Bir Başka Hikaye

Bir başka hikaye: Abdurrahman İslam, Sami Efendi ile tanışmasını, Müslüman olduktan sonraki İtalya günlerini ve Türkiye’ye hicret sürecini, evliliğini anlatıyor...

İtalya’da Mekke dönemi...

S. TAN: Sami Efendi ile özel görüşmeniz oldu mu?

İSLAM: Evet oldu. İlk gelişimden sonraki yıl yani 1978’de Türkiye’ye geldiğimde görüştük. Erenköy’de kendi devlethanelerinde, Güllü Köşk’te. O kadar heyecanlıydım ki benim için bir rüya gibiydi. Onun huzurunda bulunmak, onunla sohbet etmek büyük bir şerefti. Tercüman vasıtasıyla uzun bir görüşme oldu. Bana İtalya’da hizmet ihtiyacından bahsetti.

Daha sonra yalnız başına yaşadığımı öğrenince “Napoli’de kıymetli bir oğlumuz var. Onu ziyaret eder, ihtiyacınız olursa ona söyler, onunla sohbet edersiniz” dedi. Ayhan Ünsalan bey İtalya’da NATO’da askeri pilot olarak vazifeliydi. Çok muhterem ve mübarek bir insandı. Şu anda Antalya’da yaşamakta.

İtalya’ya döndükten sonra ayda bir kere Biella’dan Napoli’ye gidiyordum. Yaklaşık mesafe 800 kilometreydi. Trenle gidiyor pazar sabahı görüşüp birlikte sohbetimizi yaptıktan sonra tekrar dönüyordum. Çünkü benim için Ayhan Bey’i görmek Sami Efendi’yi görmek gibiydi.

Sami Efendi’nin vefatından sonra Musa Efendi bizleri İstanbul’a çağırdı. Üç kişi İstanbul’a geldik, yeniden bağlılık tazeledik. İlk olarak din arayışında bulunduğumuz altı kişiden üçü müslüman olmuş ve aynı zamanda aynı yolun yolcusu olmuştuk.

Beş yıl sonra tekrar Roma’ya döndüm. Müslüman olmamdan dolayı ailemle ilişkilerim daha kötü olmadığı gibi hatta daha iyi olmuştu. Babam ve annemin yardıma ihtiyaçları vardı, ben de onlara hizmet etmeye başladım. Özellikle annem son beş yılını felçli olarak geçirdi. Onun bakımıyla meşgul oldum. Bütün isteklerini yerine getirmeye çalışırdım. Mesela annem kiliseye gidemediği için pazar günleri rahibeyi çağırmamı istiyordu, ben de çağırıyordum. İhtiyacı olan hizmetleri neyse yapıyordum. Bu hizmetim 31 yaşından 42 yaşına gelinceye kadar devam etti. Hatta annem çok üzülüyor, “Oğlum sen benim için evlenemiyorsun, ben senin mutluluğunu istiyorum, ne istiyorsan Tanrı sana versin, inşallah bir Türk kızıyla evlenirsin” diyordu. Önce babam, sonra annem vefat edince ben yalnız kaldım.

TÜRKİYE’YE GELDİKTEN SONRA

Bir müddet sonra Türkiye’ye geldiğim zaman muhterem merhum Musa Topbaş üstadımıza “Türkiye’ye gelebilir miyim?” diye sordum. “Gelebilirsin” deyince bu izin ile buraya hicret ettim. Benim için hayat İtalya’da bitmişti artık, Türkiye’de devam edecekti. Çünkü bu benim hayalimdi. Üstadımın yanında daha dini, daha manevi bir hayat yaşamak istiyordum.

Tamam burada kardeşlerim vardı ama herkesin bir hayatı vardı. Benim işim gücüm, kimsem yoktu. Rabbime tevekkül ettim. Yeni bir hayata başlıyordum. Tabi bunu yaparken de eski hayatımı geride bırakıyordum. Bildiğim bitiyor, bilmediğim başlıyordu. Teşbihte hata olmasın kendimi muhacir gibi hissettim. Rabbime şükürler olsun burada çok fazla ensar buldum. Ne bıraktıysam kat kat fazlasını buldum. O’na doğru bir adım attım O’nun merhametini, bol bol nimetlerini gördüm. Gerçekten söz yetmiyor.

