Cennete Girecek Üç Kişi

Allahüteala bir lokma ekmek, bir avuç hurma ve yoksulun faydalanacağı buna benzer bir şey vesilesiyle üç kişiyi Cennet’ine koyar: 1. Evin sahibi ve onun (sadakanın) verilmesini emreden kişi. 2. Verilecek şeyi hazırlayan evin hanımı. 3. Sadakayı yoksulun eline veren hizmetçi.”

Şöyle bir düşünecek olursak, Rabb’imizin mülkünde yaşıyoruz. Onun nîmetleri ile rızıklanıyoruz. Mâlî ibâdetlerde ihmalkârlık gösterenler düşünmüyorlar mı ki, acabâ kimin malını kimden esirgiyorlar?!

Hakîkatte mülk, mutlak olarak Allâh’a âittir. İnsanların mâlikiyeti ise, devre-mülk gibidir. Dünya malı, Allâh’ın kuluna verdiği bir emânettir. Fertlerin onu istediği gibi kullanması, aslâ tasvip edilemez. O, mülkün hakîkî sahibinin emrettiği istîkâmette kullanılmalıdır.

Bu durumda, infak eden kişi, aslında kendi malını değil, Allâh’ın ihsân ettiği malı yine Allâh’ın bir kuluna vermiş olmaktadır.[1] Bu sebeple Allah Teâlâ, zekâtı, imkânı olan kişilerin muhtaç olanlara vermesi gereken bir hak olarak tâyin etmiştir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Onların mallarında sâilin (muhtâcın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin) mâlûm bir hakkı vardır.” (el-Meâric, 24-25; ez-Zâriyât, 19)

Bunun için ilâhî ahlâka ve lûtfa nâil olmak isteyen her kul, istifâde ettiği dünya nîmetlerinden muhtaçları ve muzdaripleri de istifâde ettirmek mecbûriyetindedir. Zira asıl gâye, elinden ve dilinden insanların istifâde ettiği bir mü’min hâline gelip Allâh’ın rızâsına nâil olabilmektir.

ZEKÂT VE İNFÂKLARDAKİ BEREKET

Cemiyetin mağdur insanlarını sevindiren zekât, aslında, alandan ziyâde verene fayda sağlar. Hakîkaten “temizlik”, “sâfiyet” ve “bereket” mânâlarını ifâde eden “zekât” kelimesi, insanın bâzı kalbî hastalık ve kötülüklerden arınması, malın temizlenip artması gibi son derece mühim faydaları hâizdir.[2] Öyle ki gönlün arınması, rûhun sâfiyet kazanması ve nefsin tezkiyesindeki bu temizlik keyfiyeti, enbiyânın gönderiliş hikmetlerinden de biridir.

Zekât, fıtratı îcâbı mala düşkün olan insanın mal hırsını azaltmak sûretiyle onun hakîkî muhabbet ve bağlanmaya lâyık olan Cenâb-ı Hakk’a yönelmesini de temin eder. Kişinin, Allah muhabbetini gölgeleyen her şeyi içinden atarak tevhîdi yaşamasına, cimrilikten kurtulup Allâh’ın verdiği malın şükrünü edâ edebilmesine yardımcı olur. Şükür de, nîmeti artırır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Eğer şükrederseniz, size olan nîmetlerimi artırırım.” (İbrâhîm, 7)

“Allah yolunda mallarını harcayanların misâli, yedi başak bitiren bir tâne gibidir ki, her başakta yüz tâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allâh’ın lûtfu geniştir, O herşeyi bilir.” (el-Bakara, 261)

CENNETE GİRECEK ÜÇ KİŞİ

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sadaka ve infâkın geniş ve şümûllü olan mânevî bereketini anlatarak şöyle buyurmuşlardır:

“Allah -celle celalûhu- bir lokma ekmek, bir avuç hurma ve yoksulun faydalanacağı buna benzer bir şey vesîlesiyle üç kişiyi Cennet’ine koyar:

  1. Evin sahibi ve onun (sadakanın) verilmesini emreden kişi,
  2. Verilecek şeyi hazırlayan evin hanımı,
  3. Sadakayı yoksulun eline veren hizmetçi.”

