Bu Çağda Örnek Bir İnsan

Merhûm Üstad Mûsâ Topbaş Efendi’nin 1999 yılındaki vefatının üzerinden 17 tam yıl geçmiş ve 18. yıla girmişiz. Yıllar çok çabuk geçmiş, geçmeye de devam ediyor. “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” demişler. Gerçekten bazı insanların gönül dünyamızda ve çevremizde ne kadar büyük yer kapladığı, yokluklarında daha çok anlaşılıyor. Ve onlar, bu güzel tesirleriyle “yaşayan (!) insanlardan” daha çok “yaşıyorlar”.

Günümüzde İslâm’ın doğru bir şekilde anlaşılıp tatbik edilmesindeki en büyük dertlerimizden birisi, gençlerimizin önünde “örnek insan modeli” olarak göstereceğimiz kimselerin azlığı… Şüphesiz Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her zaman ve her mekân için bizim en büyük örneğimiz... Ancak insan fıtratı, yaşadığı çağda, kendi civarındaki problemlerle nasıl baş ettiğine ve nasıl güzel bir hayat yaşanabileceğine dair canlı örnekler de görmek istiyor. Zaten her devirde, her topluma binlerce peygamberin vazifelendirilmesinin hikmeti de bu… Gerçi Peygamber Efendimiz’den sonra başka bir nebî ve rasûl gelmeyecek!.. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hâtemü’l-Enbiyâ… Ancak O’nun mânevî mîrasçıları olan “Hak Dostları” her devirde ve toplumda var olmaya devam edecekler. Bazen günün şartları îcabı göz önünde, bazen de biraz daha gözlerden uzak, arka planda…

Bu mânâda Mûsâ Topbaş Efendi de hem bütün hayatıyla, onu görüp tanıma bahtiyarlığına erenler için “göz önünde” bir hayat yaşadı, hem de olabildiğince mahfiyet ve tevâzû içinde “gözlerden uzak” bir hayatı seçti. Biz de bir serî olarak neşretmeyi düşündüğümüz bu yazılarımızda, onun hayatından görebildiğimiz, fark edebildiğimiz güzelliklerden birkaç satır başını öne çıkartmakla yetineceğiz. Mûsâ Topbaş Efendi’yi daha yakından tanımak isteyen kardeşlerimize, muhterem mahdûmu Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin kaleminden çıkmış “Altın Silsile” kitabının son bölümünde yer alan “Sâhibu’l-Vefâ Hâce Mûsâ Topbaş (1917-1999) başlıklı yazıyı tavsiye ederiz.

GÖNÜLDEN GÖNÜLE ATEŞ YAKIP GEÇERLER

Allah dostları, bir mumun başka bir mumu tutuşturması gibi, gönülden gönüle bir ateş yakıp geçerler. Bu mânâda Mûsâ Topbaş Efendi’nin hayatında Mahmud Sâmî Ramazanoğlu’nun müstesnâ bir yeri vardır. Bu sebeple Mûsâ Efendi, “Sâhibu’l-Vefâ” denecek kadar üstadıyla aynîleşmiş, onun izinde, gölgesinde bulunmayı kendisi için büyük bir şeref addetmiştir. Günümüzde benliklerin öne çıktığı, nefislerin şiştiği veya şişirildiği bir cemiyet hayatında, böyle bir vefâyı ve aynîleşmeyi anlamak çok zordur. Mûsâ Efendi, üstadına olan meclûbiyetini şöyle dile getirmiştir:

“Sâmi Efendi Hazretleri’ne intisâbımdan sonra dünyaya bakışım ve görüşüm değişti. Eski sevdiklerimi sevemez hâle geldim. Her gün beraber yiyip içtiğim arkadaşlar vardı, bir anda silindi. Ne onlar fakiri aradı, ne de ben onları aradım…

Muhterem Üstâdım Mahmâd Sâmi -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nin huzûr-i âlîlerine girdiğimizde, tasavvufa dâir hiçbir mâlumâtım yoktu. Bize evrâd verecekleri yapacağız, o kadar zannediyordum. Mânevî değişiklik gibi şeylerden haberimiz yoktu… Ancak o zaman anladım ki, kalbe kuvvetli bir aşk aşısı vuruyorlar. Sâlik, hakîkaten zeki ve anlayışlı ise, onun kıymetini biliyor, o hâlini muhafaza ediyor. Biraz noksanlığı olan ise, istifâde etse bile nâkıs kalıyor.” (Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, sh: 548)

Bu ne tatlı bir ifade, ne büyük sevgi ve hürmet… Mûsâ Efendi, bu hâlini, vefâtına kadar devam ettirmiş, hattâ yakınlarının bizzat müşâhedesine göre, gönül dünyasındaki bu aynîleşme, vefatına yakın zâhiren de tamamlanmıştır.

Mûsâ Efendi’nin güzel ahlâkıyla ilgili misalleri de önümüzdeki aya bırakalım, inşallah. Bu vesileyle kendisine Cenâb-ı Hak’tan bir kez daha rahmet niyaz ediyoruz. Rabbimiz, bizi cennette onunla komşu eylesin. Âmin.

Kaynak: Zâhide Topçu, Şebnem Dergisi, 137. Sayı, Temmuz 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.