Bir Eğitim Vâsıtası Olarak Kur’ân-ı Kerîm

Rasûlullah (s.a.v) İslâm’a dâvet ettiği insanlara ve terbiye etmek istediği ashâbına Kur’ân-ı Kerîm okur ve öğretirdi.

Efendimiz’in hayatına baktığımızda onun Kur’ân’ı her vesileyle okuduğunu görürüz. İnançsızları İslâm’a dâvet ederken onlara Kur’ân’dan sûreler okurdu, ashabına sohbet ederken Kur’ân okurdu, bir meseleyi izah ederken o mevzuyla alakalı âyetleri okurdu, gece ibadetlerinde Kur’ân okurdu, her gün düzenli bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm okuma âdeti vardı.[1]

Nâzil olan âyetler İslâm’ın ilk devrelerinden itibaren hatta müslümanlar Kureyş’in zulmü altında sayısız sıkıntılar içinde yeni filizlenen bir toplulukken bile kayda geçirilmiştir. Abese sûresinin 11-16. âyetlerinde, Kur’ân’ın ilk senelerde mevcut çok sayıdaki yazılı metinlerinden (nüshalarından) bahsedilmektedir. İbn-i Abbâs (r.a) da Mekke’de inen âyetlerin Mekke’de kaydedildiğini söylemiştir.[2] Nitekim ilk senelerde Hz. Ömer, Kur’ân yazılı bir sahifeyi okuduktan sonra iman etmiştir. (İbn-i Hişâm, I, 369-371)

AYET VE HADİSLERİ CUMA HUTBELERİNDE ÖĞRENDİLER

Râfi bin Mâlik Akabe Bey’atı’na katıldığında, Rasûlullah (s.a.v) o zamana kadar vahyedilmiş tüm âyet ve sûrelerden oluşan bir Kur’ân metnini ona teslim etti. Râfi, Medine’ye döndüğünde kendi mahallesinde inşâ ettirdiği ve İslâm âleminde ilk câmi diye bilinen mescidde toplanan müslümanlara bu âyet ve sûreleri tilâvet etti. (Kettânî, Terâtib, Beyrut, ts., I, 44; A’zamî, s. 106; Hamidullah, K. Kerim Tarihi, s. 44)

Rasûlullah (s.a.v) kendisine vahyedilen âyet ve sûreleri zaman zaman Cuma hutbelerinde okuyordu. Bazı sahâbîler, bir kısım sûreleri cuma hutbelerde dinleyerek ezberlediklerini ifade ederler. (Müslim, Cuma, 49-52)

Halidü’l-Advânî şöyle anlatır:

“Rasûlullah (s.a.v)’i, Sakif kabilesinin yardımını istemek üzere yanlarına geldiği zaman, Taif’in doğusunda, elindeki yay veya asâya dayanmış olduğu halde gördüm. Târık sûresini sonuna kadar okuduğunu işittim. Bu sûreyi cahiliye devrindeyken ve bir müşrik iken ezberledim. Sonra onu İslâm döneminde de okudum. Taifliler beni çağırıp:

«–Şu adamdan dinlediğin şey ne idi?» diye sordular. Ezberlediğim sûreyi onlara okudum. Yanlarında bulunan Kureyşîlerden biri:

«–Biz adamımızı daha iyi biliriz. Onun dedikleri şeyin hak ve gerçek olduğunu bilseydik kendisine tâbi olurduk» dedi.”

Rasûlullah (s.a.v) Taif’te on gün kaldı. Sakif kabilesi eşrafından, yanına varıp konuşmadığı bir kimse bırakmadı… (Ahmed, IV, 335; İbn-i Sa’d, I, 212; Diyarbekrî, I, 302)

Kavminin ileri gelenlerinden olan meşhur şâir Tufeyl bin Amr (r.a) şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.v) bana İslâm’ı anlattı, Kur’ân okudu. Vallahi ben hiçbir zaman Kur’ân’dan daha güzel bir söz, İslâm’dan daha güzel bir dîn işitmemiştim! Hemen müslüman olup Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ettim.” (İbn-i Hişâm, I, 407-408; İbn-i Sa’d, IV, 237-238)

PEYGAMBERİMİZİN KUR'ÂN ÖĞRETİMİ

Allah Rasûlü (s.a.v) bir mecliste oturur, oradakileri Allah’a çağırır, onlara Kur’ân okur ve onları, geçmiş inkârcı ümmetlerin başına gelenlerden sakındırırdı. Oradan kalkıp gittiğinde hemen peşinden Kureyş’in şeytanlarından biri olan Nadr bin Hâris gelir, onlara Rüstem’den, İsfendiyar’dan ve Pers krallarından hikâyeler anlatırdı… (İbn Hi‏‏‏şâm, I, 381)

Enes (r.a)’ın anlattığına göre Ebû Talha (r.a) bir gün Efendimiz’in yanına varmıştı. Rasûlullah (s.a.v)’in ayakta Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğrettiğini gördü. Allah Rasûlü, açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı.