Ağabeyim ve ablamla her şeyimi paylaşırdım. Onlar benim hidayet sürecimi biliyorlardı. Hatta Allah hidayet versin ablam der ki “Senin anlattıklarından sonra ben kendimi müslüman gibi hissediyorum.” Türkiye’ye gitme kararımı verdiğim zaman ağabeyim ve ablam “Sen hayatını babamız ve annemize adadın. Onun için onlardan kalan evi bizim eşlerimiz duymadan istediğin gibi sat ve Türkiye’de yeni bir hayat kur” dediler. Onların bu davranışı ile ben de Türkiye’ye gelebildim.

Türkiye’ye gelince Musa Efendi üstadımız, “Burada ilk işin evlenmek olacak” dedi. Sağolsun kardeşler hep yardımcı oldular, farklı adaylar oldu. Sonunda yine Musa Efendi “Benim de bir adayım var” dedi ve o aday nasip oldu. 1994 yılında Musa Efendi’nin Köşkü’nde düğünümüz oldu.

EVLİLİK... DİLSİZ ANLAŞMA

En çok zorluk çektiğimiz şey dil problemi oldu. Evlendik, hanım yabancı dil bilmiyor, ben hiç Türkçe bilmiyorum. Anlaşabilmek için ikimiz de elimizde sözlükle bazen saatlerce uğraşıyor belki birkaç dakikalık konuşmayı yapabiliyorduk. Böyle farklı kültürlerden evlilik yapıldığı zaman genellikle problemler olur. Elhamdülillah bizim üstadımızın duası bereketiyle hiçbir uyumsuzluğumuz olmadı. Hanım Akhisar’lı olduğu için onların Ege kültürü ile bizim Akdeniz kültürü birbirine benziyordu, onun da faydası oldu. Musa isminde bir oğlumuz ve Rumeysa isminde bir kızımız oldu.

İslamî bir aile kurmamızın benim İslam’ı daha iyi yaşamama çok etkisi oldu. İnanç aile içinde kollektif olarak daha iyi yaşanıyor.

Burada tanıştığın bütün kardeşlerim yardımcı olmaya çalıştılar, başta üstadımız olmak üzere hepsinden Allah razı olsun. Ben İtalya’da bir aile bıraktım ama burada bin aile buldum.

Şunu bir kere daha anladım ve yaşadım ki çoğu korkularımız kendimizden kaynaklanıyor. Allah Teâlâ’ya güvenince bütün korkular izale oluyor, bütün problemler çözülüyor. Tevekkül edip her şeyi O’na bırakmak gerekiyor. O’na güvenince bütün yollar açılıyor. Düşündükçe bizim beynimiz yanıyor meseleleri de çözemiyoruz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “Teslim ol, kurtul” buyuruyor.

İTALYA’DA MEKKE DÖNEMİ

S. TAN: İş olarak Türkiye’de neyle meşgul oldunuz?

İSLAM: İtalya ile ihracat - ithalat işi yapan farklı şirketlerde 14 yıl kadar çalıştım. İtalya’daki kamu görevinden sonra Türkiye’de özel sektörü, iş hayatını tanımış oldum.

Sonra rahmetli Fahrettin Tivnikli ağabey şöyle bir teklifte bulundu. “Seni iş hayatından emekli edelim bundan sonra dini hizmetler için çalış.” Zaten bu benim en çok arzu ettiğim bir şeydi. Maddi rızkı temin etmek için bir şirkette çalışmak yerine şimdi İLAM’da hizmet etmeye çalışıyorum.

S. TAN: Neler yapmaya başladınız? Şimdi bu hizmetleriniz hangi noktaya geldi?

İSLAM: İtalya için bir şeyler yapmak istiyordum. Ben o kadar bereket aldım başka İtalyanlar da faydalansın diye düşünüyordum. Büyüklerimiz gereken şeyleri söylemişler ben onları tercüme edeyim diye karar verdim.

İlk tercümelerimi İngilizceden İtalyancaya yaptım. Daha sonra Türkçeyi öğrenince Türkçeden İtalyancaya tercümeler yaptım.

