Cihat İle İlgili Ayet ve Hadisler

Cihat nedir, nasıl yapılır? Cihadın anlamı nedir? Cihat etmenin şartı nedir? Cihattan daha faziletli amel var mıdır? Cihat ile ilgili ayet ve hadisler...

Allah yolunda cihat ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması…

1- Hz. Enes’ten rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihat ediniz!” (Ebû Dâvud, Cihat, 17/2504; Nesâî, Cihat, 1, 48)

2- Enes bin Mâlik Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Sabah veya akşam, Allah yolunda birazcık yürümek, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır…” (Buhârî, Cihat, 6)

3- İbn-i Abbâs (r.a) şöyle anlatır: Resûlullah, Abdullah bin Revâha’yı bir seriyye için göndermişti. Bu hâdise, Cuma gününe rastlamıştı. Arkadaşları sabahleyin yola çıktılar, o ise kendi kendine: “Geri kalayım da Resûlullah ile birlikte namaz kılayım, sonra onlara yetişirim” diye düşündü. Nebiyy-i Ekrem ile namaz kılınca, Efendimiz onu gördü ve:

“–Neden arkadaşlarınla birlikte erkenden gitmedin?” diye sordu. Abdullah bin Revâha Hazretleri:

“–Sizinle birlikte namaz kılıp, sonra onlara katılmak istedim” dedi. Resûlullah:

“–Yeryüzünde bulunan şeylerin tamamını infak etsen, onların erken çıkışlarındaki fazileti elde edemezsin” buyurdu. (Tirmizî, Cum‘a, 28/527; Ahmed, I, 224, 256. Ayrıca bkz. Ahmed, III, 438; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 187)

4- Ebû Hüreyre (r.a) şöyle der: Bir kişi Resûlullah Efendimiz’e gelerek:

“–Bana cihata denk bir amel gösterebilir misiniz?” dedi. Resûlullah Efendimiz:

“–Böyle bir amel bilmiyorum” buyurdu ve:

“–Allah yolunda cihat eden kişi yola çıktığında, sen de mescidine girip (o dönünceye kadar) hiç bırakmadan namaz kılmaya ve hiç ara vermeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?” diye sordu. Sual soran kişi:

“–Buna kim güç yetirebilir ki?” dedi. (Buhârî, Cihat, 1; Nesâî, Cihat, 17. Ayrıca bkz. Müslim, İmâre, 110; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 1; Ahmed, II, 344, 423)

5- Selmân (r.a) der ki: Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçla, gecesi ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi, bu nöbet esnâsında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehit olarak rızkı da devam eder (cennette rızıklandırılır) ve kabirdeki sual meleklerinden emniyette olur/hesâbın sıkıntısını çekmez.” (Müslim, İmâre, 163. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 2; Nesâî, Cihat, 39; İbn-i Mâce, Cihat, 7)

6- Beşîr bin Hasâsiyye (r.a) der ki:

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e bey’at etmek için geldim. Bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet etmemi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm üzere haccetmemi, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihat etmemi şart koştu. Ben şöyle dedim:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Vallâhi bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihat ve sadakadır. Müslümanlar, cepheden kaçan kimsenin Allah’ın gazabına uğramış olarak döneceğini söylüyorlar.  Ben ise cihat meydanına varınca, nefsimin korkuya kapılıp ölmeyi istememesinden endişe ediyorum.

