Cihat Nedir, Nasıl Yapılır?

Cihat ne demektir? Cihat nedir, nasıl yapılır? Cihat neden yapılır? İslam’da cihadın hükmü ve yeri...

Cihat, din uğruna yapılan savaş demektir.

CİHADIN ANLAMI

Umûmî mânâsıyla cihat, kişinin nefsini tezkiye ve terbiye ile uğraşması, Allâh’ın emirlerini ihlâsla yerine getirmesi, haramlarından kaçınması,[1] Müslüman kardeşine nasihatte bulunması, Müslüman olmayan birine İslâm’ı delilleriyle anlatıp iknâ etmesi[2] ve dînini, nâmusunu, canını, vatanını, neslini, malını mülkünü korumak, İslâm’ı yaymak ve buna mânî olan engelleri ortadan kaldırmak için can, mal, dil ve diğer bütün imkânlarla mücâdele ve muhârebe etmesi mânâlarına gelir.[3]

Bu sebeple cihat kelimesi, nefisleri ıslâh edip Allâh Teâlâ’nın rızâsı için, i’lây-ı kelimetullâh (Allâh’ın dînini yüceltmek) uğrunda fert ve cemiyet olarak İslâmî bir hayat yaşama maksadıyla sarf edilen bütün cehd ve gayretleri ifâde etmektedir. Bu bakımdan Allâh Resûlü’nün yirmi üç senelik nübüvvet hayâtının tamâmen bu uğurda geçtiğini söylemek mübâlağa sayılmaz.

CİHAT NASIL YAPILIR?

Allâh Teâlâ can ve mal nîmetlerini birer imtihan sebebi kılmış ve bunlarla kendi yolunda cihat etmemiz için pek çok îkazda bulunmuştur. Nitekim bu husustaki âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Peygamber ve O’nunla berâber inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (et-Tevbe, 88)

“Ey îmân edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti göstereyim mi? Allâh’a ve Resûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allâh yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (es-Saff, 10-11)

Bir gün ashâb-ı kirâm, Varlık Nûru Sevgili Peygamberimiz’e:

“–Yâ Resûlallâh, hayırlı insan kimdir?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz de:

“–Canı ve malı ile Allâh yolunda cihat eden mü’mindir.” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 2; Müslim, İmâret, 122)

Âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde ifâde buyrulan mal ve can ile cihâddan maksat, yalnız silâhla savaşmak değildir. Zîrâ silâh, zulmü kaldırmak, hakkı tevzî etmek gibi zarûret hâllerinde kullanılan bir vâsıtadır. Asıl fetih ise gönüllerin fethidir ki, o, başta sözlü ve yazılı teblîğ olmak üzere pek çok vâsıta ile îfâ edilebilir.

BÜYÜK CİHAT NEDİR?

Nitekim cihat âyetlerinin çokça indiği Mekke döneminde mü’minlerin henüz ciddî bir harp gücü yoktu. Onlar, câhiliye insanlarının terörüne karşı İslâm’ı, yâni insanlığı, hakkı, adâleti tevzî ve teblîğ adına sâdece bir mü’min şahsiyeti sergileyebiliyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm, onların bu hâlini “büyük cihat” diye isimlendirmiştir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Kâfirlere aslâ boyun eğme! Ve bu (Kur’ân) ile onlara karşı büyük bir mücâhede örneği sergile!” (el-Furkân, 52)

Âyette geçen “جِهَادًا كَبِيرًا” tâbiri, İslâm’ın gâlip gelmesi, yâni insanlığın hidâyet ve huzur bulması yolunda bütün imkân ve kaynakları seferber etmek ve Allâh’ın dînini yüceltmek için hâl ve kāl ile teblîğde bulunmak demektir. Gerçekten de teblîğ yaparak cihatta bulunmak, düşmana karşı silâhla mücâdele etmekten daha mühim ve daha faydalıdır. Peygamber Efendimiz de ilk yıllarda cihâdını sâdece Kur’ân-ı Kerîm ile yapıyordu.

Kur’ân-ı Kerîm’de insanları hidâyete kavuşturma gâyesiyle “Allâh yolunda cihat etme”ye dâir pek çok ifâde yer almaktadır. Ancak bunların mahdud bir kısmında sıcak savaş demek olan kıtâlden bahsedilir ki, o da ancak zarûret durumunda söz konusu olabilir.

