Cemaatteki Rahmet Ayrılıkta Azap Var

Cemaat, birlik ve topluluk anlamına gelen bir kavramdır. Din-i İslâm, ruhbanlık dini değil, cemaat dinidir. Mü’minlerin, birbirinden kopuk tek tek yaşayan kimseler değil, birbirine kenetlenmiş tuğlalar misali bir bütünlük oluşturması esastır.

Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- buyururlar ki:

“…Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını isterse, cemaatten ayrılmasın…” (İbn Mâce, Ahkâm 27; Tirmizi, Fiten 7)

“Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” (Münâvî, III, 470)

Esasen İslâm ümmeti, bir bütün halinde büyük bir cemaattir. Onları bir arada tutan sır, iman, ibadet, muamelât ve ahlâkî umdelerinin yegâne referansı olan İslâmdır. Burada ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramı da önemlidir. Sünnet, Resûlullah’ın şahsında temsil ve tavsiye edilen kulluk formudur. İşte bütün yönleriyle (zâhir ve bâtın itibariyle) bu çizgiyi esas alan topluluğun oluşturduğu gruba verilen genel isim “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat”tir. Buna “sevâd-ı a’zam” da denilmiştir.

CEMAATİN ZAURETİ VE FAZİLETİ

Müslüman, asla ferdiyetçi, hodgam ve bencil olamaz. İslâm’ın birçok hükmü, sıhhatli bir cemaat teşekkülüne yöneliktir. Namaz, hac ve zekat gibi en temel ibadet hükümlerinde cemaatin zarureti ve faziletine dikkat çekilmiş, iyilik ve takvâ üzere birlik ve beraberlik içinde hareket edilmesi emredilmiştir.

Bu büyük ümmet cemaatinin içinde yine cemaat ismiyle anılan küçük küçük gruplar da oluşagelmiştir. Bu yapıların doğmasında, kimi zaman ilmî ihtiyaç, kimi zaman şahsiyet inşası zarureti, kimi zaman da iyilik ve takvada yardımlaşma düşüncesi etkili olmuştur. Hedefler meşrû ve makbul olduktan sonra, bu nevi teşekküllerin oluşması son derece tabiidir ve hatta yerine göre zaruridir. Bir âlimin, bir ârifin/mürşidin ya da bir hayır öncüsünün etrafında şekillenen bu yapılar, tarih boyunca hep var olagelmiştir. Medreseler, dergâhlar, vakıflar ve dernekler, bu nevi cemaat yapılarının müesseseleşmiş şekilleridir. Bu yapıların başında bulunanlar, ilim, irfan, basiret ve hâl sahibi dirayetli kimseler iseler, tarih boyunca ümmetin keyfiyetinin artırılmasında son derece etkin roller üstlenmişlerdir. Fakat ne yazık ki bu cemaat yapılarının, zaman zaman farklı emellere âlet edildiği de inkâr edilemez bir gerçektir. Ümmetin basiretli âlim ve âmirlerine düşen vazife de, bu çeşit istismarların önüne geçmektir.

Küçük cemaat oluşumlarının, ümmet bütünlüğünü bozmaması için, cemaat egosu diyebileceğimiz; kendini beğenme ve başkasını hor görme illetine karşı uyanık olmaları son derece önemlidir. Yine bu yapıların kendilerini kutsaması, hakikati ve doğruyu yalnız kendilerine has görmesi de büyük bir tehlikedir. Hususiyle aşırı bağlılık ve muhabbetin verdiği sarhoşlukla, yanılmazlık ve hatasızlık anlayışına saplanmaları, helak edici bir hastalıktır.

Yine cemaat adıyla anılagelen bir takım şer odakları da mevcuttur ki, bunlar bizim konumuzun dışındadır. Belki bu nevi topluluklara bu nezih ismi kullanmamak daha doğru olacaktır. Bunun yerine teşkilat, örgüt, organizasyon gibi daha değişik isimlendirmeler kullanılmalıdır.

CEMAATLEŞMEK HAYATİ BİR İHTİYAÇ

Hulâsa dinin yaşanması, kişiliğin korunması, terbiyesi ve tekâmülü, iyilik ve hayrın çoğaltılması için cemaatleşmek hayatî bir ihtiyaçtır ve belki zarurettir. Buna mukabil, dini parçalara ayırıp her bir grubun onun bir parçasına tutunmak suretiyle fırkalaşması ve nefsânî arzu ve menfaatlerin gruplaşması ise büyük bir fitne ve fesat sebebidir ve hatta sapıklıktır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Ey Mü’minler!) Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.” (Âl-i İmrân, 103)

“Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (En’âm Sûresi, 159)

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 370. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.