Sadakaya gelince, vallâhi benim küçük bir koyun sürüsü ve on deveden başka bir şeyim yoktur. Onlar da âilemin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”

Resûlullah elini yumdu, salladı ve şöyle buyurdu:

“–Cihat yok, sadaka yok, peki ne ile cennete gireceksin?!” Ben hemen:

“–Yâ Resûlallah, sana bey’at ediyorum!” dedim ve koştuğu bütün şartlar üzerine bey’at ettim. (Ahmed, V, 224; Hâkim, II, 89/2421; Beyhakî, Şuab, V, 8; Heysemî, I, 42; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 306, [Enfâl 8/16])

7- Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Cennette yüz derece vardır ki, Allah Teâlâ onları Allah yolunda cihat edenler için hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır. Allah’tan istediğinizde, Firdevs’i isteyiniz! Zira o, cennetin ortası ve en yüksek yeridir.” (Buhârî, Cihat, 4; Tevhîd, 22. Ayrıca bkz. Nesâî, Cihat, 18; Ahmed, II, 335, 339)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Cihat, güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkânları kullanmak mânâsındaki “cehd” kökünden gelir. Istılâhî mânâsı ise, “Dînî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücâdele etmek”tir. Cihat; kalp, dil, el, mal, can ve silâh gibi her türlü vâsıta ile yapılabilir.

Görüldüğü gibi cihat, İslâm’ı öğrenip muhâfaza etmeye ve devamını sağlamaya yardımcı olan her fiili içine alan geniş bir mânâya sahiptir. Bu sebeple cihatı savaştan ibaret görmek, hakikati ifade etmediği gibi cihatın Kur’ân ve Sünnet’te verilen anlam ve kapsamı bakımından da eksik ve yanlış bir anlayıştır.

Bu durumda “i’lâ-i kelimetullâh” yani Allah’ın dînini yüceltmek için gösterilen her türlü gayret ve çaba cihatdır. İnsan evvelâ Allah’a iman eder, sonra dînini öğrenerek hayatına hâkim kılar ve usûlü dâiresinde diğer insanlara da dînini ulaştırmaya çalışır. Buna karşı çıkanlarla, yine dînin koyduğu kâideler çerçevesinde mücâdele eder. Yani İslâm ile insan arasındaki bütün engelleri kaldırmaya gayret eder. Zira kendi irâde ve ihtiyarlarıyla, herhangi bir zorlama olmadan dîni kabul etmek isteyenlerin inanmasına imkân sağlamak, inancının gereğini öğrenmenin ve öğrendiğini yaşamanın zemînini hazırlamak, cihatın yegâne hedefidir.

Cihat, yeryüzünü her türlü zulümden ve şirkten arındırmayı, orada adâleti, şefkat ve merhameti hakim kılmayı gâye edinir. Bu, sadece Müslümanların değil, bütün insanların, diğer canlıların, hatta cansız varlıkların bile koruma altına alınması anlamına gelir. İslâm’ın hayat bahşeden cihatı ile, zâlimlerin her şeyi talan eden harbi arasındaki esas fark, burada görülmektedir.

Bu sebeple, İslâm binasının temeli iman, zirvesi ve en yüksek kubbesi de “cihat” olarak kabul edilmiştir. Allah Resûlü:

“Cihat amellerin zirvesidir; kubbesidir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 22/1658)

“İslâm’ın zirvesi cihattır” buyurmuştur. (Tirmizî, Îmân 8/2616; İbni Mâce, Fiten 12; Ahmed, V, 245-246)

Cihatın bütün faziletli amellerden daha üstün kılınması, Allah’ın irâdesini yeryüzüne hâkim kılmaya vesile olması ve insanları, hem bu dünyada hem de ebedî hayatta kurtuluşa nâil eylemesi sebebiyledir. Dîn ve dünyanın düzeni ona bağlıdır. Dolayısıyla bu gâyeye hizmet eden her adım, büyük bir kıymet ifade etmektedir.

Cihatın faziletini hakkıyla idrâk eden Ashâb-ı Kirâm, hayatları boyunca cihatdan cihata koşmuşlardır. Çok ileri yaşına rağmen, kendi yurdundan ayrılıp hiç tanımadığı, bilmediği uzak yerlerdeki insanların Müslüman olmalarını sağlamak ve onlara İslâm’ı öğretmek için oralara yerleşen ve bir daha geri dönmeyen binlerce sahâbî vardır.

