Borç ve Borçlanma Nasıl Olmalı?

İslam’a göre borç ve borçlanma nasıl olmalıdır? Bir borçlu ile alacaklının ibretlik kıssası.

Diğer İslâmî fazîletler gibi, borç verme ibâdetini de yaşatmak mecbûriyetindeyiz. Yarın bâkî ikâmetgâha devrolundu­ğumuzda ne zenginin elinde böyle bir fırsat, ne de muhtâcın elinde böyle bir ihtiyaç kalacak. Durumu müsâit olanlar, birtakım bahânelerle borç verme ibâdetini terk etmemeli, buna mukabil borç alan kimseler de çeşitli sıkıntıları öne sürerek borcunu ödemeyi ihmâl etmemeli, bu fazîletli ictimâî ibâdeti zedelememelidir.

Borç verme ibâdetinin devamı, borç alan ve veren olmak üzere iki taraf için de mecbûrî prensiplere riâyete bağlıdır ki bunlar, ruhlardaki fazîlet pınarlarını coşturup nice kurak gönülleri muhabbet, diğergâmlık ve cömertlik deryâlarında buluşturur. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmaya vesîle olacak davranışlar manzûmesine, kısaca meleklerin bile imrendiği yüce bir ahlâka nâil eyler. Bu hakîkati aksettirmesi bakımından Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hadîs-i şerîf pek ibretlidir:

BİR BORÇLU İLE ALACAKLININ İBRETLİK KISSASI

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Benî İsrâil zamanında bir kişiden bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Kendisinden borç talep edilen kimse:

“–Bana şâhidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şâhid olsunlar!” dedi. İsteyen ise:

“–Şâhid olarak Allâh yeter!” dedi. Borç verecek olan kimse de:

“–Öyleyse buna kefil getir.” dedi. Borç isteyen kişi:

“–Kefil olarak Allâh yeter.” dedi. Borç verecek olan şahıs:

“–Doğru söyledin!” dedi ve belli bir vâde ile parayı ona verdi.

Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vâdesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine çâresizlik içinde bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı sahibine hitâb eden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da deniz sâhiline gelip:

“Ey Allâh’ım, biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım. Benden şâhid istediğinde ben: «Şâhid olarak Allâh yeter!» demiştim. O da şâhid olarak sana râzı oldu. Benden kefil isteyince de: «Kefil olarak Allâh yeter!» demiştim. O da kefil olarak Sana râzı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Onu Sana emânet ediyorum!” dedi ve odun parçasını denize attı. Odun, denizde yüzüp giderek gözden kayboldu.

Bundan sonra adamcağız, oradan ayrılıp, kendini götürecek bir gemi aramaya devam etti.

Bu arada borç veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemekteydi. Gemi yoktu ama, içinde parası bulunan odun parçasını gördü. Onu evine odun yapmak üzere aldı. (Testere ile) parçalayınca para ve mektupla karşılaştı.

Bir müddet sonra borç alan kimse de (bir gemi buldu ve memleketine) geldi. (Odun parçası içinde gönderdiği parayı alacaklısının almamış olabileceği ihtimâli ile derhal) bin dinarla adama uğradı ve:

“–Paranı getirmek için aralıksız gemi aradım. Ancak beni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım.” dedi. Alacaklı:

“–Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?” diye sordu. Öbürü:

“–Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim.” dedi. Alacaklı:

“–Allâh Teâla Hazretleri, odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı senin yerine (bana) ödedi (yâni ihlâsın mukabili Cenâb-ı Hak sana kefil olarak bana ulaştırdı. Dolayısıyla şimdi getirdiğin bin dinar da sana kaldı. Bu vesîleyle huzur içinde) bin dinarına kavuşmuş olarak dön.” dedi. (Buhârî, Kefâlet, 1; Büyû, 10)

Bu hadîs-i şerîfte, Allâh adına verilen söz ve onu yerine getirme gayretindeki müthiş samîmiyetin Cenâb-ı Hak tarafından nasıl makbul ve mahfûz olduğu hakîkati sergilenmektedir. Bu da gösteriyor ki, alacak-verecek meselesinde iki taraflı anlayış, ihlâs ve denge içerisinde olmak lâzımdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM'DA BORÇ HUKUKU

İslam'da Borç Hukuku

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.