İlk olarak Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nin ingilizceye de ilk tercüme edilen kitabı olan Hazreti Yusuf’u tercüme ettim. Sonra merhum üstadımız Musa Topbaş Efendi Hazretleri’nin muhtelif sohbetlerini tercüme edip kitaplaştırdım. Sonra Osman Nuri Topbaş Efendi’nin Muhammed Mustafa, Tasavvuf, Tefekkür, Son Nefes gibi kitaplarını tercüme ettim. Bu şekilde on kadar kitap oldu. Her bir kitabın önce bana faydası oldu elhamdülillah, içim nur ile doldu. Sonra bunlar basılıp İtalya’ya gönderildi. Ben de İtalya’ya gidip Roma’da, Milano’da, Napoli’de, Sicilya’da İslam’ı ve bu kitapları tanıtım konferansları verdim.

Şu anda İtalya’da tam bir Mekke dönemini yaşıyoruz. Çabalıyoruz ama istediğimiz sonucu alamıyoruz.

S. TAN: Yani İslam Mekke’de ilk on senede anca 40 kişiye ulaşabilmişti biz de İtalya’da böyle bir durumdayız mı diyorsunuz?

İSLAM: Evet aynen. Üstelik orada Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem vardı. Biz çalışmamızı yapıp gerisini Allahu Teala’ya bırakacağız. Ben onlara bir alternatif te sunmak istiyorum çünkü ben bu alternatifi çok aramıştım.

S. TAN: Siz bu çalışmalarınızın şu anda değerini bulmadığını düşünüyorsanız kitaplarınızı meçhule atılmış mektup olarak değerlendiriniz. Belki bir asır sonra farklı insanların hidayetine vesile olacaktır.

İSLAM: Elbette. Hidayet verecek olan Allah Teâlâ biz vesileyle şereflenmek istiyoruz. İtalya’ya giderken bilhassa ailemi çocuklarımı götürüyorum. Benden sonra bu hizmete orada onlar devam etsinler diye.

S. TAN: Onlar İtalyanca biliyorlar mı?

İSLAM: Çocuklarımız doğduğu zaman benim Türkçe öğrenmeme ihtiyacım vardı. O yüzden evde hep Türkçe konuşuluyordu. Fakat bugün durum tamamen değişti artık daha çok İtalyanca konuşuluyor.

Ayrıca Macaristan’a gidip geliyorum, orada güzel kardeşlerimiz var. Elhamdülillah orada 15 sene içinde 400-500 civarında müslüman olan Macar kardeşimiz oldu. İtalya’da ancak 15 kardeşimiz olabildi. Avrupa’nın özelliği olarak oradaki insanlarla tek tek ilgilenmek gerekiyor. Biz Avrupalıların yapısı din konusunda biraz anarşisttir. Orada herkes tek başına yaşıyor. Ulaştığınız zaman ancak tek tek ulaşabiliyorsunuz.

Mesela bir İtalyan müslüman olmuştu fakat ailesinin haberi yoktu karısı dahi bilmiyordu dolayısıyla namaz kılamıyordu. Manevi ders istediği zaman kendisine “Namaz kılamıyorsun sen nasıl ders yapacaksın” dediğim anda “Ben layık değil miyim bana dersi ondan mı vermiyorsunuz?” diyerek çok üzüldüğünü ifade etti. Arkasından devamla “Belki yapacağım zikirler namaz kılmama vesile olacaktır” dedi. Diyecek bir şeyim kalmamıştı “Haklısın” diyerek kendisine ders tarif ettim. Sonra üstadımıza sordum, “Bereket olur inşallah” dedi.

TASAVVUF NE VERİYOR?

S. TAN: Müslüman olduğumuzdan beri tasavufi hayatın içindesiniz sizin tasavvuftan anladığınız ne oldu Abdurrahman ağabey?

İSLAM: Müslüman olduğumuz zaman hedefimiz Allah ile birlikte olmak değil mi? Ama Allah ile birlikte olmamıza engel olan, perde olan şeyler var. Nefs bunlardan birisi, diğerleri şeytan, insanlar, dünya. Bu engelleri bertaraf etmek, etkilerini azaltmak için destek almak gerekiyor. Tasavvuf işte o destektir.

Gördüğüm kadarıyla bugün Müslümanlığı yaşayabilmek tasavvufi bir hayat olmadan çok zordur. Bir zamanlar müslüman olmak yetiyordu ama bugün müslümanlığı korumak için tasavvuf şarttır.