Bunun bir misâlini veren şu rivâyet, ne kadar ibretlidir:

Hâris bin Hişam ile Süheyl bin Amr (r.a), Hz. Ömer’in yanına gelmişlerdi. Onu aralarına alarak oturdular. Bir müddet sonra ilk muhâcirler gelmeye başladı. Her bir muhâcir geldikçe Ömer (r.a), “Şöyle biraz açıl ey Süheyl! Biraz ileri git de yer ver ey Hâris!” diyerek onları kenara alıyordu. Sonra Ensâr gelmeye başladı. Ömer (r.a), yine Hz. Süheyl ile Hâris’e yeni gelen Ensâr’a yer vermelerini söyledi. Öyle ki onlar cemaatin en sonunda kaldılar. Hz. Ömer’in yanından çıktıklarında Hâris (r.a), Hz. Süheyl’e:

“–Ömer’in bize yaptığını gördün mü?” dedi. Süheyl (r.a) de:

“–Onu kınamaya hakkımız yok. Biz kendimizi ayıplayalım. Bu durumu başımıza kendimiz getirdik. Onun hürmet gösterdiği insanlar, İslâm’a çağrıldıkları zaman hemen koştular, beklemeden kabul ettiler. Biz ise yavaş davrandık ve geri kaldık!” dedi.

İnsanlar Hz. Ömer’in yanından dağılınca, Haris ile Süheyl (r.a) tekrar onun yanına varıp:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Bugün yaptıklarını gördük. Ancak şunu da biliyoruz ki bu durumu başımıza getiren, yine biziz. Acaba bu hatanın telâfisi mümkün müdür?” dediler. Hz. Ömer (r.a):

“–Bunun telâfisi, ancak şu şekilde olabilir” dedi ve Rûm tarafındaki cephelere işaret etti.

Bunun üzerine onlar da, cihat için çıkıp Şam’a gittiler ve şehitlik mertebesine nâil oluncaya kadar bir daha dönmediler. (Bkz. Ali el-Müttakî, XIV, 67/37953. Krş. Hâkim, III, 318/5227)

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah, hepsine de güzellik (cennet) vaad etmiştir ancak mücâhidleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. Kendi katından onlara yüce mertebeler, mağfiret ve rahmet vermiştir. Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nisâ 4/95-96)

İşte Ashâb-ı Kirâm ve onlardan sonra gelen sâlih mü’minler, Cenâb-ı Hakk’ın vaad ettiği ecir, üstünlük, mağfiret ve rahmete nâil olabilmek için cihat için koşturmuşlar, hiçbir zaman oturup kalmamışlardır. Çünkü Resûlullah onlara mallarıyla, canlarıyla, dilleriyle, yani bütün imkânlarıyla Allah yolunda gayret etmelerini emretmiştir.

CİHADIN ANLAMI NEDİR?

Birinci hadisimizde, Allah Resûlü cihatın mânâsının ne kadar geniş olduğunu göstermektedir. Yani cihat; malla, canla ve dille yapılabilmektedir.

Cenâb-ı Hak, malıyla cihat eden kullarına, kat kat fazlasını vereceğini vaad eder. Resûlullah bunu şöyle müjdeler:

“Allah yolunda malını harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 4. Ayrıca bkz. Nesâî, Cihat, 45)

Canıyla cihat eden için de pek çok müjdeler vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Tevbe 9/88)

“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff 61/10-11)

En faziletli insanın kim olduğu sorulduğunda, Allah Resûlü yine:

“–Canı ve malı ile Allah yolunda cihat eden mü’mindir” buyurmuştur. (Buhârî, Cihat, 2; Müslim, İmâret, 122)

BÜYÜK CİHAT NEDİR?

