Çağırdın Da Gelmedim mi Sevgilim?

Hayır nâmına ne varsa, geciktirme de vakitlice et! Kalk artık kalk! Oturup durduğun o kapı önünden kalk! Eline süpürgeni al da artık kendi tozunu süpürmeye, kendi çöpünü atmaya, kendi kokularını güzelleştirmeye başla!

Geçti gülüm, geçti ömrün bahârı

Sevdâ çekenin, gecedir nehârı.

Aslında, ömrünün neresinde olduğunu kimseler bilmiyor. Giden her saat bahardan bir dem, biten her gün, ömrün geçen baharı... Dön gönlüne de sor hele: Sevdâlı mısın? He, derse araştır: Ne zamandır, kime, nasıl sevdâlı? Araştır, çünkü sevdâlının sonu, sevdâsına bağlıdır. Dikkat et! Gaflete mi, fitneye mi, harama mı, helâle mi, çirkine mi, güzele mi, kâra mı, zarara mı, hakka mı bâtıla mı sevdâlı?

Gönlüne mukayyet ol, dur! Her yere akmasın, set kur! Her yana koşmasın gem vur! Uçuruma doğru gidiyorsa, hiç acıma! Gerekirse topuklarından vur!

Bahar geçer kış gelir de sonra, girişi olan; lâkin çıkışı bulunmayan kapılardan geçersin. Gündüzün gün, gecen de gündüz olsun! Geceleri hayat bulan, gündüzleri de canlara can katan ol. Yâr ol! Yâr ile ol! Ayrılığın derdiyle güçten düşme de kavuşmanın ümidiyle diril ha diril!

Doyma! Cânânın seslenmesine, gülümsemesine, sohbet etmesine doyma. Fakat onu, sana seslenmek, sana gülümsemek ve seninle sohbet etmek zorunda olan biri de sayma. Sen dünyanın merkezi misin? Neden herkesin senin etrafında ve sana göre olmasını beklersin? Hayır! Bu son derece ham bir hayâl. İlle de bir şey merkeze alınacaksa o, Hak olmalı değil mi? İşte o zaman, “Ben”lerin “Sen”lerin adı bile geçmez olur. Cümle âlem “Biz”de rahatını bulur. Hatta sonra, bizin bile lâfı edilmez de yalnızca ve sadece Hak kalır! İşte huzur da Hızır da elbet, o vakit gelir.

İyice belle! Kırılmak, kırılanın zannıyla ilgilidir. Farkında mısın? Aslında kırılmakla, muhatabına “Seni kırmayı istemek” gibi bir niyet yüklemektesin. Halbuki hüsn ü zan etsen, hiç kimseye böyle bir art niyeti giydirmezsin. Hem, insanların başka işi yok mu ki seni kırmak istesin? Hem, sen kimsin? Farkında mısın, bu şekilde düşünmekle bile kendini büyütmedesin. Sanıyorsun ki birileri yatarken, kalkarken, yürürken, konuşurken hep seninle meşgul. Hayır! Milletin tek derdi sen değilsin. Herkes de sen gibi kendisiyle cebelleşmede. Senin o herkeste seyrettiğin de aslında sensin. Kırılışın, senin kendi vehmin.

VAKİT KAYBETME

Vehimlerle bu kadar çok vakit kaybetme. Çevrendeki insanların da vaktini vehminle ziyân etme. Zaten herkes çok yakında gidecek. Yarın, hiç kimsenin birbirine kırılmaya, darılmaya hâli kalmayacak. Hatta milyarlarca insanın hiçbiri, bir başkasına dönüp bakmaya bile fırsat bulamayacak. İşte o dehşetli telâş günlerinde, herkese kendi amelleri seyrettirilir, herkes kendi sevap ve günahlarıyla yüzleştirilirken, her bir insan, eli mahkûm kendine bakacak.

Mâdem ki nihâyetinde bu ille de olacak, gel, şimdiden, bütün zamanını, o sonu güzelleştirmekle değerlendir. Hayra, secdeye, harfe yoğunlaş. Vaktini daha çok Allah demek, daha fazla gönül sevindirmek, daha fazla ilim öğrenmek, daha ihlâsla amel etmek için kullan! İsraf haramdır. Gel, tek bir ânını bile vesveseye ve gaflete kurban etme. Hesap sormayı bırak da hesabını nasıl vereceğini düşün. Onun bunun omzuna vebal yüklemeyi bırak da sırtında birikmiş ve mahşerde tepene inecek olan ağırlıkları hafifletmeye bak. Bugün şikâyet edip durduğun yaz sıcağının, gelecek olan o dehşetli güne kıyasla, aslında pek serin bir bahar olduğunu gör de şükret.

