Bu Gidiş Nereye?

İnsaf ve vicdanın değil, vahşet ve menfaatin hâkim olduğu günümüz dünyasının gidişatı maddi ve manevi intihara doğrudur. Bu anlayış ve davranıştan kurtulmadıkça gerçek kurtuluşa kavuşmak mümkün değildir.

Bazılarının yaptığı gayr-i insani davranışlar karşısında insaf sahipleri “insanlığımdan utanıyorum” derler. Tarih boyunca insanlığımızdan utanacağımız pek çok olaylar cereyan etti, fakat “medenî” olduğunu iddia eden günümüz dünyasındaki utanç tabloları geçmişe rahmet okutacak derecede artmıştır. Zira ulaşılan teknik güç ve imkanlar insanların yararından ziyade zararına kullanılmaktadır. Bu imkanlar yaşatmaktan ziyade öldürmeye, yapmaktan ziyade yıkmaya alet edilmektedir.

Vahşi materyalizm ve kapitalizm insanı, insanın yurdu yerine kurdu haline getirmiş, aç gözlülüğün, ihtirasın tavan yaptığı günümüzde insanlık egoizmin karanlık zindanına tıkılmış, “güçlü olan haklıdır” felsefesi dünyamızı kurtların, çakalların, sırtlanların dolaştığı korkunç bir mezarlık haline çevirmiştir.

HİÇBİR ŞEY HİÇBİR KİMSE OLMASI GEREKEN YERDE DEĞİL

Ünlü düşünür Renê Guenon günümüz insanını tanımlarken şunları söylüyor; “Artık hiçbir şey ve hiçbir kimse, normal olarak olması gereken yerde değildir. İnsanlar artık manevi alanda hiçbir gerçek yetki, maddi alanda ise hiçbir yasal güç tanımıyorlar. Laik çevreler rahat rahat kutsalları tartışmakta, onların niteliğine ve hatta var oluşuna itiraz etmektedirler. Bu durum; astın üstü yargılaması, bilgisizliğin bilgiler önüne engeller koyması, yanlışın doğruya üstün gelmesi, beşeri olanın ilahi olanın yerini alması, yerin göğü yenmesi, bireyin kendisini her şeyin ölçüsü yapması, sınırlı ve yanılabilir aklıyla koyduğu yasaları evrene zorla dayatmaya kalkmasıdır.” (Modern Dünyanın Bunalımı, sh. 116)

Alkolün, uyuşturucunun, fuhşun, sömürünün, aç gözlülüğün, terörün, silahlanma yarışının, kitlesel cinayetlerin, inançsızlığın hakim olduğu dünyamız bir bakıma cehenneme dönüşmüştür. Batılı bir düşünür yirmi birinci asrı “cinayet asrı” olarak nitelemiştir.

Yüce Mevla bu dünyayı insanoğluna tertemiz ve yaşanabilir şekilde emanet etti ve “yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Bakara, 13) dediği halde ıslah yerine ifsad yarışına girildi. “İnsanların kendi elleriyle kazandıkları günahlar yüzünden karada ve denizde fesad zuhur etti.” (Rûm, 41)

İNSANLIK KRİZİNİN SEBEPLERİ

Makineleşen dünyamız Allah ve insan merkezli bir dünya olmak yerine makina merkezli bir dünyaya dönüşmüş, medeniyet; madeniyet ve bedeniyet şekline bürünmüştür.

Alexy Carrel, insanlık krizinin sebeplerini açıklarken şöyle diyor: İnsan zekası ve buluşlarıyla kurulan çevre, insanın yapısına uygun değildir. İnsan, geliştirdiği bu çevrede yabancıdır. Gün geçtikçe insani kimliğini kaybetmektedir. Zira medeniyet ağacının “yasak meyve”sini yemiştir. Âdem babamızla Havva anamız da “yasak meyve”den yedikleri için cennetten çıkarıldılar.

Şairler hayal aleminde cansızları bile konuştururlar. Asrımızın büyük filozof şairi Muhammed İkbal güneşi konuşturuyor. Ona göre güneş, şikayetini Allah’a şöyle arz ediyor. “Ya Rabbi! Ben bu sözde insanların etrafında dönmekten, onlara ışık salmaktan usandım. Ya benim görevime son ver veya yeni ve gerçek insanlar yarat.”

“Allah’ın halifesi, eşref-i mahlû­kat, zübde-i âlem, ahsen-i takvim” olarak yaratılan, yerlerin ve göklerin, bütün nimetler emrine amade kılınan insan zalimliği ve nankörlüğü sebebiyle “Esfel-i safilin”e yuvarlanmış, emanete hıyanetlik ederek hem kendisini, hem de dünyayı berbat etmiştir. Yaşanan bu kötü tablonun müsebbibi insanın bizzat kendisidir. “Biz halkı refah içinde şımarmış nice memleketleri helak ettik... Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helak ederiz.” (Rum, 58-59)

İnsaf ve vicdanın değil, vahşet ve menfaatin hâkim olduğu günümüz dünyasının gidişatı maddi ve manevi intihara doğrudur. Bu anlayış ve davranıştan kurtulmadıkça gerçek kurtuluşa kavuşmak mümkün değildir.

HAPİSHANEDEN KURTULMAK GARDİYANA YALVARMAKLA OLMAZ

Roger Garaudy (Roje Garadi) problemin sadece ekonomik ve siyasi olmadığını, temel sorunun gayesizlik ve inançsızlık olduğunu belirtmekte, durumun vahametini şöyle dile getirmektedir: “Elinde rotası olmayan, sarhoş ve darmadağın olmuş, kendini kaybetmiş bir kaptanla gemi nereye gittiğini bilmez durumdadır.” Her şeyin satılık metâ olarak değerlendirildiği, kazananların ve kaybedenlerin, yiyenlerin ve bakanların, gülenlerin ve ağlayanların, ezenlerin ve ezilenlerin şekillendirdiği bir dünya elbette payidar olamaz.