Dil ile cihata gelince, o da çok mühimdir. Bilhassa günümüzde dil, kağıt, kalem, kültür, ekonomi gibi güçlerle cihat etmek daha çok ehemmiyet kazanmıştır. Kur’ân-ı Kerim, ilâhi mesajın insanlara ulaştırılması açısından büyük ehemmiyet taşıyan tebliği, “büyük cihat” diye isimlendirmiştir.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur’ân ile) onlara karşı büyük bir cihatda bulun!” (Furkân 25/52)

Âyetteki “büyük cihat”, İslâm’ın yayılıp yüceltilmesi için elden gelen her şeyi yapmak ve bu dâvâ için bütün imkan ve kaynakları seferber etmek demektir.

Resûlullah, yapmadıkları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan kimseler hakkında:

“…Böyle kimselerle eliyle cihat eden mü’mindir, diliyle cihat eden mü’mindir; kalbiyle cihat eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi kadar bile iman yoktur” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 80)

Peygamber Efendimiz’in burada “cihat eden” tâbirini kullanması, câlib-i dikkattir. Şu hâlde dil ile iyiliği emredip kötülükten nehyetmek de bir cihatdır. Buna güç yetirilemediği takdirde, kalb ile buğzetmek ve dua etmek de bir cihattır. Ancak bu anlayış, hiçbir zaman cephede yapılan cihatı ihmal etme, küçümseme veya ondan vazgeçme mânâsına gelmez. Sadece cihatı el ile gerçekleştirilen veya cephede yapılan savaştan ibaret gören anlayışın eksik olduğunu ortaya koyar. Zira, her zaman cephede savaşmak gerekmeyebilir. Hatta bir çok muvaffâkiyetler, cephe hâricinde kazanılır. Hiç şüphesiz, Allah’ın dînini yaymanın ve insanlara İslâm’ı ulaştırmanın pek çok yolu ve metodu vardır. Cephede cihat edecek ordu bile, ancak tebliğ ve tâlim yoluyla meydana getirilebilir.

Hadisimizdeki dil ile cihat, harp meydanında mücâhidleri düşmanla savaşa teşvik eden, onların duygularını coşturan, cihatın faziletini anlatan sözler söylemek, şiir okumak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak şeklinde de anlaşılmıştır. Nitekim bâtılla uğraşan şâirleri ve bu yöndeki şiiri zemmeden âyetler nâzil olduğunda, meşhur şâirlerden Kâʻb bin Mâlik (r.a), Peygamber Efendimiz’e gelip:

“–Allah Teâlâ bildiğiniz gibi şiir hakkında bazı âyetler indirdi, bu hususta ne buyurursunuz?” demişti. Resûlullah ona:

“–Mü’min, kılıcı ve diliyle cihat eder. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizin dilinizle düşmana attığınız sözler, tıpkı ok atmak gibidir” buyurdu. (Bkz. Ahmed, III, 456; VI, 387)

Aynı şekilde, kâfir ve inkârcılara kötü âkibetlerini haber vermek, sapıklıklarını ve işlerinin bâtıllığını delilleriyle ortaya koymak da dil ile cihatdır. Yani İslâm için yapılan her türlü sözlü hizmet, dil ile cihata girer.

Cenâb-ı Hak, hangi şekilde olursa olsun kendi rızâsı istikâmetinde cihat eden ve bu yolda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan kullarını sevdiğini haber vermiş, o kullarının da kendisini sevdiğine şahitlik etmiştir. Bu, hakikaten Allah’ın büyük bir lûtfudur. (Mâide 5/54)

BU YOLDA YÜRÜMEK BİLE SEVAP

Cihatın mânâsı çok geniş olmakla birlikte, fiilî cihat, zorluğu ve hayata mâl olması sebebiyle hepsinden daha faziletli kabul edilmiştir. Bütün sulh imkânları tükendiği veya düşman saldırısıyla karşılaşıldığı takdirde, son çare olarak savaşa çıkmak zarûrî hâle gelebilir. Bu durumda her şeyi göze alarak yola çıkmak, elbetteki en faziletli amel-i sâlihtir. Nitekim ikinci hadisimizde bu maksatla sabah veya akşam birazcık yürümenin, bir Müslüman için dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Allah yolundaki bu gayretin üstünlüğü sebebiyle Cenâb-ı Hak, cihattan dönerken atılan adımları da aynen giderken atılanlar gibi faziletli kılmıştır.