Öte yandan nefisle mücadele ederken ayrıca kalbimizi de temizlememiz gerekiyor. Çünkü kalbimiz Allah’ı kabul edebileceğimiz yerdir. O’nun için güzel bir ev hazırlamamız gerekiyor. Eğer siz böyle bir ev hazırlığına girişirseniz Allah Teâlâ’nın çok güzel ve inanılmaz hediyeleri oluyor. Sen yeter ki bir şeyler yap. Eğer ufak bir şeyler yapsan bile O’nun sonsuz nimetleri ile karşılaşıyorsun ve şaşırıyorsun. Daha doğrusu artık şaşırmıyorum bile çünkü o yardım etmeyecek, o vermeyecekse başka kim verecek ki.

Tasavvuf bir müslümana seher hayatı veriyor. Farklı bir âleme gözleri, kulakları açtırıyor. Anlıyorsunuz ki bütün hayvanat o anlarda zikir halinde. Kuşlar, köpekler o saatlerde farklı bir dilde konuşuyorlar. Sabah ezanları okunurken genellikle insanlar ezana mukabelede bulunamıyorlar ama dikkat ederseniz nerede sabah ezanı okunursa orada bulunan köpekler ezana mukabelede bulunurlar. Sanki kendi dilleriyle münacaat yaparlar. Hele kuşlar. Neredeyse birbirleriyle yarışırcasına deli gibi zikr ederler. Ancak güneş ortaya çıktığı zaman sakinleşiyorlar. Seher vakti bütün nebatat, hayvanat kıpır kıpırdır. Genellikle insanoğlu ise gaflet halindedir. Aslında bunlarda çok büyük dersler vardır. Allah Teâlâ kainatta her şeyin kendisine ibadet ettiğini bizlere göstermek istiyor.

Allah Teâlâ bize bir şeyleri anlatmak için her şeyi kullanıyor. Görüyorsun ki en gaflet içinde yaşayan varlık insan. Herkes vazifesini gayet güzel bir şekilde yapıyor.

GAFLETTEN KURTULMAK İÇİN...

S. TAN: Peki gafletin kaldırılabilmesi için formüller vardır herhalde...

İSLAM: İstikamet üzere bir hayat yaşamamız lazım. Hayatımızı düzeltmemiz lazım. Bunun için ise karar vermemiz gerekiyor. Burada en önemli adım ve ilk adım karar vermektir.

Geçmişimiz ne olursa olsun geçmişte kaldı. Önemli olan bugün ne yapabileceğimiz. Tam manasıyla biz şu anı yaşayabiliyoruz. O zaman yaşadığımız anı ölümsüz kılmak için şuurlu kararlar almamız lazımdır. İşte bunun adı da niyettir. Niyetimizi düzeltmemiz gerekiyor.

Niyet neden bu kadar önemli? Neye talip olduğunun, neyi istediğinin kodu onun içinde gizli çünkü. Doğru karardan sonra ise niyet özünde bir dua. Allah Teâlâ bizden dua istiyor. Eğer biz onunla bağı kurarsak istediğimiz şeyi gerçekleştirme gücünü zaten o veriyor. Aslında bizden hiçbir şey istemiyor sadece O’na “Evet” dememizi istiyor. Akabinde irademizin kuvvetlenmesi için arkamızdan bir destek geliyor. Biz ona dua ettikçe Allah Teâlâ tekrar tekrar güç veriyor.

Aslında biz dua etmesini de bilmiyoruz. Onu da gaflet içinde yapıyoruz. Biz yaptığımız dualara ne kadar inanıyoruz bunun kontrolünü kendi içimizde yapmamız lazımdır.

Dünya için ne kadar istekli oluyoruz. Dünyevi bir şeyi elde etmek için ne kadar gücümüz varsa o kadar asılıyoruz. Duayı böyle yapıyor muyuz? Maneviyat için böyle bir iştiyakımız, böyle kuvvetli bir arzumuz oluyor mu? Bir şeyi ne kadar istersen o kadar çok gayret edersin.

S. TAN: Sami Efendi’yi Musa Efendi’yi tanıdınız. Şimdi de Osman Efendi ile teşriki mesaileriniz var, onlarla ilgili neler söylemek istersiniz?

İSLAM: Gerçekten hepsi birbirinden farklı şahsiyetler ama üçü de mükemmel örnekler.