Gör! Şükret! Amel et!

Gör! Şükret! Tevbe et!

Hayır nâmına ne varsa, geciktirme de vakitlice et! Kalk artık kalk! Oturup durduğun o kapı önünden kalk! Eline süpürgeni al da artık kendi tozunu süpürmeye, kendi çöpünü atmaya, kendi kokularını güzelleştirmeye başla! İnan sana, komşularının tozunu diline dolayıp durmaktan ötürü hiçbir fayda gelmeyecek. İnan, bu kötü huyunun sokağa da bir faydası dokunmayacak. Dedikoduyu ve tembel tembel seyretmeyi bırak da iki cihânın yararına olmak üzere harekete geç! Bunu yaparken sağa sola bakışlar atıp “Acep beni bir seyreden var mı?” diye araştırma. Artık zulmetmeyi bırak da kendine insaf et. Artık, seni her dem zaten seyretmekte olana dön de ona göre yaşa.

SEN NASIL SEVDALISIN?

Ne tuhaf! Hem çağırmıyor diye küsüyorsun hem de çağırınca gitmiyorsun. Sen nasıl sevdâlısın ki Sevgili’nin dâvetine icâbet etmiyorsun? Be hey! Ben bile bacak kadar boyumla, “Seni seviyorum!” diyeni imtihan ediyorum. O’nun imtihan etmeden cemâlini göstereceğini mi zannediyorsun? O çağırdığı vakit, mâzeret bulma da İsmail’i fedâ eden gibi sen de sana verilmişler içinden en çok kıymet verdiklerini fedâ et. Kaygılanma! Zaten elindekileri lûtfeden, yeniden ve daha fazla vermeye kâdir olan, Yâr değil midir? O dilerse zaten bütün varlar yok, bütün yoklar da var değil midir? Verince azalıp bitecek diye korkma. O, kendisi için bir verene binlerle mukâbele eder. Kendisine bir gidene, binlerce döner, işte öyle kerimdir.

O seni gönüller yapmaya çağırır, durma! Hayra, hayran olmaya, hayret etmeye, Hayy diyerek, Hû diyerek hayat bulmaya çağırır. Haysiyete, sünuhata çağırır, gel! Kıyâma, secdeye, rukûya, gözlerinden aşkla, rahmet süze süze edeceğin duâya, herkesten geçip de tam bir dönüşle döneceğin safâya, yani cefâya, yani o Habîb-i Kibriyâ’ya çağırır, gel!

Yâr güldü diye sevinir, kaş çattı diye kederlenirsen, bu seninki nasıl sevdâdır? Aşka düşen, sevgilinin her hâlini sevmeli değil midir? Âşık her hücresiyle hüsn ü zan, her bir parçasıyla içli bir hazân! Yârinden ayrılsa da sanki birlikte, yârinin dizinin dibinde olsa da sanki durduğu yer Fizan. Yani acayip, yani garâip! Keşke anlayamadığın için sû i zanda bulunmasan…

SUHULETLE HUZURA DUR

O Yâr seni az konuşmaya çağırır, gel! İçinde sessiz sadâsız devam edip duran konuşmaları da sustur, tam bir sükûnetle gel! Suhûletle huzûra dur! Çağırdığına bakma! Aslında herkes her bir an, zaten O’nun huzûrunda. Hiç değilse sen farket de bunu, artık gaflette durma.

Serini Yâr yoluna ser! Aklı ye de aşka can ver! Çağırır durur “Gel!” diye! Duy, sesiyle dolu her yer! Allâhuekber! Allâhuekber! Beş vakit hep dâvet eder. Her yanda O’ndan bir eser! Her yan zaten O’ndan eser! Bakma sen! Aslında, Mâşuk da O’dur, Âşık da! Çağırır ya, seslendiği de O’nda. Gaflet bizi dalgın, yorgun etmesin. Yarın Cânan, “Çağırdım da gelmedin âh!” demesin.

Dikkatle bak, geçti gülüm, geçti ömrün bahârı… Sevdâ çekenin gecedir nehârı! Herkes uyurken sen uyan da de ki:

Çağırdın da gelmedim mi Sevgilim! Varı yoğu dağıtıp Sana geldim! Uyanışım gerçi pek bir âheste… Yine de Sana koştum her nefeste! Vardır, buldur, öldür, oldur da beni, kalmayayım dünya denen kafeste! Âmin.

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 379.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah razı olsun

    Çok güzel bi yazı devamı olsun inşallah ☺

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.