Cihata hazırlık mâhiyetindeki her askerî hareket, askerlikte mühim bir yere sahip olan sabah ve akşam tâlimleri, hattâ kâfirleri öfkelendirecek herhangi bir yere ayak basmak bile, sevap kabul edilen davranışlardan olup hadisimizin muhtevasına dâhildir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah’ın Resûlü’nden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. Onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine sâlih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah, iyilik yapanların mükâfatını asla zâyî etmez.” (Tevbe 9/120)

CİHAT ETMENİN ŞARTI

Ancak cihatın sırf Allah rızâsı için yapılması şarttır. Nitekim, Peygamber Efendimiz’e:

“–Yâ Resûlallah! Bir adam ganimet için savaşıyor, bir başkası kendinden bahsedilsin diye savaşıyor, bir diğeri kahramanlığını göstermek ve ırkının üstünlüğünü ispat etmek için savaşıyor, bir diğeri de öfkesinden dolayı savaşıyor. Bunların hangisi Allah yolundadır?” şeklinde sorular sorulmuştu. Resûlullah:

“–Kim, Allah’ın dîni daha yüce olsun diye (i’lâ-yı kelimetullâh için) savaşırsa, sadece o Allah yolundadır” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Cihat, 15; Müslim, İmâre, 149-151)

CİHATA ERKEN DAVRANMANIN FAZİLETİ

Üçüncü hadisimizde, cihata erken davranmanın ve bu yoldaki birkaç saatin, Resûlullah ile birlikte namaz kılmaktan ve yeryüzündeki bütün mülkün tamamını infak etmekten daha ehemmiyetli olduğu bildirilmektedir. Resûlullah, cihata gönderdiği Abdullah bin Revâha’nın, kendisiyle birlikte namaz kılma arzusuyla arkadaşlarından bir müddet geri kaldığını görünce:

“–Yeryüzünde bulunan şeylerin tamamını infak etsen, onların erken çıkışlarındaki fazileti elde edemezsin” buyurmuştur.

Yine bir gün Allah Resûlü, bir kısım ashâbını gazveye göndermişti. İçlerinden biri geri kaldı. Âilesine:

“–«Resûlullah ile birlikte öğle namazını kılayım, sonra kendisine selâm verip vedâ edeyim» düşüncesiyle geri kalıyorum. Bir de bana dua buyursun ki o dua benim için kıyamette şefaatçi olsun” dedi.

Bu zât, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’le namaz kıldıktan sonra ona yöneldi ve selâm verdi. Resûlullah:

“–Arkadaşlarının seni ne kadar geçtiğini biliyor musun?” dedi. Sahâbî:

“–Evet, sabah erkenden aldıkları mesâfe kadar beni geçtiler” dedi. Bunun üzerine Resûlullah:

“–Nefsimi elinde tutan zâta yemin ederim ki, onlar fazilette seni, doğu ile batı arasındaki en uzak mesâfe kadar geçtiler” buyurdu. (Ahmed, III, 438)

CİHATTAN DAHA FAZİLETLİ AMEL VAR MI?

İşte, Allah yolunda atılan adımlar ve harcanan sâniyeler bu kadar kıymetlidir. Zira maksadı ve zorlukları îtibârıyla, cihat kadar üstün ve faziletli başka bir ibadet bulmak mümkün değildir. Nitekim dördüncü hadisimizde, cihata denk bir amel olup olmadığını soran zâta Resûlullah:

“–Cihata denk bir amel bilmiyorum!” buyurmuştur.