İSLAM’DA SAVAŞ HUKUKU

Hazret-i Peygamber’in katıldığı gazveler, umûmiyetle müdâfaa harbidir. Bedir, Uhud ve Hendek’te olduğu gibi... Mûte ve Tebük, muhtemel bir saldırıyı bertarâf etmek için yapılan bir müdâfaadır. Mekke’nin fethi ise, Müslümanların gasbedilmiş haklarının geri alınması düşüncesiyle ve Mekkelilerin, Müslümanlarla yaptıkları antlaşma şartlarını ihlâl etmeleri üzerine vukû bulmuştur. Yâni “Rahmet Peygamberi” olan Allâh Rasûlü’nün bütün harplerinin temelinde engin bir merhamet ve adâlet düşüncesi yer almış ve her hareketi insanlık için büyük bir rahmet olmuştur. Zîrâ İslâm’da savaşın asıl hedefi; insanları öldürmek[4], ganîmet elde etmek, yeryüzünü tahrip etmek, şahsî çıkar sağlamak, maddî menfaat elde etmek veya intikam almak değil; bunların aksine, zulmü ortadan kaldırmak, inanç hürriyetini temin etmek, insanları hidâyete kavuşturmak ve her türlü haksızlığı gidermektir.

Allâh Resûlü’nün bütün savaşları umûmî olarak ele alındığında şu görülür ki, İslâm’da müdâfaa ve i’lâ-yı kelimetullâh, yâni Allâh’ın dînini yüceltmek gâyeleri dışında yapılabilecek bir harp yoktur. Sırf toprak elde etmek için yapılan savaşlar, insanlığın yüz karası bir zulümdür. Hâlbuki İslâm’da savaş, mutlakâ hakkı tevzî, hidâyete vesîle olmak ve zulmü bertarâf etmek gibi ulvî maksatlara dayanır. Zîrâ Kur’ânî ifâdeyle:

“…Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim (de) bir canın hayatta kalmasına vesîle olursa bütün insanlara hayat bahşetmiş gibi olur…” (el-Mâide, 32)

İşte bu ölçüler dâhilinde ve İslâmî gâyeler uğrunda mü’minlerin mallarıyla ve canlarıyla yapacakları her türlü gayret ve fedâkârlık, Hak katında Cennet’i satın almak gibi büyük bir ilâhî lutfa medâr olacaktır. Ancak her hususta olduğu gibi bu hususta da ihlâs çok mühimdir. Nitekim Abdullâh bin Amr (r.a.):

“–Yâ Resûlallâh! Bana cihat ve gazâ hakkında bilgi ver.” deyince Peygamber Efendimiz:

“−Ey Abdullâh! Eğer sen Allâh’ın rızâsını umarak ve zorluklara katlanarak çarpışırsan, Allâh da seni kıyâmet günü o hâl üzere diriltir. Eğer sen gösteriş ve övünme için çarpışırsan Allâh da seni kıyâmet günü o hâl üzere diriltir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 24/2519)

Yine Peygamber Efendimiz’e bir bedevî gelip:

“–Şeref ve şan kazanmak, medhedilmek, ganîmet elde etmek veya gösteriş için çarpışan kimse hakkında ne buyurursun?” diye sordu.

Başka birisi de:

“–Yâ Resûlallâh! Allâh yolunda savaşmak nedir? Kimi kızarak, kimi hamiyetinden dolayı savaşıyor.” diye sordu.

Allâh Resûlü:

“–Kim yalnızca Allâh’ın dîni en yüce olsun diye çarpışırsa, işte onun cihâdı Allâh yolundadır!” buyurdu. (Buhârî, İlim, 45; Müslim, İmâre, 149-150)

Birisi de:

“–Yâ Resûlallâh! Bir adam Allâh yolunda çarpışmak ve aynı zamanda dünyâ malından bir şeyler elde etmek de isterse, buna ne buyurursunuz?” diye sorunca Peygamber Efendimiz:

“– Ona bir ecir ve sevap yoktur!” buyurdu.

