Bu Zamanda Şeytandan Nasıl Korunabiliriz?

Şeytan “İnsanın düşmanı” olarak yola çıktığından ve insanın içindeki bir potansiyeli insana karşı kullanabileceğini gördüğünden beri insanla uğraşır. İnsanın Rabbine doğru gidişini engellemeye çalışır. Bunun için de insanın davranışlarının “Rabbani muhteva”sını boşaltıp, kendi fesadı ile doldurmaya çalışır.

İlk insanla uğraşmış Şeytan, ilk insanın içinde bir karşılık oluşturmuş ve onun cennetten inmesini başarmış.

Onun için Şeytan ve onun insanın iç potansiyelini kullanabilme imkanı, bütün zamanların ana meselesi olmaktan çıkamaz.

KUR'ÂN'DA ŞEYTANIN 'EYLEM ALANI'

Kuranımıza şöyle bir bakalım:

Şeytan’ın “eylem alanı” gerçekten çok geniş ve mahvedici.

-Mesela ona, gücünün yettiğini aldatıp kötülüklere kaydırma imkanı veriliyor. (İsra, 64)

-Aynı şekilde ona insanların mallarına ve evlatlarına ortak olabilme potansiyeli tanınıyor. (Aynı yer)

-İnsan Şeytan’ı göremiyor, ama Şeytan insanı görebiliyor. Şeytan insana sağından solundan, önünden arkasından yaklaşıyor ve onu bir yerlere sürüklemeye çalışıyor. Gözle görülmeyen bir varlığın sessiz, ve belki de, insanın kendi içinden geldiğini zannedeceği fısıldamaları söz konusu...

-Kur’an bilgisine göre Şeytan insanların üzerine piyadeleri ve atlılarıyla kuvvet toplayarak yürüyebilme imkanına sahip. Yani göz korkutucu bir güç olabiliyor Şeytan taraftarları... Bazen kendi çocuklarını ve mallarını bile kendi ordusunda asker haline getirebilen bir güç bu...

-Şeytanın hizbi (grubu, partisi, taraftarı) var, Şeytan’ın yaygarası (acaba medyası mı) var, Şeytan kendisine özgü ordular (cünudü iblis) oluşturuyor, Şeytan’ın kardeşleri var, dostları var.

-Şeytan kışkırtmaları olan bir varlık. Provokasyon yapıyor.

-Şeytan, dostlarına, Allah’ın yolundan sapmayanlarla mücadele etmeleri için telkinde bulunabiliyor. (En’am Suresi, 121)

-Şeytan, bir davranışı süsleyerek, fenalıkları güzel göstererek (Hicr, 39) kabul edilebilir hale getiriyor. Yani, insanın beklentilerine, eğilimlerine uygun bir veçheye büründürüyor işleri... Bir tür makyaj yapıyor... Bazen de fakir düşme korkusu telkin ederek (Bakara, 268) ve ana rahminde çocuk katli gibi çirkin işler yapmaya sevk ediyor. Bu, Şeytan’ın insan psikolojisini anladığı ve her insana göre tavırlar geliştirdiği anlamına geliyor.

-Şeytan bazen arkadaş gibi sokuluyor insana... (Zuhruf, 36)

-Boş kuruntulara sevkediyor bazen insanları, söz veriyor, vaad ederek ümit veriyor. (Nisa, 119, 120)

-Şeytan, insanı öylesine akıl dışılıklara itme iddiasıyla yola çıkıyor ki, “Onlara emredeceğim, Allah’ın yaratışını değiştirecekler” diyebiliyor. (A’raf, 119)

ŞEYTANIN PROJELERİ

Şeytan bütün fesat projesini hayata geçirebilmek için insanın içindeki potansiyelleri kullanıyor, dedik. Nedir onlar? Cinsel tutku, mal tutkusu, iktidar hırsı, evlada yönelik derin muhabbet, ebedi yaşama arzusu...

Bunlar hem insanın hayatiyet alanları hem de Şeytan’ın insanın içine uzanma potansiyelleri.

Ve dediğimiz gibi bunlar insanla beraber var olan potansiyellerimiz.

Şeytan Hazreti Adem ve Havva’nın içinde bir karşılık oluşturmayı başardı ve o meyveyi yemelerini sağladı, Hazreti Yusuf cinsel tutku açısından belki de insanın bütün zamanlarda karşılaşacağı çetin ortamı karşısında buldu, Rabbani lutfa sığındı, iç potansiyeli aştı ve, o fesadı geçmeyi başardı.

Karun geçmişte yaşanan mal tutkusunun azmanlaştırmasının sembolü oldu.

Fir’avn, geçmişte, iktidar hırsının insanı “tanrılık iddiası”na sürükleyebileceğinin sembolü doldu.

Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam’ın bildirdiğine göre Şeytan insanın damarlarında dolaşabiliyor. Bu, bir tür ölümcül hastalık mikrobu gibi anlaşılabilir. İnsanın bünyesinde bu tür hastalık potansiyelinin her zaman bulunduğu ve ancak insan bünyesi ona karşı savunma imkanlarını kaybettiğinde -ki o da bağışıklık sisteminin zaafa uğraması olarak niteleniyor- ortaya çıkıp, insana yere düşürebiliyor.

BU ZAMANDA ŞEYTANDAN KORUNMA DİSİPLİNİ

Bu da bütün zamanların insanları için söz konusu.

Rasulullah (s.a.v.) döneminde de hem Şeytan vardı, hem insanın ona imkan sağlayan iç potansiyeli. Ebu Cehil’in burnuna zinciri takıp aldı götürdü Şeytan, mü’minlerin yürekleriyle de oynadı, kiminin yere kapaklanmasına, tevbelerle yeniden kendini toparlamalarına, kiminin mesela nifak felaketine maruz kalmasına yol açtı.

Sahabe, bizatihi Rasulullah Efendimiz gibi bir “mürşid”in dergahında yoğrulmuştu. Onun elinden tutmuşlar, O’na bakmışlar, O’nu dinlemişler, kalblerini O’nun kalbinden akış için seferber etmişlerdi. Ama kimi savaşta ayağını sürçtü, kimi ganimet dağıtımında, kimi cinsellik imtihanında, -zina yaptım beni temizle diyen sahabiyi düşünelim- kimi şöyle, kimi böyle...

İnsanın imtihanı yeryüzünde var oldukça bitmeyecek. Bu açık.

Peki ama “Bu zaman” nasıl bir zaman ve “Bu zamanın içimizi Şeytan’dan koruma disiplini” nasıl olacak?

Bu zamanın mesela cinsellik alanında bir farkı var mı, Hazreti Yusuf’un yaşadığından?

Bu zaman insan, iktidar hırsı karşısında Firavn döneminden daha mı zayıftır?

Bu zaman, insanın mala karşı tutkusu, çoluk-çocuğuna karşı tutkusu, bundan bin yıl öncesinden daha mı yamandır?

Bu soruya karşılık “sistem aynı sistemdir, ama araçlar değişmiştir”, denebilir.

Ne der Hazreti Mevlana:

“İnsanın içinde Musa da var, Firavn da.”

Demek ki onlardan hangisine alan açarsak vücut mülkümüzde onu iktidara getiririz.

icine _seytan_karismis_iliskiler2

BU ZAMANDA ŞEYTAN İNSANA BOĞARCASINA ABANIYOR

Şeytanın cinselliği “Bütün imkanları hazırladım, kapıları kapattım, cinsel cazibemi kuşandım, haydi ne duruyorsun gel” diye pazarladığı ortam, bütün zamanlarda en güçlü “iğva ortamı”dır. Bunun örneği üç bin – beş bin yıl önce de böyledir, bugün de böyledir.

Denebilir ki “Bu zamanda” Şeytan insanı boğarcasına bir abanma gücüne sahip oldu. Şeytanın “insan türünden oluşturduğu aynileşme” Şeytan’a imkan sunmakla meşgul. Bu yolla Şeytan damarlarında dolaşmakla kalmıyor, adeta insanın nefes aldığı bütün bir atmosferi fesat tozlarıyla yüklüyor ve insanın sağı, solu, önü arkası, yukarısı aşağısı, şeytani bir kuşatmaya maruz hale geliyor.

Şu hadis-i şerifi Rasulullah Efendimiz’in “Farklı bir zaman”a yönelik ikazı olarak anlayamaz mıyız?

“Ümmetimin fesada maruz kaldığı bir zamanda sünnetime sarılanlar için yüz şehit sevabı vardır.” (Taberânî; “el-Evsat”; c: 2, s: 31)

Yine Rasulullah buyuruyor:

“Bir zaman gelecek İslam’ı yaşamak avuçta kor taşımak gibi olacaktır.” Rasulullah (s.a.v.) o günleri “Sabır günleri” olarak vasıflandırıyor.

“Sünnete sarılmak” Rasulul­lah’ın yaşadığı İslam’a sarılmak, Rasulullah’a tutunmak, O’nun elinden tutmak, izinden yürümek, O’nunla beraber olmak olarak anlaşılabilir.

Aslında aynı zaman diliminin içinde bile, fesat ortamları bulunabileceği gibi, korunmuş havzalar oluşturmak da mümkündür.

Rasulullah’ın ve O’nun yönlendirmesi ile diğer mü’minlerin yaşadığı hicretler, böyle korunmuş havzalar arayışıdır.

Burada işin sırrı, insanın bir nirengi noktasını, unutmaması, kaybetmemesidir.

O da insanın Rabbi ile ilişkisidir.

