun kazandırdığı prensipleri, özellikle dînî olanları alır, zevkle tatbik eder. Bunlar, onun şahsiyetinin oluşmasında birer çekirdek vazifesi görür. Zaten, “Dinin ilk öğretmeni annedir.” denilmiştir.[1]

ANNELER ÇOCUKLARINA DİNİ EĞİTİM VERİRKEN NELERE DİKKAT ETMELİ?

Annelerin evlatlarına dînî terbiye verirken, sıcak, şuurlu, sevdirici bir metot uygulamaları şarttır. Anneler, korkutmadan sevdirerek, çocuğa kendi sahibini ve kâinattaki her şeyin de sahibi olan yüce Rabbini tanıtmalıdırlar. Anne, evlâdına Allah Teâlâ’yı dâima affeden, mükâfâtlandıran, koruyan vasfı ile güven telkin edecek şekilde bildirmelidir. Anneler, en güzel ahlâkı bizzat şahsında yaşayan, Kur’ânî prensiplerle beslenmiş sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâtü vesselâm-’ı da çocuklarına sevdirerek tanıtmalıdırlar. Allâh’ını ve Peygamberini seven bir gönülden, iyilikten başkası beklenebilir mi? Tabiî bunun için anne, öncelikle bizzat kendisi Peygamber Efendimizin sünnetlerini yaşamalı, sonra da çocuğun uygulamasında ona yardımcı olmalıdır. Anne yapınca, çocuk annesine olan güveninden dolayı ister istemez normal bir davranış gibi kendiliğinden uygulayacaktır. Nasıl ki anne, çocuğun beslenmesine, giydirilmesine, hastalanmamasına dikkat ediyorsa, aynı hassasiyeti dînini anlatma hususunda da göstermelidir.

BİR ANNENİN EN BÜYÜK MUTLULUĞU TOPLUMA ŞAHSİYETLİ BİR EVLAT HEDİYE ETMESİDİR

Annelik, kolay bir olay değildir. Bebekleri ve küçük çocukları anlayabilmek, âdeta bir tür psikolog olmayı gerektirir. Bir annenin en büyük mutluluğu, topluma şahsiyetli bir evlat hediye etmesidir. Bu sebeple anneler, mürebbiyelik vasıflarına lâyık bir sorumluluk şuuru içinde bulunmalıdırlar. Anne, evindeki öğretmenlik işini ciddiye almalı ve ona göre davranış sergilemelidir. Zira çocuk için anne; modeldir, rehberdir. Usta iyi olursa, çırak iyi yetişir. İş bilmezlerin elinde nice cevherler işe yaramaz hâle gelebilmektedir. Annenin elinde işleyeceği öyle bir cevher vardır ki o; üzerine titrediği, gözünün nûru yavrusudur. Bile bile anne elindeki yavrusunu ateşe atar mı? Elbette atmaz.

Her türlü yanlış ve sapık cereyanların içindeki gençlerimiz, ne yazık ki ihmal edilmiş yavrularımızdan başkası değildir. Anneler, göz göre göre evlatlarını ateşe atmamalı, çağı geçmeden, çocuğunun kalbini îmânî bilgilerle doldurmalıdır. Biz onları hayırlı şeylerle doldurmazsak, zaman içerisinde şer, kendilerini istilâ eder. Daha sonraki pişmanlıklar da bir fayda vermez.

Diğer taraftan “temyiz (7, 8) yaşına kadar kız ve erkek çocuğun terbiyesi tercihen, fıtraten, şefkat ve merhamet yönleriyle erkeklere galebe çalan kadınlara emânet edilmelidir. Bu yaştan sonra erkek çocukların daha çok erkeklerle, kız çocukların da kadınlarla muhatap olması evlâdır.”[2]

ANNELİK ÖĞRETMENLİKTİR

Sünnette belirtilen bu husus oldukça önemlidir. Kız çocuğunun ev hanımlığı yönüyle kendisine lâzım olacak şeylerin öğretiminde kadın özelliklerine göre, erkek çocuğun da erkek olma özelliklerine göre yetiştirilmesini bizzat nebevî terbiye istemektedir.

Kız çocuklarının, küçük yaştan itibaren annelerine gerektiğinde arkadaş, gerektiğinde her şeyini danıştığı bir öğretmen, yeri geldiğinde de rûhunu arıtan bir sevgi kaynağı olarak bakması ve böylece hayatı güvenle yaşayan, problemsiz genç kızlar olarak yetiştirilmesi elzemdir.

Öğretmenlik mesleğimin gereği kendi öğrencilerimle olan müşâhedelerimde; kız çocuklarının özellikle ortaokul çağlarında (13-15 yaşları arasında) birtakım fizyolojik gelişim ve bedenî değişim sonucu her şeyi problem yapan, gözü dışarıda olan, câzip şeylere hemen kayıveren bir hâlet-i rûhiye içinde olduklarını gördüm. Bu yaştaki çocuklarımızın en büyük şikâyetlerinin, “annelerinin kendilerini anlamadıkları, başkalarının yanında kendilerini küçük düşürdükleri, bu yaşta dayak yedikleri, insan yerine konulmadıkları…” gibi hususlar olduğunu üzülerek söylemeliyim. Onların bu şikâyetlerinde pek de haksız olmadıkları kanaatindeyiz.