İşte Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbının meşgûliyeti, Allah’ın kitâbını anlamak ve öğrenmek, arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemekti. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)

Peygamber Efendimiz kendisine gelip yeni müslüman olan heyet üyelerinin Medine’de bir müddet kalarak Kur’ân-ı Kerîm’i ve dînî esasları öğrenmelerini, bizzat kendisinin tatbikatını müşâhede ederek İslâm’ı anlamalarını isterdi. Meselâ Abdü’l-Kays heyeti geldiği zaman Ensâr’dan, onları misafir etmelerini ve ikramda bulunmalarını istemişti. Bu arada gerekli dini malumatı öğretmelerini, namaz için lüzumlu sûreleri ezberletmelerini tenbihlemişti. Sabahleyin geldiklerinde hâl ve hatırlarını, Ensâr’ın ilgisinden memnun olup olmadıklarını sordu. Onlar da memnuniyetlerini ifade ettiler. Sonra Peygamberimiz heyettekileri, dîni daha rahat öğrenebilmeleri için ashâbın evlerine birer ikişer dağıttı. Bu metot daha faydalı oldu. Ashâbın gayreti ve Abdü’l-Kays’lıların öğrenme azminden son derece memnun kalan Peygamber Efendimiz, onlarla tek tek ilgilenerek ezberledikleri Tahiyyât’ı, Fâtiha’yı, diğer sûreleri ve öğrendikleri sünnetleri bizzat kendisi kontrol etti. (Ahmed, III, 432)

Kinde temsilcileri hicrî 10. sene altmış veya seksen kişi olarak gelip, Mescidde bulunduğu sırada Peygamber Efendimiz’in huzuruna vardılar. Rasûlullah (s.a.v):

“–Allah beni hak dinle peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi ki, ona bâtıl ne önün­den, ne de ardından yaklaşamaz!” buyurdu. Kinde temsilcileri:

“–Bize ondan biraz okuyup dinletebilir misin?!” dediler. Rasûlullah (s.a.v) Sâffât sûresinin başından okumaya başladı:

“Saf saf dizilmiş duranlara, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir. O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir.” (Sâffât, 1-5)

Allah Rasûlü (s.a.v) bu âyetleri okuyup susmuştu. Hiç kımıldamadan duruyordu. Gözleri yaşarmış, gözyaşları sakalına doğru akmaya başlamıştı. Kindeliler:

“–Biz senin ağladığını görüyoruz!? Yoksa seni gönderen zâttan korktuğun için mi ağlıyorsun?” dediler.

Peygamber Efendimiz:

“–Beni korkutan ve ağlatan, Allah’ın beni kılıcın ağzı gibi ince ve keskin olan dosdoğru bir yol üzere göndermiş olmasıdır ki, ondan azıcık eğrilsem helak olurum!” buyurduktan sonra:

“Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda sen de bize karşı hiçbir yardımcı ve koruyucu bulamazsın” (İsrâ, 86) âyetini okudu. Sonra da Kinde temsilcilerine:

“–Siz Müslüman oldunuz, değil mi?” diye sordu. Onlar da:

“–Evet! Müslüman olduk!” dediler. (Bkz. İbn-i Hişam, IV, 254; Ebu Nuaym, Delâil, I, 237-238; Halebî, İnsânu’l-uyûn, III, 260)

Rasûlullah (s.a.v), Bedir Gazvesi’nden önce birgün, hasta olan Sa’d bin Ubâde’yi ziyârete gitmek üzere bir merkebe binmiş, Üsâme bin Zeyd’i de terkisine almıştı. Yolda, Abdullah bin Übey bin Selûl’ün de bulunduğu bir meclise uğradı. Abdullah bin Übey o sırada henüz müslüman oldum diyerek bey’at etmemişti. (Küfrünü açıkça ortaya koyuyordu.) Meclis; müslümanlar, yahûdîler, puta tapan müşrikler olmak üzere muhtelif dinlere mensup kimselerden oluşuyordu. Abdullah bin Revâha da meclisteydi. Fahr-i Kâinât (s.a.v)’in bineğinin tozu meclise ulaşınca, Abdullah bin Übey burnunu elbisesinin ucuyla kapatarak:

“−Bizi tozutma.” dedi.

Allah Rasûlü onlara selâm vererek durdu, bineğinden indi, onları Allah’a îmâna dâvet etti ve Kur’ân okudu… (Buhârî, Tefsîr, 3/15) Allah’ı hatırlattı. Onları âhiret azabıyla korkuttu, âhiret nimetleriyle müjdeledi. İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.