“Beni O yarattı ve gideceğim yer O’nun huzurudur.”

SAVAŞA KARŞI TEYAKKUZ

Bunu unutmak ya da unutmamak.

İşte iki ayet:

“Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. Onlar, şeytanın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki şeytanın partisi kaybedecektir.” (Mücadele, 8-19)

“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.” (Zuhruf, 36)

Allah’ı unutan Şeytan hizbine ait hale gelir.

Ve Allah’ı unutan şeytanın tasallutuna açık hale gelir, sonunda da onun dostu olur.

Ne yapmak lazım?

Allah’ı unutmamak, “Nerede olursak olalım O bizimle beraberdir” terbiyesi almak lazım.

Şeytan’ın insana karşı savaşını küçümsememek, onun Kur’anımızda tadat edilen güç alanlarına karşı kuvvet hazırlamak lazım.

Şu ayeti, Rabbimizin “insanın düşmanı” olarak nitelediği Şeytan’a karşı mücadele çerçevesinde de anlayamaz mıyız?

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.” (Enfal, 60)

Savaşa karşı teyakkuz halinde olmak lazım. “Kuvvet atmaktır” buyurmuş o gün Rasulullah. Atmak, o gün okla yapılırdı, bugün binlerce çeşidi oluştu atmanın... Söz atmak, görüntü atmak, mesaj atmak, füze atmak vs...

Teneffüs ettiğimiz atmosferin kirlenmişliğini farketmek ve ona karşı kalbi filtreler geliştirmek lazım.

Şeytanın iktidar olduğu ortamlarda bulunmamak lazım. Çevre duyarlılığı geliştirmek lazım.

“Bir kötülük gördüğümüzde hiç yoksa, el ile, dil ile karşı koymak gibi her türlü imkan tükenmişse, kalben buğz etmek, direnç göstermek lazım.”

Şeytanın nefisle işbirliğine karşı mücadelenin çok girift bir mücadele olduğun bilip, bu yolun kılavuzlarından yardım almak lazım.

Yıllar önce Altınoluk’ta (2008 Ağustos, s. 270) şu tedbirlerin de altını çizmişiz:

-Şeytan’dan korunmak için insanın sağına, soluna, önüne, arkasına, içinden gelen duygulara iyi bakması ve “Şeytani ilhamları - iğvaları”ı süzmesi gerekiyor.

-Evlerin Şeytan’dan korunması için özel hassasiyete ihtiyaç var. Evlerde Şeytan misafir etme bahtsızlığına düşmemek için ne gerekiyorsa onun yapılması lazım. Evlerin Şeytan izlerinden arınması için dezenfekte edilmesi olmazsa olmaz bir iş.

-Şeytan’la ne kendi bünyemizde, ne çocuklarımız ve evlatlarımız bünyesinde ortaklık zeminine asla fırsat vermemeliyiz.

-Şeytanlar, bütün güçlerini toplayıp üzerimize geldiğinde Rabbimize sığınmak için yollarımız açık olmalı. Yolları kaybetmiş olmamalıyız.

-Rabbimizin Şeytan’ın müthiş düşmanlığı karşısında yoldan çıkmayacağına güvendiği insanlardan olabilme iradesini asla kaybetmemeliyiz.

-Kur’an, içki, kumar, puta tapıcılık, fal okları gibi bazı “cahiliye” davranışlarını sayarak, bunları “Şeytan işleri” ve “Pislikler” olarak niteliyor. (Maide, 90) O zaman elimizi, gözümüzü, kulağımızı, kalbimizi ve dimağımızı Şeytan işlerine bulaştırıp, kirlenmesine izin vermemeliyiz.

-Hiçbir davranışımızın “Şeytan yolunda bir savaş” (Nisa, 76) kapsamına girmemesi için olağanüstü hassasiyet sergilemeliyiz.

-Önümüzde yürüyenin Allah Teala ile ilişkisini önemsemeli, asla “Şeytan’ın adımlarına uyma” niteliği kazanacak bir hayat tarzına sahip olmamalıyız. (Bakara, 168, 208)

-Şeytan’ın en dikkat çekici sapkınlık telkini “hayasızlık” ve tüm kötülüklerdir. (Nur, 21) Bizim için hayasızlık ve tüm kötülükler, Şeytan’ın elinden tutmak gibi yakıcı bir ateş niteliğinde olmalı.

-Şeytan’ın Şeytanca yürüyüşü, Allah’ın emrini irdelemek ve karşı gelmekle başladı. Öyleyse mü’min için en öncelikli hassasiyet, Allah’ın buyruklarına kalbi bir teslimiyetle itaat ve boyun eğmedir.

-Ve son: Her türlü Şeytan hilesine karşı Allah’a sığınmak...

Öyleyse... Euzü billahi mineşşeytanirracim.

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 364

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.