Canımızı Yakan Gerçekler

Neredeeen nereye, diyeceğimiz dönemler içinde yaşıyoruz. Dün hayal edemediklerimizle, ufkumuza getiremediklerimizle buluşturuyor Rabbim bizi. Kucağımızda bulduklarımızı, zamanın hızlanan akışı içinde nereye nasıl konuşlandıracağımızı bilmekte zorlanıyoruz.

Geldiğimiz nokta değerleri ile yaşamak isteyen bizler için, “Tam zamanı.” diyebileceğimiz; bu zamana kadar ürettiklerimizi, gönlümüzde beslediklerimizi uygulayabileceğimiz dönemdeyiz, dedirtiyor.

Ancak, bir türlü ateşleme yapamayan araba motoru gibi; kontağı çeviriyorsunuz, bir ses var ama motor bir türlü çalışmıyor. Çalışması için gereken yakıtı, ateşlemenin gerçekleştiği nokta ile bir türlü buluşturamıyorsunuz. Yoksa elimize bir fırsat geçse, aslında bize -tabiri caizse- bir şans verilse, diye hayıflanıp durduğumuz zamanları, heba mı etmişiz ne?

YOLA ÇIKACAĞIZ AMA NE AZIK VAR NE YOL BİLGİSİ

Bir taraftan sahip olduğumuz kıymetleri dağıtıp, mirasyediler gibi har vurup harman savurmuşuz, diğer taraftan geleceğe dair yapacaklarımızın ne temellerini atmışız, ne alt yapısını hazırlamışız.

Yani demek istiyorum ki, yola çıkacağız ama ne azık var ne yol bilgisi. Ne kiminle yola çıkacağımızı biliyoruz, ne hedefi kestirebiliyoruz.

Belki biraz acımasız eleştiriler gibi gelebilir ama, canımız yandığı için bunları söylüyorum. Evet; evladımız canımızı yakıyor, elimiz kolumuz bağlı çare üretemiyoruz. Komşumuz canımızı yakıyor, nutkumuz tutuk, uzlaşı sağlayamıyoruz, Ticaretimiz canımızı yakıyor, helal dairesinde kalma çabalarımız netice vermiyor, İhvanımız canımızı yakıyor, tavsiyeler, telkinler, yıllardır verilen emekler bir adım ilerletmiyor. Aynı topraklarda yaşadığımız insanlar canımızı yakıyor, makulde meşruda bizi birleştirmiyor, Filistin, Ortadoğu, Afrika canımızı yakıyor, koca coğrafyada olanlar olmuş oluyor biz neden sonra oraya gidiyoruz.

Yine de şükrediyoruz, ya hiç canı yanmayanlardan olsaydık. Yani olanlardan etkilenmeyen duyargaları körelmişlerden olsaydık.

ELHAMDÜLİLLAH

Demek ki biz; o körlerden, o sağırlardan, o hissizlerden değiliz. Değiliz elbette. Değiliz deeee… Acilen içine hile katılmamış bir boy aynasının karşısında durmamız lazım.

Eşimizin, dostumuzun, ihvanımızın biri diğerine gerçeği söyleyip, kendimizi yükseklere çıkarmadan, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!” diyerek, “Ne üretmişiz imkânlara rağmen?” diyerek; eleştirirken, “Ne ortaya koymuşuz?” diyerek, “Sahaya hiç inmeden hep tribünde mi kalmışız?” realitesini görerek, bir el bir omuz istendiğinde en arkalarda yer tutup, fotoğraf karesinde önde mi olmuşuz, bunu bilerek…

Bak bu da bizden sonra amel defterimize hayır kanalı olsun diyeceğimiz ne var söyler misiniz Allah Aşkına?!..

Tabi böyle bir günde can sıkmak değil amacım: Güzellikleri, iyilikleri, hayırları artırmak adına üzerimize düşen için farkındalık oluşturmak. Rahatlığın zirvesinde olduğumuz bu günlerde, daha da rahatlatarak birbirimizi hoşnut bırakmak da değil.

NE KADAR SERMAYEMİZ VARSA İNSANA YATIRMALIYIZ

Talip değil miyiz, ecdadımız Osmanlı’nın geldiği nokta­ya? Tarık bin Ziyad ve Musa Bin Nusayr’la başlayan ve İs­pan­ya’da Müslümanların me­de­niyette çıktığı zirveye? Efen­dimiz’in (asv) bıraktığı ve bizim emanetlerine sımsıkı sarılarak, kazanacağımız ahiret hayatına?

Sadece biyolojik anlamda anlayarak değil, şahsiyetli insan üretmeliyiz. Ne kadar sermayemiz varsa, insana, geleceğine, geleceğimize yatırmalıyız.

Bu insanı üretecek insanı üretmeliyiz. Sistemi üretmeliyiz. İyi niyetli olmak yeterli değil, teknik donanımımız da olmalı. Alanında uzmanları bulmalıyız. Sözü erbabına bırakmalı, emaneti ehil olana vermeliyiz. Böylelerine değer vermeliyiz, sözde değer değil sadece, anlıyorsunuz değil mi? Fırsat sunup, destek olup dua etmeliyiz.

GENÇLİK NEREDE?

Belki yanı başımızda Suri­ye’de, Irak’ta binlerce genç katledildi, katlediliyor. Nice günahsız bebeler savaşın acımasız yüzüyle karşılaşıp, solup gidiyor. Ama içinde bulunduğumuz zamanda maalesef eğitimin henüz bir sisteme oturtulamamasından dolayı, gençliğimiz, bizi çıkarması gereken noktadan ve anlayıştan çok uzakta.

Yani demek istiyorum ki; burada da canlı kıyım var. Canı bırakılıyor, içi boşaltılıyor. Ulaşamadıklarımıza hayıflanıyoruz, buluştuklarımıza zaman ayıramıyoruz.

Kısacası canımız yanıyor, çözüme ortak, akıl ve gönül arıyoruz. Büyüyen ama hantallaşan yapılarda sıçrama yapacak, insan bakıyoruz. Akillerden ortaya konmuş ciddi projeler bekliyoruz. Ön cephedeki mücadelede verirken, arkadaki lojistik destek ihmal edilmemeli. Kulelerin yüksekliği, hemen dibini görmeye engel olamasın.

Kaynak: M. Ali Koyuncu, Altınoluk Dergisi, 368. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.