Hayatım onlarla dolu, sanki onlar benim hayatımdan bir parça. Simaları, gözleri hep gözümün önündeler. Bunları kelimelerle ifade etmek zor. İnsanın iç dünyasında yaşadıklarını anlatmak kolay değil. Kim nasip aldıysa o anlıyor. Anlatmakla da anlaşılmıyor.

S. TAN: Yunus Emre’nin dediği gibi “Dil dudak deprenmeden anlayan gelsin” mi diyorsunuz?

İSLAM: Evet tasavvuf onu istiyor. Allah’dan halimizi ilk önce korumak sonra artırmak için niyazda bulunuyoruz.

Dünya hepimizi sıkıştırıyor, maneviyatı korumaya çalışmak lazımdır.

Bugün en zor işlerimizden birisi edebi anlamak ve edepli olmaktır. Eğer edep kaybolursa korumak da istifade etmek te zorlaşıyor.

EDEB: İNCELİK, ZARAFET, MERHAMET

S. TAN: Edepten kastınız nedir?

İSLAM: İnce olmak. Zarif, fedakâr, merhametli mü’min olmak demek. Bütün tasavvufu edep ile tarif etmek mümkündür. Edep Allah’ın huzurunda ona uygun bir şekilde durabilmektir. Bu hal üzere yaşamaya çalıştığınız anda bütün hayatınızı bu düşünceye göre tanzim etmeniz gerekir.

Edebi gerçek manada öğrenmek Kuran-ı Kerim’deki ifadeyle ancak sadıklar ve salihlerle birlikte olunduğu zaman gerçekleşiyor. Bir şeyler ancak güzel bir örnek görüldüğü zaman öğreniliyor ve anlaşılıyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bunun için Allah-u Teala tarafından Üsve-i hasene yani en güzel örnek olmuştur.

Bizim tehlikemiz bize nefsimizin hoca olmasıdır. Çünkü hepimiz kendi sesimizi duyuyoruz. Binlerce kitap okusanız da, binlerce kilometre dolaşsanız da aslında siz nefsinizi güçlendiriyorsunuz.

Bugün sözde hoca olanların bir çoğu da aslında tamamen nefsinden konuşuyorlar. Yani onların da bir hocaya ihtiyacı var. Bu hocaları dinlerken hevasından mı konuşuyor buna dikkat etmek gerekir. Türkçede güzel bir benzetme var. İki küp vardır birisi boş birisi doludur. Boş olana dokunduğunu zaman tın tın diye ses çıkarır. Bu noktada sizin de feraset sahibi olup boş küpü anlamanız gerekir. Hoca var, hoca var. Yani Mevlana hazretlerinin dediği gibi dizden dize fark var.

Hepimiz için en önemli olan şey nefsin hocalığından kurtulmamızdır. Üstadımız diyor ki: “İlim beyinde kalırsa faydası yoktur. Ne zaman ki beyinden kalbe indi o zaman fayda vermeye başlıyor. İşte o zaman nefs hocalık yapamamaya başlıyor. Gerçekte hoca olacak şahsiyetler Rabbani âlimler, sadıklar, salihlerdir.

Nefsin tezkiyesi de, kalp tasfiyesi de ancak edepli olmakla mümkün olabilir.

Bir diğer husus ta doğru bir şekilde şükür edemiyoruz. Şu anda bizim yaptığımız şükür değildir. Yemek yeyip şükretmek gerçek şükür değildir. Bir sağlık probleminden kurtulduğumuz anda şükür etmek te gerçek şükür değildir. Elbette öyle davranmamız gerekir. Ama gerçek şükür verilen manevi nimetlerin farkında olup onun için Allah’a şükretmektir. ‘Bu nimet başkalarına değil de neden bize nasip oldu?’ diye düşünüp halimizin farkında olmamız gerekir. Biz çok üstün insanlar değiliz ama Allah böyle istedi. Allah bu nimeti verdi ise ilk önce şükür edip ondan sonra dolu dolu yaşamak lazımdır.

Toplumsal anlamda tarih boyunca müslümanlar bir baskı ve zulümle karşılaşmadıkları zaman kendi rahatlarına düşmüşlerdir. Aslında bu rahatlıkları kendilerinin veya kendinden sonra gelecek nesillerin düşmanı olmuştur. Ama ne zaman ki bir tehditle karşılaşmışlar o zaman kendilerini bulmuşlardır. Halbuki şükür verilen nimetlerden istifade edilirken nimetlerin gereğini yerine getirmektir. Hayatımız sonu ahirette bitecek bir yarıştan ibaret.

