"bu Çağda..." Diye Başlayan Haramlar

Helal-haram sınırlarının nerede ise tamamen ortadan kalktığı ya da ayrıştırılamayacak kadar karıştığı bir ortamı yaşıyor ve paylaşıyor olduğumuz ne yazık ki acı bir gerçektir. Kazanma hırsının ve sınırsız/ilkesiz yaşama çılgınlığının kamçıladığı helal-haram hassasiyeti eksikliği günümüzün yaygın, ciddi, sosyal ve ahlakî hastalıklarının ön sırasında yer almaktadır.

Emr-i bi’l-ma’rûf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi, Nehyedermiş bir fenalık görse kardeş kardeşi. Mehmed Âkif Ersoy

Bireyler, aileler ve toplum kesimleri, içtenlikle şöyle bir 24 saatlerini gözden geçirirlerse, itiraf edemeseler bile bu noktadaki hassasiyet eksikliğini fark edeceklerdir. Son yıllarda gündeme getirilen helal gıda standardı çalışmaları, sözünü ettiğimiz hassasiyet eksikliğinin gıda alanında bir anlamda resmen itirafı, bir anlamda da konuya yönelik farkındalık meydana getirme gayretidir. Bu yönüyle takdire değer bir çabadır.

HELAL-HARAM HASSASİYETLERİMİZİ YİTİRİYORUZ

Günlük hayatı yönlendiren hakim anlayış ve sistem, İslâm temelinden uzak olduğu için İslâm’ın inananlara kazandırdığı helal-haram hassasiyetini bilhassa yok etmekten vahşi bir zevk almaktadır. Üretim çarklarının çalışma yöntemleri, kullandıkları malzemelerin muhtevası, ürünlerinin görüntüleri, paketleri, reklamları, vs. hiç bir aşamada helal-haram hassasiyeti gibi bir ölçüye ihtiyaç duyulmamaktadır. Ne yazık ki Müslüman müşterilerin büyük bir çoğunluğu da bu yaylakta serbest ve kayıtsız dolaşıp yaylayan varlıklar gibi davranmayı -ya gönüllü ya da kerhen- modernlik, çağdaşlık, gelişmişlik diye kabul ettikleri için bu karmaşık ve yaban hava, giderek yerleşik bir hal almaktadır.

Çarşı-pazarı böylesine hassasiyet eksikliğini paylaşan bir toplumun/ümmetin bireylerinde, beslenme ve gıda rejiminin tetiklediği şehevi ve cinsel duygular tam bir serbesti içinde ön plana çıkmakta, gönül safiyeti, akıl nezaheti ve toplum ahlakı gibi erdemler etkisizliğe mahkum edilmektedir.

GDO’su ile oynanmış ve bozuk gıdaların vücudun maddi yapısında meydana getirdiği kısa ve uzun vadeli yıkım misali, haram lokmaların vücudun manevi yapısında oluşturduğu çürüme ve rahatsızlıklar da ait olduğu vücudu olduğu kadar o yapının içinde bulunduğu toplum/ümmet bünyesini de onulmaz hastalıklarla karşı karşıya getirmektedir.

Helal-haram hassasiyeti eksikliği, ümmetin birimleri demek olan İslâm ülkelerinde ve bu ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde de daha büyük ölçekte geçerlidir.

"BU ÇAĞDA..." DİYE BAŞLAYAN HARAMLAR

Bu çağda...” diye başlayan haramları ağır ya da gereksiz bulan ukalaca söylem ve yorumlar, kitle iletişim araçlarının yaygınlaştırdığı sınır tanımazlığın uç ifadeleri olarak hiç beklenmeyen birey ve toplum kesimlerinde bile görülür, duyulur olmuştur.

Helal-haram hassasiyetini hatırlatan masum söylem ve uyarılar dahi zaman zaman hakaret muamelesi görmekten kurtulamamaktadır. Haramlara karşı titizlik gösterip iffetlerini korumak isteyenlerin “onlar, temiz kalmak isteyen insanlar1 diye geçmişte olduğu gibi günümüzde de suçlandıkları acı bir gerçektir.

