Bu Manevi Fırsat Kaçırılmaz!

Ramazân-ı Şerîf bizler için Hakk’a yakınlık ve dostluğun müstesnâ vesîle ve fırsatları üzerinde yoğunlaşma mevsimidir. Hayırlarda acele etmek kadar, mânevî kazanç fırsatlarını kaçırmama hususunda da uyanık ve basîretli hareket etmek îcâb eder.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur: “Halkın Hakʼtan en uzak olanı, sonra yaparım deyip hayrı tehir edendir.”[1]

Dünyevî ihtiraslar peşinde ömür tüketip, uhrevî mesʼûliyetlerini, kulluk vazifelerini, ibadet, tâat ve hayırları yarınlara ertelemek, büyük bir aldanıştır. Zira yarını görüp göremeyeceğimiz meçhuldür. Hiçbirimizin bu hususta teminâtı yoktur. Kul için her gün, yarını olmayan son gün olmaya namzettir.

Bir kabristanı ziyaret ettiğimizde, kendimizden daha küçük yaşta vefat etmiş nice insanın kabrine şâhit oluruz. Demek ki ölümün yaşı yoktur. Her insan ölebilecek yaştadır. Dolayısıyla ecel senedinin meçhul vâdesine daha çok vakit olduğunu zannederek, âhiret hazırlığını ihmal etmek kadar derin bir gaflet olamaz.

HAYAT NEDİR?

Âhiretin sonsuzluğu karşısında deryadan bir damla hükmünde bile olmayan hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvî bir hakîkattir. O hâlde “Hayat nedir?” suâline, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yükselecekse, böyle bir gafletle ziyân edilmiş fânî bir hayattan daha acı ne olabilir?..

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-ʼın şu îkazları ne kadar hikmetlidir:

“Ey Âdemoğlu! Unutma ki dünyaya geldiğin günden beri, ölüm meleği peşinde dolaşıp durmaktadır. Bir yandan da senin boynundan atlayarak bir başkasını yakalamaktadır. Sen dünyada bulunduğun sürece bu böyle devam edecektir. Ancak bir gün gelecek ki başkalarının boynundan atlayıp seni yakalayacaktır. Bu, hiç beklemediğin bir anda olabilir. Öyleyse son nefese dâimâ hazırlıklı ol ve gâfil avlanmamaya çalış. Çünkü ölüm meleği senden asla gâfil değildir.

Ey Âdemoğlu! Bilmiş ol ki, eğer sen kendi nefsinden gâfil olur ve kendin için hazırlık yapmazsan, elbette ki başkası senin için hazırlık yapacak değildir. Allâh’ın huzûruna mutlakâ varacağını aklından çıkarma ve bunun için de nefsinin hazırlığını görüp ona rızık edin. Sakın bu işi başkasına havâle edeyim deme!” (Ali el-Müttakî, no: 42790)

İşte bu nevî hakîkatlerin şuur ve idrâkiyle îman firâsetine sahip olan ecdâdımız, kabristanları şehir içlerinde ve bilhassa câmi önlerinde yapmışlardır ki, orada sık sık kendi istikballerini tefekkür etsinler. Dünya hayatının fânîliğini yakînen hissetsinler de âhireti unutmasınlar. Gençliklerine, sıhhatlerine, güç-kuvvetlerine aldanıp kendilerini dünyada kalıcı zannetmesinler. Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirsinler. Asıl gerekli olan âhiret sermâyesini bir an evvel tedârik etmenin gayretine girsinler.

BEŞ ŞEYİN KIYMETİNİ BİL

Zira peşinde koca bir ömür tüketilen fânî ve nefsânî câzibeler; son nefeste, kabirde ve âhirette hiçbir işe yaramayacaktır. Nitekim böyleleri için âyet-i kerîmede:

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ : Çalışmış, (fakat boşuna) yorulmuşlardır.” (el-Ğâşiye, 3) buyrulmaktadır. Yani âhiretsiz bir dünya hayaliyle, sırf dünyasını îmâr etmek için yorulup âhiretini harâb eden insanoğluna, hesap gününde dehşetli bir nedâmetten başka bir şey kalmayacaktır.

O hâlde fırsat elden kaçmadan, bütün fânî nîmetleri ebedî saâdet sermayesi kılabilmeye gayret etmeliyiz. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususta biz ümmetini şöyle îkaz buyurmuştur:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil:

İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayatını!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341; Buhârî, Rikāk, 3; Tirmizî, Zühd, 25)

ŞÜKRETMEK İÇİN ÜÇ YER: HASTAHANE, HAPİSHANE VE KABRİSTAN

Bu hakîkatlere binâen ârif bir zât, zamanı lâyıkıyla değerlendirmemiz hususunda şu tavsiyelerde bulunur:

“Zaman zaman hastahanelere giderek hastaları ziyaret et! O muzdaripler gibi hastalıklara müptelâ olmadığını ve üzerindeki sıhhat nîmetini düşünerek hâline şükret!

Zaman zaman hapishanelere giderek oradaki mahkûmların binbir ıztırapla dolu zindan hayatlarını tefekkür et! Cinayetlerin bir anlık gaflet veya cinnet neticesinde işlendiğini, diğer taraftan mazlum olarak hapse düşüp o cefâya katlananların da bulunduğunu, onların yerinde kendinin de olabileceğini düşün! Allah Teâlâ seni bu hâle düşmekten muhâfaza ettiği için O’na şükret! Oradakilerin selâmeti için de duâ et!

Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından hâl lisânı ile yükselen sessiz feryatları dinle! Ömür nîmetini kaybettikten sonra pişman olmanın hiçbir fayda vermeyeceğini düşünerek vakitlerinin kıymetini bil! Mezarda yatanlar için bir Fâtiha oku ve bundan sonraki günlerini, hamd, şükür, zikir ve Allah yolunda gayret ile değerlendir!”

Demek ki, fırsat elden kaçmadan, ibadet, tâat ve hayırları îfâ hususunda gayret etmeliyiz. Zira uhrevî kazancımız için fırsat bu fırsat, gün bu gündür. Nitekim; “Yarın yaparım diyenler helâk oldu” buyrulmuştur.

MANEVİ KAZANÇ FIRSATI

Düşünmeliyiz ki geçen Ramazân-ı Şerîfʼte hayatta olan eş, dost ve ak­rabamızdan bâzıları artık aramızda değiller. Geçen Ramazan, onların son Ra­mazanʼıydı. Bizler de bu gufrân ayını son Ramazanʼımız olabileceği şuuruyla değerlendirip ondan tertemiz çıkmaya gayret etmeliyiz.

Şunu da unutmayalım ki Ramazan, Cenâb-ı Hakkʼın kuluna bir yakınlık ve dostluk daveti olan müstesnâ bir mânevî kazanç mevsimidir. Nasıl ki, bâzı meslek erbâbı, sahalarında uzman olabilmek için, sporcular da girecekleri müsâbakalarda gâlip gelebilmek maksadıyla kamplara çekilip, ihtilattan men kararı alıyorlarsa, bu Ramazân-ı Şerîf de bizler için Hakk’a yakınlık ve dostluğun müstesnâ vesîle ve fırsatları üzerinde yoğunlaşma mevsimidir.

Hayırlarda acele etmek kadar, mânevî kazanç fırsatlarını kaçırmama hususunda da uyanık ve basîretli hareket etmek îcâb eder. Aksi hâlde elden kaçan nîmetlere nedâmet fayda vermez.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Temmuz 2015, 353. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.