Bütün bu olumsuzluklara, karamsarlıklara rağmen R. Garaudy’nin de belirttiği gibi: “Hâlâ yaşamaya vaktimiz var, ama bunu büyük bir tersine dönüş sayesinde yapabiliriz. Yaşadığımız kaosun efendileri; bizlere insansız bir dünyanın, insani gayesi bulunmayan projesiz insanların bu sapmalarına itaat etmemizi istiyorlar. Oysa ki bir yeniden doğuş ya da insanlığın hayatta kalması; bu ölüm yazgısına uyum sağlamayı değil de onunla kökten bir kopuşu gerektirir.”

Rüzgarın önünde savrulmamak için ona karşı bir set ve direniş gerekir. Teslimiyet köleliğe râm olmaktır. Hapishaneden kurtulmak gardiyana yalvarmakla olmaz.

İNSANLIĞIN İNKILABI

İnsanlığın çöküşüne yol açan vahşi materyalizm ve kapitalizme karşı sevgi ve merhamete dayalı bir devrime ihtiyaç vardır. Peygamberler bu manevi devrimin öncüleridir. Bu elbette zordur ve çetin bir mücadeleyi gerektirir, fakat onurlu bir hayata kavuşmanın da bir bedeli vardır. Onursuz yaşamaya razı olanların kölelikten şikayete hakları yoktur. Pahalı ve cazip oyuncaklar karşısında çocuklar gibi kendisini kaybedenlerin, geçici arzu ve heveslerin kölesi olanların mevcut gidişatı değiştirme gücü ve efendi olma kabiliyetleri yoktur. İnkılabı ancak güçlü bir irade ve imana sahip olanlar gerçekleştirir. Bu, ahlâkî çerçeve içinde bir isyanı, başkaldırıyı gerektirir. Bu başkaldırı ırkçılığa, mezhepçiliğe, ulusçuluğa, bölgeciliğe dayalı bir başkaldırı değil, örselenen, aşındırılan insani ve ahlâkî değerlerin ihyasına dayalı bir başkaldırıdır. Bu; insafın, merhametin, sevginin paylaşmanın, fedakârlığın; zulme, vahşete, nefrete, bencilliğe ve gayesizliğe karşı isyanıdır. Bu mübarek bir isyandır. İnsanlığı tekrar kazanmanın mücadelesidir. Bütün canlıların acısını ve kederini hissetme ve bunun için mücadele verme en asil mücadeledir. İnsanı, kemik başında dolaşan köpekler olmaktan kurtaran bu mücadeledir. Leş kargaları; öldürülmüş, parçalanmış ceset peşinde koşarlar.

Gerçek insanlar ise yaşatmanın mücadelesini verirler. Yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına talip olurlar. Seninki de benim yerine, benimki de senin derler, kendileri muhtaç oldukları halde başkalarını kendilerine tercih ederler. Komşusu açken tok yatmazlar. Açların açlığını, üşüyenlerin üşümesini hissederler. Şunları söyleyen Mevlana gibi olurlar: “Ben Şemsi Tebrizi’den hissetmeyi öğrendim a dostlar! Onu tanımadan önce sokaktaki fakirler zemheri soğuklarında titrerken ben ocak başındaydım, samur kürk içindeydim. Kapımın önünde açlar dolaşırken sofra başındaydım. Şimdi ise bütün açlar doymadan doymaz oldum, bütün çıplaklar giyinmedikçe harlı alevlerin karşısında üşüyorum. Hissetmeye mani bilginin yük olduğunu ondan öğrendim. Şems-i Tebrizi yanmayı öğretti bana, pişmeyi öğretti.”

VAR OLMAYA ÇALIŞALIM

İnsanın ruhuna, duygu dünyasına hitap etmeyen, onda insani ve ahlâkî duyguları yeşertemeyen bir bilgi hamallıktan başka bir şey değildir. Davranışlara yansımayan sözde iman da böyledir. Gerçek bir iman, ulvi gayelere ulaşmak için mücadeleyi gerektirir. “Eserleriniz yoksa iman sahibi olmanız ne işe yarar? Bir kardeşinin ya da bir bacının her gün yiyecek bir şeyleri yoksa ve sen onlara kendi aşından bir şeyler vermiyorsan imanın ne işe yarar?” (R. Garody, Batı Terörü, sh. 106. Aziz Jacgues’in risalesinden alıntı.)

İflas eden insanlığın ihyası, iman mektebinde yetişmiş model insanlarla mümkündür. En güzel model ise Hz. Peygamberdir. Thomas Carlyl (Tomas Karlayl) Kahramanlar isimli kitabında Hz. Peygamber’i şöyle özetlemiştir: “O da bir insandı, fakat insanlığı tarif etmek üzere gelmiş bir insandı.”

Satırlarımızı R. Garaudy’nin şu sözleriyle sonlandıralım. “Ben ‘insan ölmüştür’ diyenlerden değilim. Asıl insan şu anda mevcut değil. İster misiniz onu var kılmaya çalışalım. Var olmaya çalışalım. Yani sebep-sonuç zincirinde bir halka olmamaya, aksine daha sağlam güçlerin daha açık bir gaye ile her an ortaya çıktığı doğuş halindeki insanlar olmaya çalışalım.” (R. Garaudi, Yaşayanlara Çağrı, sh. 29)

Bütün mesele sureta değil sireta insan olmaktır. Kadavra değil, iman ve ahlâkla diri olan insan.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 369. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.