Bir Kral İle Gencin İbretlik Kıssası

Ticaret, helal yoldan kazanç sağlamak için yapılır. Dinimizce de makbul bir iştir. Hz. Peygamber (sav) ve mezhep imamımız Ebu Hanife’nin de mesleğidir.

Kazanç, maddi ve manevi olmak üzere iki kısımdır. Ebedi hayatı kazanmaya yönelik olduğu için manevi kazanç daha önemlidir. Fani ve geçici kazançlar bâkî ve ebedî kazanca yönelik olursa akıllıca bir hareket olur. “Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticarete yönlendireyim mi? Allah’a ve peygamberine inanırsınız. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı bağışlar, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere yerleştirir. İşte büyük kazanç ve kurtuluş budur.” (Saff, 10-12)

Kalıcı olan geçici olandan daha kıymetlidir. Akıllı kimse sonu yokluk olan varlığa aldanmaz. Fâni olanı bâkiye çevirmeye çalışır. Daha değerli olanı verip daha az değerli olanı almak akıl kârı değildir. Bu, düpedüz zarar demektir.

DÜNYALIK İÇİN AHİRETİ SATANLAR

Dünyalık elde etmek için ahireti satmak da böyledir. Bugünkü üç kuruş için yarınki milyonlardan vazgeçmek tam bir ahmaklıktır. “Doğrusu şu kâfirler, geçici dünya hayatını seviyorlar da geleceği kesin olan çetin günü göz ardı ediyorlar.” (İnsan, 27) Kafirler ahirete inanmadıkları için bütün mesailerini dünyalık elde etmek için sarf ediyorlar. İnanmadıkları ahiret pazarına elleri boş olarak geliyorlar. Böylece imanın kazancından mahrum, inkârın zararına mahkûm oluyorlar. Mevlâ, yarına hazırlanmaları için müminleri şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun ve herkes yarın kıyamet günü için ne hazırlayıp gönderdiğine baksın.” (Haşr, 18)

Dünya sevgisi ve mal hırsı gözleri kararttığı için pek çok kimse fâni dünya hayatı için bâki ahiret hayatını feda ediyor. “İşte onlar öyle kimselerdir ki, ahireti bırakıp dünya hayatını satın almışlardır. Bu yüzden azapları hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez.” (Bakara, 86)

Allah’ın rızasına ve ebedi hayata yönelik olmayan bütün kazançlar hasret ve nedamet sebebidir. Mevlâ’nın verdiği güç ve imkânlarla elde edilen servetler Allah’a isyan ve inkâr yolunda harcanırsa mutlak azaba dönüşür. “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanlara acı veren bir azabı müjdele! Bunlar kıyamet günü cehennem ateşinde kızdırılır. Onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanır. Onlara: İşte kendinizi için biriktirdikleriniz; biriktirdiklerinizin acısını tadın, denir.” (Tevbe, 34-35)

“Böylece Allah onların amellerini bir pişmanlık kaynağı olarak gösterecektir.” (Bakara, 167)

Dünya hırsı ve şehveti gözleri kör ederse kârla zarar, kazançla kayıp fark edilemez. “İnkâr edenlerin amelleri engin bir çöldeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder. Nihayet ona yaklaştığında orada sudan bir iz bulamaz.” (Nûr, 39)

Akılsız çocuk elindeki altının değerini bilemediği için onu bir elma şekeriyle değiştirir. Bütün mesele neyin daha değerli neyin daha değersiz olduğunu kavrayabilmektir.

Dünyalık için ahireti satanlar sadece dinsizler değildir. Dindar geçinip de menfaat için dini ticaret metaı gibi kullananlar da ahiretlerini satanlardır. “Allah’ın indirdiği kitaptan bazı şeyleri gizleyenlere ve onu az bir değerle satanlara gelince, işte onlar karınlarına sadece ateş dolduruyorlar. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları günahlarından temizlemeyecektir. Onlar için acı veren bir azap vardır. Onlar doğruluk yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı satın almışlardır. Onlar ateşe ne kadar da dayanıklıdırlar!” (Bakara, 174-175)

EN KİRLİ KAZANÇ

Dünya kazancını ahiret kazancına vasıta yapmak yerine ahireti dünya menfaatine feda etmek korkunç bir gaflet ve aymazlıktır. En kirli kazanç; Allah’ı, Peygamberi, Kur’ân’ı, mukaddesleri istismar ederek elde edilen kazançtır. Mevla’mız bundan şiddetle sakındırıyor; “Ayetlerimi basit menfaatler karşılığında satmayın ve yalnız benden korkun.” (Bakara, 41) Mesele ucuza, pahalıya satmak değildir. Zira ayetlerin karşılığında her şey ucuzdur, yok hükmündedir.

Mü’min dünyevi menfaat için ne kendini ne de mukaddeslerini satar. Zira insanın ve mukaddeslerin hiç bir dünyevi karşılığı yoktur. İnsanın müşterisi sadece Allah, bedeli ise cennettir. “Allah mü’minlerin canlarını ve mallarını kendilerine cennet verilmesi karşılığında satın almıştır.” (Tevbe, 111) Mevlânâ’nın dediği gibi; Allah bizi satın almakla satılık olmaktan kurtardı. Zira bir mal iki defa satılmaz.