Müslim’deki rivâyete göre, bu sual iki veya üç defa tekrarlanmış, Rasûlullah her defasında:

“–Ona denk bir amel bulamazsınız!” cevabını vermiştir. Sonra da şöyle buyurmuştur:

“–Allah yolunda cihat eden kimsenin misâli, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan, Allah’ın âyetlerine hakkıyla itâat eden ve bu orucuna ve namazına, Allah yolunda cihat eden kişi cepheden dönünceye kadar hiç ara vermeden devam eden kimse gibidir.” (Müslim, İmâre, 110. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 1; Nesâî, Cihat, 17)

Soruyu soran sahâbî, Efendimiz’in sözlerini işitince, buna kimsenin güç yetiremeyeceğini kendiliğinden îtirâf etmek durumunda kalmıştır.

SINIRDA NÖBET TUTMANIN FAZİLETİ

Sadece cihat değil, onunla alâkalı her şey faziletlidir. Nitekim beşinci hadisimizde hudutta nöbet tutmanın faziletinden bahsedilmektedir.

Hadiste geçen “Ribât” kelimesi, Allah yolunda müdâfaa yapmak ve düşmanın hücûmuna mânî olmak üzere bir yerde hazır vaziyette beklemek demektir. Müslümanları muhâfaza etmek maksadıyla onlarla kâfirler arasında oluşturulan müşterek hududa da aynı isim verilir. İslâm ülkesiyle gayr-ı müslimlerin yaşadığı bir ülkenin sınırındaki hudut karakollarına da ribât denilir. Buralarda nöbet tutan mücâhidlere ise “murâbıt” denir.

Şu âyet-i kerimede, cihat için at besleme ve hazır bulundurmaya da ribât denildiği görülmektedir:

Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın! Bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz ancak Allah’ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz.” (Enfâl 8/60)

Âlimlerimiz bu âyetten hareketle, her devrin ihtiyacı olan bütün silâhlara sahip olmanın, savaş âlet ve malzemelerini îmâl edip hazır bulundurmanın Müslümanların en mühim vazifelerinden biri olduğunu ifade ederler. Demek ki cihatla alâkalı her türlü faaliyet ve hazırlık, faziletli bir amel-i sâlih olup hadisimizin müjdesine dâhil olmaktadır.

AT NEDEN BESLENİR?

Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“At, üç şey için beslenir: Bir kişi için ecir olur; diğeri için, muhtaç duruma düşmekten koruyan bir perde olur; bir başkası için de günâh olur. At beslediği için ecir kazanan kişiye gelince, o, atını Allah yolunda (cihat için) bağlamıştır. Atını bol otlu geniş bir alana veya çayırlığa bağlar, geniş bir alanda yayılabilmesi için de ipini uzun tutar. Bağlı olduğu yerde yediği otlar, sahibi için birer hasene olur. İpini koparır da koşarak bir iki tepeye çıkar iner, bir iki tur atarsa bu esnâda yerde bıraktığı bütün ayak izleri ve çıkardığı gübreleri de sahibi için hasene olur. Bir de hayvan bu esnâda bir nehre uğrayıp su içerse, -sahibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sâhibî için hasene olur…” (Buhârî, Menâkıb, 28)

Ribâtın ilk mânâsıyla, sınırlarda bir gün nöbet tutan kişi, tam bir ayı gündüzleri oruç tutarak geceleri de muhtelif ibadetlerle ihyâ etmiş gibi sevap kazanır. Şayet kişi bu vazifenin başında vefat ederse, yaptığı amel-i sâlih sadaka-yı câriye hâline dönerek kıyâmete kadar nöbet tutuyormuş gibi sevap kazanır. Cihatla alâkalı bir vazife îfâ ederken vefat ettiği için şehit sayılır ve hemen cennet nimetlerinden istifâde etmeye başlar. İnsanlar için en zorlu geçit olan kabrin sıkıntılarından ve meleklerin suallerinden peşinen kurtulur.

İşte ribât, insanı kabrin dehşetli manzaralarından kurtaran faziletli bir hayırdır. Çünkü o, insanların dînini, canını, malını, ırz ve namusunu muhâfaza etmek ve milletin fertlerini hürriyet içinde yaşatmak için katlanılan meşakkatli bir hizmettir.

