Cennete Koşan Hayatlar

Beşeriyetin en büyük ahlâk âbidesi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O’nun en iyi tâkipçileri de ashâb-ı kirâm ve Hak dostlarıdır. Onların izinden yürümenin kadrini idrâk ederek yaşayan mü’minler de, insanlık şeref ve haysiyetine yaraşır bir ahlâk-ı hamîdeye sahip olmuşlardır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün insanlığa, hattâ kâinâttaki bütün yaratılmışlara rahmet oldu. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ulvî teşrîfiyle, cihânın kararmış ufukları nûra gark oldu, insanlığın beklediği yeni bir saâdet sabahı zuhûr etti. Kalpler nurlandı, basîretler açıldı, hayatın bulanık akışları duruldu. O yüce Peygamber’in feyz ve bereketiyle âlem, ebedî bir bahara kavuştu. İnsanlığı hakîkî şeref ve haysiyetine, hayır-hasenâta, hakka, adâlete ve müsâvâta O erdirdi. Hayat ve ebediyetin sırrını O öğretti.

MODEL İNSAN GERÇEK İNSANLIK

O yüce Peygamber, ümmî bir toplumda yetişti. Lâkin getirdiği Yüce Kitâb ile dünya kütüphânelerine ışık kaynağı oldu. Gönülleri hikmet, sır ve ledünnî ilimle doldurdu. O Mübârek Kitâb’ın gelişiyle minberler, mihraplar, kürsüler, Hakk’ın hakîkat derslerini okutmaya başladı.

Yine O Rahmet Peygamberi, bize sessiz kâinât kitabının sayfalarını araladı. Gizli ve meçhul dillerin zikir ve tesbihâtına tercüman oldu. İnsanlık haysiyetini kaybetmiş ve hayvânî bir hayata dalmış nice toplumları gerçek insanlık izzet, şeref ve haysiyetine kavuşturarak gönüllerdeki muhabbet sarayının sultânı oldu.

Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün bir beşeriyet için örnek şahsiyet kılmıştır. Allâh’ın râzı olduğu huy ve davranışlardan ibâret olan güzel ahlâk, Allah Rasûlü’nün mübârek lisan ve tatbikâtı ile beşeriyete tebliğ olunmuştur.

Nitekim Peygamber Efendimiz’in ahlâkını soranlara Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-: “O’nun ahlâkı Kur’ân’dır.” buyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn 139)

PEYGAMBERİMİZ'İN (S.A.V.) EN İYİ TAKLİPÇİLERİ

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, canlı bir Kur’ân mâhiyetindeki ömrü boyunca, her hâl ve hareketiyle pâk kalb-i şerîfine indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in fiilî bir tefsîri olmuştur. Cenâb-ı Hak O’nun ahlâkını tekrîm sadedinde:

(Ey Rasûlüm!) Muhakkak ki Sen’in için tükenmeyen bir mükâfât vardır. Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin!” (el-Kalem, 3-4) buyurmuştur.

Beşeriyetin en büyük ahlâk âbidesi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O’nun en iyi tâkipçileri de ashâb-ı kirâm ve Hak dostlarıdır. Onların izinden yürümenin kadrini idrâk ederek yaşayan mü’minler de, insanlık şeref ve haysiyetine yaraşır bir ahlâk-ı hamîdeye sahip olmuşlardır.

Sahâbe-i kirâm, gönüllerini Allah Rasûlü’nün muhabbetiyle doldurup, O’na her hususta itaat etmek sûretiyle O’nun ahlâkıyla ahlâklandıkları için Cenâb-ı Hakk’ın medh ü senâsına nâil oldular. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(İslâm’a girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara ihsân üzere (güzellikle) tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (et-Tevbe, 100)

GÜZELLİKLERE TABİ OL

Bizler, artık sahâbî olma imkânına sahip değiliz. Ancak âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere “onlara güzellikle tâbî olan” mü’minlerden olup Hak Teâlâ’nın rızâsına nâil olma imkân ve ihtimâlimiz, hayâtımız müddetince bâkîdir.

Ashâb-ı kirâmdan sonraki asırlarda da Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkını bizlere en güzel aksettirenler, Allah dostlarıdır ki Cenâb-ı Hak onları bizlere numûne olarak göstermektedir. Onlar:

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de!” (Yûnus, 62) âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere Hak katında pek ulvî bir mevkîye sahiptirler. Şüphesiz ki bu ilâhî teminattan nasîb alabilmek için o Hak dostlarının izinden gitmek îcâb eder.

DAVRANIŞ GÜZELLİKLERİ

Ashâb-ı kirâm ve Hak dostları, Allah Rasûlü’nün mü­bâ­rek şah­si­ye­tin­den lâyıkı vechile his­se ala­rak O’n­da fâ­nîleştikleri için, hayatları boyunca sergiledikleri bütün davranış güzellikleri, esâsen O Varlık Nûru’nun ahlâk-ı hamîdesinden akseden fazîlet numûneleri hükmündedir. Zira nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Âlemde bir çiçek bile açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, o yüzden varız... O, solmayan, aksine gün geçtikçe tâzelik ve tarâveti daha da artan, serâpâ nurdan ibâret bir gonca-i ilâhîdir.

Ümmet-i Muhammed olarak bizler de ashâb-ı kirâm ve onların rahle-i tedrîsinde yetişen tabiîn gibi Allah Rasûlü’nün muhabbetiyle dolup O’nun yüce ahlâkını tahsîle tâlip olmak mecbûriyetindeyiz. Aradan geçen asırlara rağmen onların hiçbir zaman eskimeyecek, solmayacak güzelliklerini yaşayıp yaşatma gayreti içinde olmalıyız. Zira Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hakîkî ümmeti olma şeref ve bahtiyarlığına liyâkatin bedeli budur.

Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki biz âciz kullarını meccânen, yani bir bedel ödemeksizin Habîb-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmeti olmakla şereflendirdi. Bu ilâhî lutfun hakîkatine ererek Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbetine ve “kardeşlerim” iltifâtına lâyık olabilmenin yolu, O’nun Sünnet-i Seniyye’sine sımsıkı sarılmak ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır.

Aslında, bir ya­ra­tı­lış hâ­ri­ka­sı olan Fahr-i Kâ­inât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efen­di­miz’i ve O’nun ahlâk-ı hamîdesini, be­şe­rî istîdat ve tâ­kat dâ­hi­lin­de tam olarak kav­ra­ya­bil­mek ve beşer kelâmının mahdut imkânlarıyla lâyıkı vechile ifâde edebilmek müm­kün de­ğil­dir. Çünkü bu âlem­den alı­nan in­ti­bâ­lar, O’nu îzah ve idrâkte ki­fâ­yet­siz ka­lır. Bir bar­da­ğa, bir um­mâ­nı sığ­dır­mak müm­kün ol­ma­dı­ğı gi­bi, Fahr-i Kâinât Efendimiz’i lâyıkıyla id­râk etmek de müm­kün de­ğil­dir. O’nu ve Asr-ı Saâdet’i anlatmak sadedinde dilimizden dökülenler ise, âciz idrâkimize O’nun eşsiz güzelliklerinden yansıyan kırıntı kabîlinden nasiplerdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.