Bugün hem müslümanlığımızın, kulluğumuzun getirdiği emri bil maruf vazifesini yerine getirmek için hem de kendimizi ve neslimizi korumamız için çok çalışmamız gerekiyor. Hayatta en kötü şey nedir biliyor musunuz? “Keşke” demektir.

S. TAN: Siz 1977 yılından beri Türkiye’yi tanıyıp yorumluyorsunuz. Dışardan bakan bir göz olarak Türkiye’deki değişimi nasıl görüyorsunuz?

İSLAM: Türkiye sanki yeniden doğuyor. 40 yıl önce Türkiye’ye geldiğim ilk yıllarda gördüğüm şeylerden birisi camiler bomboştu. Hanımların tesettüründe şuur yoktu. Elbette şimdiki de mükemmel yani olması gerektiği gibi olmayabilir ama benim söylemek istediğim şey gittikçe artan bir dini heyecan, bir gayret bir canlanma gördüğümdür.

O zamanlar İslami hayat bir yeraltı hayatı gibiydi. Türkiye’de hem manevi anlamda hem de maddi anlamda inanılmaz gelişmeler yaşanıyor. Bunun daha da artacağını tahmin ediyorum. Allah Teâlâ bu millete çok şeyler nasip etti, daha da edecek.

Türkiye İslam dünyasının liderliğini yapacaktır. Bu Allah tarafından verilen bir vazifedir.

Bu durumu açık ve net bir şekilde 15 Temmuz’da bir kere daha anladım. Allah Teâlâ dedi ki “Sen Benim tarafımı tutarsan Ben de sana göstereceğim ki sen tankları çıplak ellerinle tutacaksın.” O gece Türkiye ve İslam dünyası için tarihi bir gecedir. O gece sokağa çıkanlara “Ne hissettiniz?” diye sorduğumda verdikleri cevap “Ben ben değildim” oluyordu. Ben de Üsküdar meydanındaydım. Bu durumu görünce Çanakkale Savaşı’nı, Bedir Savaşı’nı anlıyorsun.

Manevi büyüklerimizin bizden istediği de ashab-ı kiram ruhunu yaşatmak değil midir? Hedefleri Aşere-i mübeşşere’ye benzeyen insan yetiştirmek değil midir?

Sizler Türkiye’nin yaşadığı değişimi içinde yaşadığınız için çok fark etmeyebilirsiniz. Aynen bir evliyaullahın aile fertleri tarafından fark edilmemesi gibi...

Düşmanlar hiç boş durmuyorlar. Onun için devamlı çalışmak gerekiyor. Üstadımız bunu çok güzel bir şekilde ifade ediyor; “Şu anda bize dinlenmek yok ne zaman ki mezara gireriz orada dinleniriz.”

Güç varken durmayalım. Gün gelecek durmak zorunda kalacağız.

Maalesef müslümanlar için bugün en büyük tehlike tembelliktir. Pasifliktir. İnsanların bir kısmı talimat bekliyorlar. Niye talimat bekliyorsunuz? Yapabileceğiniz şeyleri düşünün ve gücünüz yettiği kadar yapmaya gayret edin.

Bilelim ki hepimiz birbirimize iyilikte veya kötülükte farkında olmadan örnek oluyoruz. Aslında hepimiz kendimizle doluyuz ve başkalarına olumlu veya olumsuz etkilerimizin farkında olamıyoruz.

Rabbimiz hepimize bundan sonraki hayatımızı müslüman olarak yaşamayı ve müslüman olarak tamamlamayı nasip eylesin. Âmin.

Bizleri öbür dünyada Üstatlarımızla, Peygamberlerimizle komşu eylesin. Âmin.

Ömrümüzü kendisine layık hizmetlerle şereflendirsin. Âmin.

Bizleri gerçekten sevdiği ve O’na layık olan kulları arasına dahil eylesin. Âmin. Lillahi’l fatiha...

Kaynak: Selman Tan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 387

İslam ve İhsan

BİR KARDEŞLİK HİKAYESİ

Bir Kardeşlik Hikayesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.