Umeyr bin Vehb, Medine’ye gelip müslüman olduğunda Rasûlullah (s.a.v) ashâbına:

“–Kardeşinize dînini iyice anlatınız! Kendisine Kur’ân okuyup öğretiniz!..” buyurmuştu. (İbn-i Hişâm, II, 306-309; Vâkıdî, I, 125-128; Heysemî, VIII, 284-286)

Habeş Necaşîsi; Medine’ye Hz. Cafer’le birlikte 70 kişi göndermişti. Onların hepsi de, kilise ve din adamlarının en iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı olanların­dan idiler. Rasûlullah (s.a.v), onlara Yâsîn sûresini okudu. Onlar, sûreyi sonuna kadar dinlediler, ağladılar ve hakikati idrak ettiler:

“–Bu, İsa (a.s)’a indirilene en çok benzeyen sözdür!” dediler, iman ettiler, Müslüman oldular. (Taberî, Tefsir, VII, 4 (Mâide 82); Kastalânî, Mevâhib, I, 292; Diyarbekrî, II, 31)

MUHATABININ DURUMUNA GÖRE AYETLER SEÇİP OKURDU

Hz. Mus’ab bin Umeyr (r.a), Medîne’de Selîmeoğulları’nın eşrâfından olan Amr bin Cemûh’u da İslâm’a dâvet etti. Ona Yûsuf Sûresi’nin ilk sekiz âyetini okudu. Amr düşünmek için biraz mühlet istediyse de bir türlü karar veremedi. Bir müddet sonra ibâdet ettiği cansız nesnenin hiçbir şeye yaramadığını, kendini korumaktan dahî âciz olduğunu anladı ve şirk karanlığından İslâm’ın nurlu sabahına uyandı. İçinde bulunduğu dalâletten, kendisini Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- vâsıtasıyla kurtaran Allah’a şükretti. Daha sonra da kavmini İslâm’a teşvîk etti.[3]

Mânevî kıvâmı yüksek bir kalb ile okunan Kur’ân-ı Kerîm, ruhlarda silinmez izler bırakıyordu. Herkes ilim ve irfân seviyesine göre ondan istifâde ediyordu. Onda her türlü manevi hastalıklara şifa vardı. Her âyet-i kerîme, bir insanın veya toplumun mühim bir hastalığına devâ olacak keyfiyette idi. Bu sebeple tebliğci, hangi muhatabına hangi âyetleri veya sûreleri okuyacağını iyi bilmelidir. Allah Rasûlü (s.a.v), bu hususa büyük îtinâ gösterirdi. Muhatabının durumuna göre âyetler seçer ve onları okurdu. Ashâbını da bu şekilde yetiştirmişti. Hatta Fahr-i Kâinât Efendimiz, gönderdiği elçilere, gittikleri bölge halkının dinî ve itikadî durumlarına göre okuyacakları sûre ve âyetleri bildirirdi.

Mesela Himyer reisine gönderdiği elçi Iyâş bin Ebi Rebia’ya Beyyine sûresini okumasını emretmişti. (İbn-i Sa’d, I, 282)

Abdullah bin Mes’ûd (r.a) birisine bir âyet okutur (öğretir) ve:

“–Bu âyet, üzerine güneşin doğduğu veya yeryüzünde bulunan her şeyden daha hayırlıdır” derdi. Sonra da bu sözünü Kur’ân’ın her âyeti için tekrar ederdi. (Heysemî, VII, 166)

Ubeydullah bin Abdullah, Hz. Osman zamanında çoğaltılan nüshalardan Medîne Mushafı’nın Mescid-i Nebevî’de muhafaza edildiğini ve her sabah cemaate okunduğunu haber verir. (İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîne, s. 7; İbn-i Kuteybe, Tevîlü müşkili’l-Kur’ân, s. 51)

İbn-i Abbâs (r.a) Basra’da ayağa kalkıp insanlara hitâb etmiş, onlara Bakara sûresini okuyup içindeki mevzûları îzâh etmiştir. (Hâkim, II, 300/3083)

Tâbiînden Ebû Nadre, hocaları olan ashâb-ı kirâmın Kur’ân ve hadîs eğitimine atfettikleri ehemmiyeti şöyle ifade etmiştir:

“Rasûlullah (s.a.v)’in ashâbı bir araya geldiklerinde ilim (hadîs-i şerîfleri) müzâkere ederler ve Kur’ân’dan bir sûre okurlardı.”[4]

Rasûlullah r, Hevâzin esirlerinden birini Hazret-i Ali’ye verip:

“–Ona Kur’ân’dan bir şeyler öğret!” buyurmuştur. (İbnü’1-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, VII, 105; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 292)


[1] Müslim, Müsâfirîn, 142; Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178.

[2] İbn-i Dureys, Fedâilü’l-Kur’ân, s. 33.

[3] İbn-i Hişâm, II, 61-63; Zehebî, Siyer, I, 182.

[4] Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-mütefakkih, Beyrut 1395, II, 126.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, İlmi Araştırma Merkezi (İLAM)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.