Bu sebeple annelerimizin, çocuklarına sâhip çıkarak âdeta toplum mühendisleri gibi vazife yapmaları gerekmektedir. İçinde yaşadığımız çağda, ahlâksızlığın alabildiğince yaygınlaştırılmaya çalışıldığını hepimiz üzülerek müşâhede ediyoruz. Hele de kız çocuklarımızda genel ahlak kâidelerinin dışına çıkan öyle fevrî davranışlar görüyoruz ki, bunlardan ne yazık ki ruhûmuz zedeleniyor.

EVLADINI GÜZEL AHLAK SAHİBİ YAPACAK İSLAMİ TERBİYE

Lütfen sevgili anneler, bu çocuklar bizim!.. Onlara küçük yaşta verilmesi gereken temel değerlerimizi, ortak paydalarımızı, mânevî ve kültürel birikimlerimizi doğru aktaralım. Bunun için samimâne, emekler sarf edelim.

Önemli bir hakikat şudur ki; annelerin en büyük meşguliyetleri, evlatlarının eğitilmesi ve yetiştirilmesi olmalı, işlerinin çokluğu onu bu aslî vazifesinden kat’iyen alıkoymamalıdır. Aksi takdirde, annenin onca ümit ve emeklerle yetiştirdiği en değerli varlığı olan evlâdı; bambaşka dünyaların insanı hâline gelebilir. Varsın, babaların aşırı vazife külfetleri, önemli toplantıları, iş gezileri olmayıversin. Annelerin de; dikişleri, nakışları, dantel ve örgüleri, kızlarının çeyizleri yapılmayıversin. En güzel çeyiz, evlâdını güzel ahlak sahibi yapacak olan “İslâmî terbiye”dir. Bundan daha güzel bir miras ve çeyiz olur mu?

Özellikle anneler, kız çocuklarının üzerinde fazlaca durarak, onların hayâta hazırlanmasında en büyük destekleri olmalıdırlar. Hem bir eğitimci, hem de bir anne olarak bulûğ çağına girme dönemlerinde annelerin kız çocuklarına daha anlayışlı davranmalarını, evlatlarının günlük yaşantılarını onlara hissettirmeden tatlı bir tâkibe tâbi tutmalarını tavsiye ederiz. Örneğin okuldan eve geldiğinde gününü nasıl geçirdiğini sorarak, bıkmadan onun anlattıkları dinlenmelidir. Bu metot, çocuk için bir boşalmadır, rahatlamadır, günümüz tâbiriyle stres atmaktır. Daha sonra anne, çocuğun yanlış yaptığı konuları tek tek belirterek; “böyle olmalıydı”, “sana böylesi yakışırdı” gibi yapıcı sözlerle hatâları giderilmelidir. Ya da doğru ve güzel davranışlarını takdir edici bir şekilde beğendiği söylenmelidir. Aslâ tehditkâr ve sitemkâr olmamalı, annenin o anki rûh hâli ne olursa olsun evlâdına aşırı bir öfke göstermemeli, haddinden fazla sinirlenmemelidir. Ancak, böyle bir hata yapılmışsa, gerektiğinde anne özür dilemeyi de bilmelidir ki, evlâdı da özür dilemeyi öğrensin. Çocuğun anneyi anlamayacağı düşünülmemelidir. Fakat maalesef hanım yazar arkadaşımızın söylediği gibi: “Ne Ulviye hanımın ulvî değerlerden, ne Melek hanımın meleklikten ne de Hayriye hanımın hayırdan haberi var.”[3] Maalesef gerçek bu!

ÇOCUĞUN AHLAKINDAKİ GÜZELLİK ANNESİNDEN BELLİ OLUR

Demek ki, neticede bir çocuğun davranışlarındaki tutarlılık, ahlâkındaki güzellik, çevresindeki başarısı, annesinden belli oluyor. Anne, terbiyede merkez konumdadır. Ruh güzelliklerini, yavrusuna yaşayarak aktaran merkez şahsiyet, annedir. Anne, evlâdını bir kanaviçe gibi işleyen usta bir el, basiretli bir göz ve hassas bir kalptir.

Annelik, hem kendi ailesine kucak açmak hem de topluma kucak açmak demektir. Anneler yetiştirecekleri çocukları yaşadığımız topluma hazırladıklarına göre, annelerin o toplumu tanımak ve o toplumun problemlerini bilmek gibi bir zorunlulukları da vardır. Hatta öyle ki anne, sadece içinde yaşadığı toplumu değil, dünyada olup bitenlere karşı da ilgili olmak durumundadır. Etrafındaki müspet veya menfî gelişmelere kulaklarını tıkayan anneler, kendi insanî sorumluluğunu îfâ etmiyor demektir. Bu, çocukların gözünde annelerin mevkiini ve itibarını da yükseltecek bir unsurdur. Çocuklar, her geçen gün olup bitenleri keşfettikçe, anne ve babasının geride kalmış kimseler değil, kendisiyle aynı çağda yaşayan, hatta fikir, ideal ve yetişme tarzıyla kendisine daha çok ufuklar açacak kimseler olduğunu hissetmeli ve onlara olan sevgi ve saygısı artmalıdır.

[1] Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, İstanbul, 1976, sh: 319; Neda Armaner, Din Psikolojisine Giriş, İstanbul, 1976, sh: 15.

[2] İbrahim Canan, Hazreti Peygamberin Sünnetinde Terbiye, İst, 1982, s. 364.

[3] Bakiye Marangoz, ‘Çocuğumuzu Nasıl Eğitelim?’ İstanbul, 1988, s. 97.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 145. Sayı

 

https://www.islamveihsan.com/anne-babanin-cocuga-karsi-gorevleri-nelerdir.html

 

https://www.islamveihsan.com/musluman-anne-babanin-vazifesi.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.