CENNETE GİRMEYE VESİLE OLAN İBADET

Altıncı hadisimizde, mal ve canla cihatın, cennete girmeye vesîle olan en mühim ibadetlerden olduğu bildirilmektedir. Kendisine bey’at edip bağlılığını ifade etmek üzere gelen sahâbîye, Resûlullah bazı şartlar ileri sürmüştür. Bunların içinde, sadaka ve zekât vermekle cihat etmek de vardır. Sahâbî ölüm korkusuyla cihatı terk ederek Allah’ın gazabına uğramaktan korktuğunu ve âilesinin geçimine ancak yeten malından sadaka veremeyeceğini söyleyince, Allah Resûlü elini sıkıp sallamış ve:

“–Cihat yok, sadaka yok, peki ne ile cennete gireceksin?!” buyurmuştur.

Allahu a’lem Peygamber Efendimiz, elini yumarak, insanı cihat ve sadakadan alıkoyan şeyin, onu demir bir zırh gibi sıkan cimrilik olduğuna işaret etmek istemiştir.

Demek ki cihat ve sadaka, dini yaşama ve cenneti kazanmanın iki önemli vâsıtasıdır. Zira mal ve canla Allah yolunda gayret etmek, işin başı ve dînin zirvesidir. Cihat ve sadaka ortadan kalktığında din zayıflar ve fitneler ortalığı kaplar. O zaman insanların kalblerine dünya sevgisi dolar, cihatı zarar olarak görüp zekât vermeyi altından kalkılması zor, ağır bir borç şeklinde telâkkî ederler.

Bu sebeple sahâbî, Resûlullah Efendimiz’in anlamlı sorusu üzerine işin ciddiyetini kavramakta gecikmemiş, derhal bütün şartları kabul ederek bey’atte bulunmuş ve cihatlara iştirak etmiştir. Nitekim kaynaklarımızda o zâtın, Hz. Ömer devrinde Medâin fethine katıldığı kaydedilmektedir. (İbn-i Asâkir, Târîhu Dımeşk, X, 308)

CENNETİN EN YÜKSEK MAKAMINA ULAŞTIRAN AMEL

Cennete girmeyi sağlayan cihat, bununla kalmayıp, kişiyi cennette en yüksek makamlara ulaştırmaktadır. Yedinci hadisimizde, cennette şehitler için hazırlanmış yüz derecenin bulunduğu ve her birinin arasındaki mesâfenin, yerle gök arası gibi çok uzak olduğu haber verilmiştir. Hadisimizde mücâhitlerin, Firdevs Cenneti’ne yani cennetin en yüksek mevkiine nâil olacağına dâir de bir işaret vardır.

Allah Resûlü şöyle buyurur:

“Cennete giren hiç kimse, yeryüzündeki her şey kendisine verilse bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, (cennette) gördüğü muhteşem îtibar ve ikram sebebiyle (ve şehitliğin faziletini anladığı için) tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.” (Buhârî, Cihat, 21; Müslim, İmâre, 109. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fedâilü’l-Cihat, 13, 25)

Şehitler, daha dünyalarını değiştirdikleri andan itibaren Cenâb-ı Hakk’ın nâmütenâhî nimetlerine nail olmaya başlarlar. Mesrûk (r.a) şöyle anlatır:

“Abdullah ibn-i Mes’ûd’a şu âyet-i kerimeyi sorduk:

«Allah yolunda öldürülenleri asla ölü sanma! Bilâkis onlar Rabbleri katında diri olup rızıklanmaktadırlar.» (Âli İmrân 3/169)

Abdullah (r.a) şu cevabı verdi:

«–Evet, biz bu âyet-i kerimeyi (vaktiyle Resûlullah Efendimiz’e) sorduk. Şöyle buyurdular:

“Onların ruhları bir takım yeşil kuşların karınlarındadır. (Veya onların ruhları yeşil kuşlar sûretindedir.) Onların Arş’a asılı kandilleri vardır. Cennet’te istedikleri yerde dolaşır; sonra bu kandillere girerler. Rabbleri onlara (keyfiyetini bilemediğimiz) bir şekilde bakar ve:

«–Bir şey arzu eder misiniz?» diye sorar. Onlar:

«–Daha ne isteyelim, işte Cennet’te dilediğimiz yerde dolaşıyoruz!» derler.