Bunları ifade ettikten sonra Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- sözlerini şöyle tamamlamışlardır:

“Hiçbirimizi unutmayan Allah Teâlâ’ya hamd olsun!” (Heysemî, III, 112)

SADAKA HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

Diğer taraftan sadaka, dünyevî ve uhrevî pek çok sıkıntıyı defeder. Bunların bir kısmını Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle haber verirler:

“Suyun ateşi söndürdüğü gibi sadaka da günah(ın azâbını) söndürür.” (Tirmizî, Îmân, 8/2616. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Fiten, 12)

“Sadaka, Rabb’in öfkesini söndürür ve kişiyi kötü ölümden uzaklaştırır.” (Tirmizî, Zekât, 28/664)

“Müslümanın verdiği sadaka, ömrünü uzatır (bereketlendirir), kötü ölümü önler ve Allah Teâlâ onunla kibri, fakirliği ve övünmeyi giderir.” (Heysemî, III, 110)

“Sadaka vermekte acele edin! Çünkü belâ, sadakanın önüne geçemez.” (Heysemî, III, 110)

“İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar, herkes sadakasının gölgesinde olacaktır.”

Bu son hadîsi bize nakleden râvîlerden biri olan Ebû’l-Hayr -rahmetullahi aleyh-, her gün mutlakâ bir sadaka vermeye gayret ederdi. Verdiği şey bir kek, bir soğan ve benzeri şeyler olsa bile… (Ahmed, IV, 147-8; Heysemî, III, 110)

SADAKANIN ÖMRÜ UZATTIĞINA DÂİR HADİS-İ ŞERİF

Peygamber Efendimiz’in haber verdiğine göre bir grup insan Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’ın yanına uğramıştı. Onlar ayrıldıktan sonra Îsâ -aleyhisselâm- yanındakilere:

“–Bunlardan biri, Allah dilerse bugün ölecek!” buyurdu.

Akşam olunca, o insanlar sırtlarında odun demetleriyle tekrar Hazret-i Îsâ’nın yanına geldiler. Îsâ -aleyhisselâm-:

“–Odunları yere bırakın!” buyurdu. Sonra o gün öleceğini söylediği kişiye:

“–Odun demetini çöz!” buyurdu. O zât demeti çözdüğünde, içinden siyah bir yılan çıktı. Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-:

“–Bugün hangi sâlih ameli işledin?” diye sordu. O kişi:

“–Bugün herhangi bir sâlih amel işlemedim!” dedi. Îsâ -aleyhisselâm-:

“–İyi düşün, ne yapmıştın?” buyurdu. Bu sefer o zât:

“–Bir amel işlemedim, fakat elimde bir ekmek parçası vardı. O esnâda yanıma bir yoksul gelip bir şeyler istedi. Ben de ekmeğin bir kısmını ona verdim.” dedi.

Bu cevap üzerine Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-:

“–İşte bu sâyede (belâ) senden uzaklaştırılmış!” buyurdu. (Heysemî, III, 109-110; Ahmed, Zühd, I, 96)

SADAKA MALI EKSİLTMEZ

Mevlânâ Hazretleri, malı Allah yolunda harcamanın bereketini ne güzel îzah eder:

“Mal, sadaka vermekle hiç eksilmez. Bilâkis hayırlarda bulunmak, malı kaybolmaktan, zâyî olmaktan korur! Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur. Kıldığın namaz da sana çobanlık eder, seni kötülüklerden ve kurtlardan kurtarır."

"Ekin ekenin ambarı boşalır, lâkin hasat vakti gelince, saçtığı tohumlara karşılık kaç mislini geri alır! Boşalttığı bir ambara mukâbil, kaç ambar dolusunu iâde alır!.. Fakat buğday, yerinde kullanılmaz da ambarda saklanırsa, bitlere, küçük kurtlara, farelere yem olur. Bunlar onu tamamıyla mahvederler.”

Dipnotlar:  [1] Bkz. el-Bakara, 3; er-Ra’d, 22; en-Nûr, 33; el-Hadîd, 7. [2] Bkz. et-Tevbe, 103; Sebe, 39; Ebû Dâvûd, Zekât, 21/1619.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.