Bir Fincan Sohbet

Boğulmak bizden uzak, yüzmek bizimle olsun. Rûh deryâ deniz gezsin, benlik kıyıya vursun!

 Yorgundum. Belki de bu sebeple şu yazının, kokusu tadından, tadı kendinden güzel olan, kırk yıl hatırı sayılan, yorgunluk unutturan bir fincan kahveye benzemesini istedim. Sonra, başka başka zamanlarda, kâh sükûnetle, kâh coşkuyla kağıda döktüğüm cümleleri, kahveyi suyla karıştırır gibi derledim. Şimdi, mümkünse bir fincan kahve eşliğinde, tekrar tekrar okunsun, göz açıklığına, gönül aydınlığına ve tefekküre vesîle olsun isterim. Bismillâhirrahmanirrahim.

İffeti ve takvâsı sebebiyle yüzünü örtenle, nefreti ve hevâsı sebebiyle yüzünü örten arasında, dağlar kadar fark olduğunu görmek gerek. Biri has niyetli candır, diğeri tam engerek!

Sınanmak kadar tabii bir şey yoktur. Kararlılığımız, saygımız, sevgimiz sınandıkça kendimizi tanır, olgunlaşırız. Meselâ, “Yârim, seviyorum!” deriz, çok geçmez zılgıtı yeriz. Eğer hakîkî âşıksak, o zılgıtı da severiz.

Herkes bir çığır açabilir. Herkes iyilik yapabilir. Herkes mahlûkâta hizmet edebilir. Buraya kadar bir tuhaflık yok; fakat ne zaman ki biri, kendi yenisini yapmak adına kardeşinin eskisini yıkmaya kalkar, kendine yol açacağım derken kardeşinin yolunu tıkar, işte o zaman şeytanın sevinci ayyuka çıkar!

HOŞ GÖRMEK BEDBAHTLIĞI

Yemenin, giymenin, yazmanın, çizmenin, kabiliyetin, hürriyetin, her şeyin bir sınırı var. Hoşgörünün de… “Yok! Ben sınırsız hoşgörüden yanayım” diyorsan, böylece Allah’ın hoş görmediğini hoş görmek bedbahtlığına düşüyorsan, o halde hadi, seni ve sevdiklerini zehirlediğinde, akrebi de hoş gör, yaratandan ötürü.

Saman altından lâğım suyu yürütüp sonra da mağdur, mazlum ve mâsum edebiyatı yapanları dikkatle seyret. Zira onlar görünen yüzü düzenli ve temiz, görünmeyen yüzü dağınık ve pis olan, üstelik analar kızlarına kaneviçe işletmeyi bıraktığından beri sayıları çoğalmış bulunan münâfıklardır. Eskiden genç kızlar kaneviçe işlerdi de anaları onlara “Kızım, sadece düzünü değil, tersini de temiz işle. Yalnızca görünen yüzünü değil, görünmeyeni de muntazam olsun” derlerdi. Böylece o kızların elleri sanata, gönülleri cennete yatkın hâle gelirdi. Ya şimdi?

Bazen, hâdiselerin yarısı görünür. Gizlenmiş olan yarımı görebilmek için, “Ölen mi öldüren mi? Döven mi dövdüren mi? Diyen mi dedirten mi? Kızan mı kızdıran mı?” demek, soruları hep iki taraflı sormak gerekir. Eğer böyle yapmazsa kişi, ayı sadece yarımaydan ibâret zannedip yanılan kimse gibi, dolunayın aydınlığında doğru yolu bulmaktan mahrum kalır, yanılır.

Hizmetten yorulma! Hizmetle yoğrul. Yoğruldukça güzelleşip özüne dön. Unutma ki mahlûkâta hizmet etmek ancak, Allah’ın rızâsını hasretle arzulayanlar için “Her dâim zevk” olur. Bir gün sızlanır, “Hep ben yoruluyorum, diğerleri neden yapmıyor?” derse nefsin, “Demek ki Allah, kendisine yaklaştırmak için seni seçmiş” de de, sevinsin. Bu sevinçli kıvâma gelmek, hizmetle dinlenmek, yük kendi omuzlarına bindikçe neşelenmek, ancak ve ancak devamlı sohbetle kazanılabilecek bir fazîlettir. O halde, sana lütfedilmiş olan mânevî sohbetlerin her biri için ayrı ayrı şükret.