Cenâb-ı Hak bunu kendilerine üç defa sorar. Şehitler, bunun kendilerine devamlı sorulduğunu görünce:

«–Yâ Rabb! Ruhlarımızı bedenlerimize iade buyurmanı dileriz! Tâ ki Sen’in yolunda bir daha şehit edilelim!» derler.

Cenâb-ı Hak onların bir isteklerinin olmadığını görünce kendilerini bırakır”».” (Müslim, İmâret, 121)

Diğer mü’minler kabirlerinin etrafında kıyameti beklerken, şehitler doğrudan Cennet’e gider, istedikleri nimetlerden rızıklanır, Allah’ın Yüce Arş’ına kadar çıkıp oralarda kalırlar.

Cihat ve mücâhitler bu derece faziletli olursa, tabiî ki cihatı terk edenler de o derece ağır bir vebâl altına girmiş ve kendilerini tehlikeye atmış olurlar.

Resûlullah şöyle buyurur:

“Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihata çıkan gâzinin âile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır.” (Ebû Dâvûd, Cihat, 17/2503. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Cihat, 5)

“Iyne  yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, ziraatı tercih edip cihatı terk ettiğiniz zaman, Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dîninize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 54/3462)

YAŞLI MÜCAHİT

Öküzlerin kuyruğuna yapışıp ziraatı tercih etmekten maksat, cihat edilmesi gereken bir zamanda cihatı terk edip dünyevî işlerle meşgul olmaktır. Bu durum, insanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atma gafletinden başka bir şey değildir. Bunu gösteren şu rivâyet, pek çok ibretler ihtivâ etmektedir:

Emevîler devrinde, Hâlid bin Velid’in oğlu Abdurrahman’ın komutasındaki İslâm ordusu, Allah Resûlü’nün İstanbul’un fethiyle ilgili müjde ve iltifâtına nâil olmak ümîdiyle yola çıkmıştı. Ordunun içinde Eyüp Sultan (r.a) da bulunmaktaydı. Rumlar arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırken, Ensâr’dan bir zât, atını Bizanslıların ortasına kadar sürdü.

Bunu gören mü’minler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız!” âyetini hatırlayarak:

“–Lâ ilâhe illâllah! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor!” dediler.

Bunun üzerine Eyüp Sultan Hazretleri şöyle dedi:

“–Ey mü’minler! Bu âyet, biz Ensâr hakkında nâzil oldu. Allah Teâlâ, Peygamberi’ne yardım edip dînini gâlip kıldığında biz, «Artık mallarımızın başında durup onların ıslâhı ile meşgul olalım» demiştik. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Resûlü’ne:

«Allah yolunda infak ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz, zira Allah, (iyilikte bulunan ve ihsân şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever»  âyetini vahyetti.

Bu âyet-i kerimedeki, kişinin «kendi eliyle kendisini tehlikeye atması»ndan maksat, bizim bağ ve bahçe gibi dünya malıyla uğraşmaya dalıp, cihatı terk ve ihmal etmemizdir.”

Eyüp Sultan Hazretleri, seksen yaşının üzerinde olmasına rağmen cihatı terk etmedi. Şehit olup İstanbul’da defnedilinceye kadar Allah yolunda cihat etmeye devam etti. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihat, 22/2512; Tirmizî, Tefsîr, 2/2972)

Kaynak: Dr. Murat Kaya Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

CİHADIN ANLAMI VE ÇEŞİTLERİ

Cihadın Anlamı ve Çeşitleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.