Bu Yarışın Kazananı Kim Olacak?

İnsanoğluna sayılı günler hâlinde lutfedilmiş olan hayat nîmeti, ilâhî bir imtihan vesîlesidir. Akıllı insan, bu kıymetli ve mahdut imkânı en güzel şekilde ve dolu dolu geçirmenin yollarını arar.

Âhiret gününe kat’î bir îmanla inanan bir müslüman, amel defterini hayırlarla doldurabilmek için hayat sermâyesini en verimli bir şekilde kullanmalı ve dâimâ amel-i sâlih gayreti içinde bulunmalıdır. Karşısına çıkan her türlü hayır imkânını Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfu olarak değerlendirmeli, bulunmaz bir fırsat bilmelidir. İnsanların bâzı hayırlara iltifat etmediğine bakarak aldanmamalı, imkân bulabildiği her hayra koşmalıdır.

Nefsânî arzularının esiri olmuş bir insan, bütün dünyâ menfaatlerini kendisinde toplamak ister. Böylece Allâh’ın vaatte bulunduğu âhiret nîmetleri karşısında gâfil kalır. Cenâb-ı Hak, bu kullarını şöyle îkaz buyurur:

“Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk elde edilen ve hızla geçen (dünya hayâtını ve nîmetlerini) seviyor/tercih ediyor, âhireti ise bırakıyorsunuz.” (el-Kıyâme, 20-21)

“Şu insanlar, çarçabuk ele geçen ve hemen zevâl bulan dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmâl ediyorlar.” (el-İnsân, 27)

“Nefsini kötülüklerden arındıran, Rabbinin ismini zikredip namaz kılan, felâha erer. Fakat siz dünya hayâtını tercih ediyorsunuz. Hâlbuki âhiret, daha hayırlı ve daha bâkîdir (ebedîdir).” (el-A’lâ, 14-17)

HAYIRDA YARIŞMAK VE ACELE ETMEK

Sâdî-i Şîrâzî, insanı bâdirelerden bâdirelere sürükleyen bu hırs ve menfaatperestliği şu teşbîh ile hülâsa eder:

“Mîde derdi olmasaydı hiçbir kuş tuzağa düşmezdi.”

Mevlânâ -kuddise sirruh- da şu misâli verir:

“Nice balık vardır ki, su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.”

Dolayısıyla insan, dünyâlık telâşına kapılarak âhireti unutmamalıdır. Hayır işlerinin karşılığı, umûmiyetle âhirete kaldığından, nefs ve şeytan insanı aldatarak, bu hususta gaflete sevk etmektedir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Her canlı ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı (ecirleriniz) ancak kıyâmet günü size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayâtı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)

Allah Teâlâ, bu hususta kullarını ebedî kurtuluşa erdirecek yolun, hayırda yarışmaktan geçtiğini şöyle ifâde buyurur:

“…Hayır işlerinde yarışınız!..” (el-Bakara, 148)

“…Onlar hayırda birbirleriyle yarışırlar...” (Âl-i İmrân, 114)

“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sâhipleri için hazırlanmış olan göklerle yer genişliğindeki cennete koşun!” (Âl-i İmrân, 133)

Diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, hayırda yarışan kullarını şöyle müjdelemektedir:

“Sizi katımızda değerli kılacak ve Biz’e yaklaştıracak olan ne mallarınız ne de evlâtlarınızdır. Ancak îmân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir. Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler.”(Sebe’, 37)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurur:

“Faydalı işler görmekte acele ediniz. Zîrâ yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. dînini küçük bir dünyâlığa satar.” (Müslim, Îmân 186; Tirmizî, Fiten,30, Zühd 3; İbn-i Mâce, İkâme 78)

BU "YEDİ" ŞEY GELMEDEN HAREKETE GEÇİN

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şu îkazlar yer alır:

“Yedi şey gelmeden evvel hayırlı işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz;

  1. (İbâdet ve tâati) unutturan fakirlik,
  2. Azdıran zenginlik,
  3.  (Her şeyi) bozup perişan eden hastalık,
  4. Saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık,
  5. Ansızın geliveren ölüm,
  6. Gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl ve,
  7. Kıyâmetten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz? Kıyâmet ise belâsı en müthiş ve en acı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 3/2306)