“Herkes”in veya “çoğunluğun böyle olduğu ya da yaptığı” söylemi, hassasiyet eksikliğine gerekçe kabul edilip bu çöküşün normal gösterilmek istenmesi de çoğu kere baş vurulan bir başka yanlış yoldur. Ya da Şeytan aldatmacasıdır.

Oysa hadis-i şerifte “Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır.

Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir korunun etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu koruya girme tehlikesi vardır.

Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi/korusu vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi/korusu da haram kıldığı şeylerdir.

Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir”2 buyrulmuştur.

Bizim burada sözünü etmeye çalıştığımız hassasiyet eksikliği açık ve belli olan helal ve haram konularına yöneliktir. Bir de şüpheli, helal veya haramlığı belirsiz ya da kuşkulu olanlar vardır ki, toplumun bu konudaki kayıtsızlığı çok daha derin ve acıdır.

Esasen helâl mi, yoksa haram mı olduğu kestirilemeyen konulardan uzak durmak, dindarlığın esasını teşkil eder. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bir kul günaha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler (Allah saygısı ile dolu olanlar) derecesine çıkamaz.”3

Allah kendisinden ve babasından razı olsun, Abdullah ibni Ömer: “Bir kul gönlünün şüphelendiği bir işi bırakmadıkça, gerçek takvaya ulaşamaz4 der.

ŞÜPHELİ ŞEYLERİ TERK ETMEK

Kuşkulu ve tereddütlü işlere yaklaşmak, hadis-i şerifte belirtildiği gibi5 yasak bölge/koruluk etrafında dolaşmaktır. Her an harama düşme tehlikesi vardır. Oysa halkımızın ifadesiyle “Korkulu rüya görmektense uyanık durmak yeğdir.” Şüpheli şeyleri terk etmek, helal - haram hassasiyetini canlı tutmak ve birçok sıkıntıdan peşinen kurtulmak demektir.

Şüphe/kuşku insanı, yalan ile doğru, helal ile haram arasında ve genellikle de yalan ve harama yakın bulundurur. Böyle olunca “şüphe vereni terk edip şüphe vermeyenle yetinmek”,6 bazen görünürde zarar sanılsa da bir tehlikeyi daha doğmadan savuşturmuş olmak bakımından kârlı ve akıllıca bir davranıştır.

O halde yapılacak iş, tehlikeli bölgelerden uzak durmak, ihtiyaçları helalden karşılamaktır. Nitekim Enes radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm yolda bir hurma buldu ve “Bu hurmanın sadaka olması ihtimalinden endişe duymasaydım, onu yerdim” buyurdu.7

Helâl ve haram bilinci ve hassasiyeti, şüphelilere karşı gösterilecek dikkatli tavırlarla canlı tutulabilir. Özellikle haram sınırlarının hızla yok edildiği günümüzde ve toplumumuzda şüphelilere karşı takınılacak tavır, ayrıca bir ciddiyet ve ehemmiyet kazanmış bulunmaktadır.

“Acaba” kuşkusundan uzak kalmak yani şüphelileri terk etmek, Müslüman’ı günah işlemiş olma ihtimalinin kahredici endişesinden kurtaracak, ona haram-helal hassasiyeti kazandıracak, ümmeti de sağlıklı ve temiz bir bünyeye sahip kılacaktır.

Dipnotlar: 1) el-A’raf (7), 82; en-Neml (27), 56. 2) Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2, Kudât 11; İbni Mâce, Fiten 14. 3) Tirmizî, Kıyâmet 19; İbni Mâce, Zühd 24. 4) Bk. Buhârî, İman 1. 5) Bk. Buharî, iman 39, Büyü’ 2; Müslim, Müsâkât 107, 108. 6) Buhârî, Büyû’ 3; Tirmizî, Kıyâmet 60; Nesâî, Kazâ 11. 7) Buhârî, Büyû’ 4, Lukata 6; Müslim, Zekât 164-166. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 29.

Kaynak: İsmail L. Çakan, Altınoluk Dergisi, 372. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.