ÖZEL GÜN

Özellikle ve öncelikle “Özel gün” kavramını gözden geçir. Özel günlerde giyinmek, süslenmek, yemek ve eğlenmekle ilgili aşırılıklarını törpüle. Eğer nişanda, düğünde, bayramda kandilde İslâmın vakur ve mütevâzî duruşundan uzaklaşmışsan, devrânın dönmesine, belâların gelmesine yaklaşmışsın demektir.

Hatırlamak çoğu zaman unutmakla, unutmak da çoğu zaman gâfletle ilgilidir. Allah seni, hayra muhtaçlığını unutarak gaflete dalan biri olmaktan korumasa, sana bir muhterem mürşîdin fedakârca ve hiç aksatmadan, “Sözümü dinleyen yok ki” deyip yılgınlığa düşmeden, sabırla, aşkla ve ihlâsla verdiği sohbetlerde bulunmayı nasip etmese, şüphesiz bugün sen de “Hep ben mi yapacağım!?” deyip isyan edebilirdin. Ne mutlu sana ki “Evet hep ben yapacağım! Zira hayra en çok ben muhtâcım!” diyebilir hâle geldin.

Şimdi, senin gibi düşünenlerle “Biz” ol. Ölene dek, hayırlar ve güzellikler tüm insanlığa ulaşsın, bu uğurda Allah azze ve celle bizi hep vesile kılsın diye dilen! Allah için dilenmekten, Allah’tan Allah’ı dilemekten ve muhabbeti hizmetle dile getirmekten ayrılma. Koparacak bir şeyin kalmayana dek kendinden kopar! Sana başkalarının değil, senin hesabını soracaklar. Neden gelmiyor, neden vermiyor, neden yardım etmiyorlarla oyalanma. O’nun sana verdiklerini O’na ada.

VAKTİNDE DOĞ VAKTİNDE BAT

Hayır yolunda güneş gibi ol. Vaktinde doğ, vaktinde bat. Sana emredileni yapmak hususunda kimseyi bekleme. Uyanık olan koşsun sana yetişsin. Uyanık olmayanla zaten, ne diye vakit kaybedesin? Sen gözünü gönlünü arşa çevir de her dem mirâca yükselmek için azimle devam et. Yakında öleceksin, çok az kaldı, teşrif edecek Azrâil adlı heybet!

Hakîkat buyken, “Sen-Ben” sözü ne de anlamsız. Kardeşliği pekiştirmek dururken, ayrılığı körüklemek ne de mânâsız. İyi niyetli bir davranışta bile kötülük gören gözler ne de izansız. Şeytanın fakirlikle korkutmasına aldanarak cimrilik edenler, Allah’a karşı ne îtimatsız. Başkalarını kendi dar kalıbı içine sığdırmaya çalışan kafalar, ah ne akılsız. Sevgiyi hep tebessümde aramak, ne de asılsız. Gel, su ol da hiç durma, Celâl tarlasından Cemâl gülleri derene ak. Ateş ol da çiğ ete hiç acıma, pişsin diye, feryâdı arşa ulaşsa, yak!

ÂHİRETİN TARLASI

Bilen için Dünya yoktur. Âhi­retin tarlası vardır. Çiftçi için tarla nasıl, çalışıp ürün alma fırsatı ise o bilenler için de Dünya ancak, çalışıp kabir aydınlığına ve âhiret ferahlığına kavuşma fırsatıdır. Çiftçi, vakti geldiğinde ürün biçer. Bilenler de vakti geldiğinde huzur biçer. O vakit, Allah azze ve cellenin lûtfettiği vakittir. Allah’ın lûtfu olmasa, bilen de bilmeyen de ancak hüsran biçer.

Bazen yol, meşrep, fikir ve duygu benzerlikleri, farklı insanlara aynı sözleri söyletebilir. Bu, her zaman mümkün olabilecek ve anlayışla karşılanabilecek bir vaziyettir. Başkası adına söz uydurmak ve başkasının sözünü kendi sözüymüş gibi aktarmak ise bu durumun çok dışında, ciddi bir ahlâk ve usûl problemidir. Duyduğu bir sözü çok sevip beğenerek hâlis niyetle paylaşmanın edebi, söyletene hürmeten, söyleneni eğip bükmemek ve söyleyenin adını zikretmektir. Edepten vefâ doğar. Bereket, sefâ doğar. Edebi olmayanı, kulların hakkı boğar. Boğulmak bizden uzak, yüzmek bizimle olsun. Rûh deryâ deniz gezsin, benlik kıyıya vursun!

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 364, Haziran 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.