Yüce Rabbimiz, Haşr Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın! Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar yoldan çıkan fâsıkların tâ kendileridir.” (el-Haşr, 18-19)

DÜNYA TELAŞINDAN SIYRILMALI, EBEDİ HAYATA HAZIRLANMALI

Hakîkaten insan, ciddî bir şekilde Allah’tan korkmalı ve bu dünyanın yarını olan âhiret hayâtı için ne hazırladığını gözden geçirmelidir. Bugünkü fânî hayat için nasıl hazırlandığıyla, yarınki ebedî hayat için nasıl hazırlandığını akl-ı selîm ile kıyâs etmelidir. Allâh’ın her yapılanı bildiğini de unutmamalıdır. Bütün bunları düşünerek silkinmeli, büyük bir azim ve gayretle hayır yarışına başlamalıdır.

Bir kimse mâzeretsiz olarak hayır hizmetlerinden uzak kalmaya devâm ederse, cennete girse bile çok az hayra sâhip olacağından, aşağı mertebelerde yer alır. Hâlbuki insanoğlu kıyâmet günü en küçük bir hayra bile muhtâc olacaktır.

Enes -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Kıyâmet günü insanlar saf saf olurlar. (Bir rivâyete göre; cennet ehli saf saf olurlar.) Derken cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine rastlar ve:

«–Ey filân! Hatırladın mı sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der, (ve bu sûretle şefaat ister). Mü’min de o kimseye şefaat eder.

(Cehennemlik olan bir başka) kimse, cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:

«–Hatırlıyor musun, sana birgün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.

Yine cehennemlik olanlardan biri, cennetlik birisine:

«–Ey filân! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim.» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder. (İbn-i Mâce, Edeb, 8)

Diğer sâlih ameller de burada nakledilenlere kıyâs edilirse, büyük-küçük ayırt etmeksizin her türlü hayırda yarışmak îcâb ettiği anlaşılmış olur. Zîrâ herkes âhirette -iyi veya kötü- yaptığı her amelin karşılığını görecektir. Hadîs-i şerîfte, o zor gün şöyle tasvîr edilir:

“Allah, sizin her birinizle tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak; âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak; âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak; karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O hâlde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz (söyleyip gönül almak sûreti) ile kendisini korusun.” (Buhârî, Zekât 10, Rikâk 31, Tevhid 36; Müslim, Zekât 97)

"BİR İŞİ BİTİRİNCE BAŞKA BİR İŞE KOYUL"

Şunu da unutmamak lâzımdır ki, Yüce Rabbimiz, ufacık bir hayra bile kat kat fazlasıyla ecir vermektedir. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına büyük bir lutfu olan bu keyfiyet, âyet-i kerîmelerde şöyle beyan buyrulur:

“…Hayır olarak kendiniz için önceden ne gönderirseniz, onu Allah katında daha hayırlı ve mükâfâtı daha büyük olarak bulursunuz…” (el-Müzzemmil, 20)

“Her kim bir iyilik yaparsa ona, o yaptığı iyiliğin on katı vardır…” (el-En’âm, 160)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyetlerin tefsîri mâhiyetinde şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:

Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da bu arzuyu hemen tatbikâta geçirirse, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hattâ kat kat fazlasıyla yazar.

Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenâlığı sadece bir günah olarak yazar.” (Buhârî, Rikâk, 31; Müslim, Îmân, 207, 259; Tirmizî, Tefsîr, 6/3073)

Hayırda yarışmak ve acele etmek, kâmil ve makbûl bir mü’min olmanın alâmetlerindendir. Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:

“İbâdetlerin kabul ediliş alâmetleri, o ibâdetlerden sonra başka ibâdetlere girişmek, birbiri ardınca hayırlara koştukça koşmaktır.”

Unutmayalım ki mü’min, hayır işlemeye doymaz ve bir hayrın şerefi de, geciktirilmeden yapılmasındadır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti- 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.