İlk Müslümanlar tevhid bayrağını yüceltmek, ufukta dalgalandırmak için mallarını ve canlarını ortaya koydular. Böylece hem davayı hem de kendilerini yücelttiler. Onların gönüllerde kurdukları tahtlar kralların yıkılan tahtlarından daha değerlidir. Zira manevi saltanatlar maddi saltanatlarla yıkılmaz. Tahtadan yapılan tahtlar nerede; iman, sevgi ve fedakârlıkla kurulan tahtlar nerede? Gönül saltanatıyla beden saltanatı hiç denk olur mu?

KRALIN SALTANATINI BİTİREN HADİSE

Kendinin ve başkalarının ahiretini kurtarmak için gözünü kırpmadan dünya hayatını feda edenlere dair çarpıcı bir misal arz edelim:

Sahih-i Müslim’de rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) bir kral, sihirbaz ve gençten bahsediyor. Özetle; Kralın bir sihirbazı varmış, ölümüne yakın sihir öğretmek üzere kraldan bir genç istemiş, istediği şekilde genç gönderilmiş, genç yol üzerinde bir rahibe rastlamış, rahibe ilgi duymuş, gösterdiği harikulâde bir olayı rahibe anlatınca rahip gence, manevi bir makama erdiğini, kendisinden daha faziletli olduğunu söylemiş, fakat bir takım zorluklarla imtihan edileceğini de ilave etmiş. Genç körleri tedavi ediyor, sedef hastalarını iyileştiriyormuş. Bunu duyan kral körü nasıl tedavi ettiğini sorunca genç; şifanın Allah’tan olduğunu söylemiş, Allahlık iddiasında bulunan kral; “Benden başka ilah var mıdır?” demiş ve genci dininden dönmeye zorlamış, fakat genç direnmiş, dağın tepesinden aşağı atıp öldürmek, denize atıp boğmak istemişlerse de başaramamışlar. Genç, çaresiz kalan krala şu teklifte bulunmuş: Beni bir ağacın dalına as, ok torbasından bir ok al, yayın ortasına yerleştir ve: “gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla” diyerek oku bana fırlat, o zaman beni öldürebilirsin. Kral da aynen öyle yapmış ve genç ölmüş. Kralın ağzından “gencin Rabbi olan Allah adıyla” sözünü işiten halk hep birden imana gelmiş ve kralın saltanatı büsbütün bitmiş. Allah’a inanan halkı cezalandırmak için hendekler kazdırmış, insanları hendeklerde yaktırdığı ateşlere attırmış.

ÂHİRET İÇİN KENDİNİ FEDA EDEN GENÇ

Bu kıssada verilmek istenen mesaj şudur: Firavun gibi Allahlık iddiasında bulunan bir krala karşı Hz. Musa gibi dimdik duran, halkın iman etmesi için kendini feda eden bir genç vardır. Bu genç iman ve sabır âbidesidir. Bu asil davranışıyla, geçici olan elemi kalıcı olan lezzete çevirmiştir. Gençlerden oluşan ashab-ı kehf de iman uğruna sarayı terk edip mağaraya sığınmıştır. Onların gözünde imansız yaşanan saray mağara, imanla yaşanan mağara saray olmuştur. Firavunun karısı da iman edip kocasına ters düşerek işkencelere uğratılmış, fakat o, cennetteki ebedi köşkü Firavunun geçici köşküne tercih etmiştir.

Akıllı kimseler uzun vadeli düşünürler, kalıcı olanları geçici olanlara tercih ederler. Gerçek kâr ve kazanç budur. Cahil ve ahmaklar ise dünya hırsı ve geçici heveslere kapılarak geçici dünya hayatı uğruna kalıcı ahiret hayatını berbat ederler.

KARANLIĞI AYDINLATACAK NUR

Mevlânâ’ya kulak verelim: Mezarda bu göze toprak dolar, mezarı aydınlatacak nurun var mı? Ten kazancından bir sanat öğrendin, din sanatına da bir el ver. Dünyada elbisen var, zenginleştin. Fakat bu âlemden gidince nasıl edeceksin? O cihan da pazarla, kazançla dolu bir şehirdir. Zannetme ki kazanmak yalnız bu alemdedir ve bu kazanç kâfidir. Çocuklar dükkancılık oynarlar ya, fakat zaman geçirmekten başka ellerine bir şey geçmez. Gece gelip çatar çocuk evine aç döner. Öbür çocuklar giderler, o tek başına kala kalır. Bu alem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin fakat kese bomboş, sen de yorgun argın.

“Bilin ki, dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlat çoğaltmada bir yarışmadan ibarettir. Bu, bir yağmur gibidir ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onu sapsarı bir halde görürsün. Sonra da çer çöp olur.” (Hadid, 20)

Akıllı mümin, birini diğerine feda etmeden hem dünyayı hem de ahireti kazanmaya çalışır. Bu konuda bizim duamız şudur: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 201)

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 365, Temmuz 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.