Bu cevap ashâb-ı kirâma çok ağır geldi. (Çünkü bu derece ihlâs sâhibi olabilmek çok zordu.) Ashâb, soruyu soran sahâbîye:

“–Sen Resûlullâh’a sorunu tekrarla. Herhâlde cevâbı iyi anlayamadın.” dediler. (Çünkü ashâb, daha kolaylaştırıcı bir cevap almayı umîd ediyorlardı.) Adam bu minvâl üzere sorusunu üç kez tekrarladı. Efendimiz her seferinde:

“–Ona sevap yoktur!” cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 24/2516)

ALLAH YOLUNDA CİHADIN FAZİLETİ

Peygamber Efendimiz’in fem-i saâdetlerinden Allâh yolunda cihâdın fazîletine dâir pek çok hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

“Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibâdetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet esnâsında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevâbı kıyâmete kadar devâm eder, şehit olarak rızkı da devâm eder ve kabirdeki suâl meleklerinden emniyet içinde olur.” (Müslim, İmâre, 163)

“Allâh yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyâdan ve dünyâ üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının Cennet’teki yeri, dünyâdan ve dünyâ üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun, Allâh yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyâdan ve dünyâ üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihâd 6, 73, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113-114)

 “Allâh Teâlâ kendi yolunda cihâda çıkan kimseye: «Onu sâdece benim yolumda cihat, bana îman, benim rasûllerimi tasdîk yola çıkarmıştır.» buyurarak kefil olur. Allâh o kimseyi şehîd olursa cennete koymaya, gâzî olursa mânevî ecre ve dünyâlık ganîmete kavuşmuş olarak evine döndürmeye kefil olur. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, Allâh yolunda açılan bir yara, kıyâmet gününde açıldığı gündeki şekliyle gelir: Rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur.” (Müslim, İmâre, 103; Nesâî, Îman, 24)

“Cennete giren hiç kimse dünyâya geri dönmek istemez. Yeryüzünde bulunan her şey (kat kat fazlasıyla) orada da vardır. Ancak şehit, gördüğü ikram sebebiyle dünyâya on defâ dönüp her seferinde şehit düşmeyi temennî eder.” (Buhârî, Cihâd, 21; Müslim, İmâre, 108-109)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allâh yolunda gösterdiği gayretlerin ve yaptığı gazâların gâyesini şöyle açıklamıştır:

“Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allâh’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmak bana emrolundu. Onlar bunu kabûl edince, İslâm’ın emrettiği cezâlar hâriç, canlarını ve mallarını elimden kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Îman, 17)

Bu sebepledir ki Allâh Resûlü gece baskın yapmayıp sabahı bekler, ezân sesi işitecek olursa dururdu.[5] Gönderdiği seriyyelere de:

“Bir mescid gördüğünüz veya müezzinin sesini işittiğiniz zaman, orada hiç kimseyi öldürmeyin!” buyururdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 91/2635; Ahmed, III, 448-449)

Müslim bin Hâris (r.a.) şöyle anlatır:

Resûlullâh bizi bir seriyye ile göndermişti. Hücûm edeceğimiz yere geldiğimizde atımı hızlandırarak arkadaşlarımı geçtim. Feryâd eden kadınlar ve çocuklarla karşılaştım. Onlara:

“–Canınızı kurtarmak ister misiniz?” diye sordum. “Evet.” dediler.

“–Öyleyse «Lâ ilâhe illâllâh Muhammedün Resûlullâh» deyiniz de kurtulunuz.” dedim. Onlar da bunu söylediler. Arkadaşlardan bâzıları:

“–Sen bize ganîmeti harâm ettin.” diyerek bu davranışımdan dolayı beni kınadılar. Resûlullâh’ın yanına döndüğümüz zaman da yaptığım şeyi O’na haber verdiler. Allâh Resûlü beni çağırıp hareketimi takdîr etti ve:

“–Muhakkak ki Allâh sana onlardan her bir insan için şu kadar şu kadar sevap yazdı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5080)

Büreyde (r.a.) anlatıyor:

Resûlullâh (s.a.s.) Efendimiz, herhangi bir askerî birliği cihâda göndereceği zaman kumandana, Allâh’a karşı takvâlı, yanındaki Müslümanlara karşı hayırlı olmasını ve iyi davranmasını tavsiye eder sonra da şöyle buyururdu:

“Allâh’ın ismiyle, Allâh’ın yolunda gazâ ediniz. Allâh’ı tanımayanlarla çarpışınız. Ganîmet mallarına hıyânette bulunmayınız. Zulüm etmeyiniz. Burun, kulak kesmeyiniz. Çocukları öldürmeyiniz. Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman, onları şu 3 şeyden birini kabûle dâvet ediniz:

  1. Onları İslâm’a dâvet edin. İcâbet ederlerse kendilerini serbest bırakın.
  2. Eğer Müslüman olmazlarsa, onları cizye vermeye dâvet edin. Buna icâbet ederlerse yine kendilerini serbest bırakın.
  3. Eğer cizye vermeyi de kabûl etmezlerse, Allâh’tan yardım dileyerek onlarla savaşın!..” (Müslim, Cihâd, 3; Tirmizî, Siyer, 48/1617; Ahmed, V, 352, 358)

Dipnotlar:

[1] Nesâî, Hac, 4. [2] Ahmed, III, 456. [3] Bu hususla ilgili âyetler için bkz. en-Nisâ, 95; el-Enfâl, 72; et-Tevbe, 20, 41, 44, 81, 88. Hadîs-i şerîfler için bkz. Buhârî, Mezâlim, 33; Müslim, Îman, 226; Ebû Dâvûd, Sünnet, 28-29. [4] Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, 29’u gazve ve 91’i seriyye olmak üzere düzenlediği toplam 120 askerî harekâtta öyle bir merhamet siyâseti izlemiştir ki, bütün Arap Yarımadası’nı idâresi altına aldığı hâlde, Müslüman ordusunda da düşman ordularında da fazla kan dökülmesine meydan vermemiştir. Allâh Resûlü’nün 11 sene zarfında çeşitli sebeplerle gerçekleştirdiği büyüklü küçüklü 120 askerî faâliyette -sahih rivâyetlere göre- Müslümanlardan yaklaşık 340 küsur şehîd verilmiştir. Düşman kayıpları ise yaklaşık 800 küsur kişidir. Yâni irili ufaklı 120 savaşta ölenlerin sayısı toplamda sâdece 1200 kişi kadardır. Peygamber Efendimiz’in bizzat katıldığı gazveleri esas alacak olursak, yapılan 29 gazvenin 16 tanesinde fiilî olarak hiçbir çatışma çıkmamış, fakat hedef gerçekleştirilmiştir. 13 gazvede ise fiilî çatışma meydana gelmiş ve müslümanlardan yaklaşık 140 kişi şehîd olmuş, düşmandan ise yaklaşık 335 kişi öldürülmüştür. Fahr-i Kâinât Efendimiz, birçok yeri cephe açılmasına mahal vermeden, firâset ve basîret dolu bir ilm-i siyâset tâkib ederek kendine bağlamaya muvaffak olmuştur. Yine birçok yeri de halkın hidâyete ermesi sûretiyle teslim almış ve bunu daha üstün addederek silâh kullanmaktan mümkün olduğunca kaçınmıştır. Bâzen siyâset ve diplomasiyi kuvvetli bir istihbâratla birleştirerek, düşmanı savaşmaktan vazgeçirmeye muvaffak olmuş ve böylece, dökülen kanın asgarî seviyede kalmasını temin etmiştir. Savaşın müsbet sonuçlanması için, ordu kumandanlarının gönderilen bölgeden olması veya düşman kabîleye mensûb olması bilhassa tercih edilmiştir. Ayrıca Allâh Resûlü askerlerine sözlerinde durmalarını, aşırıya gitmemelerini, ahitleri bozup zulmetmemelerini, boş yere insanları öldürmemelerini, özellikle kölelere, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve manastırlara çekilmiş münzevîlere dokunmamalarını, hurmalıklara zarar vermemelerini, ağaçları kesmemelerini ve binâları yıkmamalarını da tembih etmiştir. (Bkz. Elşad Mahmudov, Sebep ve Sonuçları İtibâriyle Hazret-i Peygamber’in Savaşları, 2005, M.Ü.S.B.E. Basılmamış Doktora Tezi.) [5] Buhârî, Ezân, 6; Müslim, Salât, 9.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

CİHAT NE DEMEK?

Cihat Ne Demek?

CİHADIN ANLAMI VE ÇEŞİTLERİ

Cihadın Anlamı ve Çeşitleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.