Bir Baba Çocuğuna Nasıl Davranmalı?

Babaların akıllı, şuurlu ve sorumlu davranarak çocuklarıyla güzel bir iletişim içinde olmaları elzemdir. Onları suçlamadan, geniş bir hoşgörüyle ve onların yerine kendisini koyarak çocuklara yaklaşmak ve onlarla ortak bir dil yakalamak gerekmektedir. Babalar; tatlı-sert bir tâkiple, yapıcı ve ibretli anlatımlarla çocukların gönlüne girmelidir. Evlâtlarının ruh dünyasına inme, kalbini fethetme; babaların asıl hedefleri olmalıdır.

Elbette ki analık nasıl zorsa, babalık da zordur. Bugün yoğun çalışma temposundan ne yazık ki, babayla çocuklar arasında zayıf bir irtibat kalmıştır. Oysa babayla çocuk arasındaki bağ, daha çocuk doğmadan önce, yani anne hâmileyken başlamalıdır. Baba, annenin o zorlu dönemlerinde onun en büyük yardımcısı olmalı; o hassas dönemde eşine daha çok ilgi, sevgi ve yakınlık göstermelidir. Böylece doğacak çocukla olan münasebet, o daha dünyaya gelmeden kurulmuş olur.

Baba olmak, yalnızca çocuk sahibi olmak değildir. Baba olmak, tatlı bir heyecandır. İlk doğan çocuğuyla baba bu heyecanı, tâbiri câizse “şok” seviyesinde yaşar. Fakat bu hislerin yanında babayı ağır sorumluluklar beklemektedir. Baba olmak; ciddiyet, bilgi ve öğrenme sürecini de beraberinde getirmelidir. Babalık engin sabır, hoşgörü, inanç ve sevgi ister.

BABADA İDEAL ÖLÇÜLER

Bu güzel duygularla beraber babada hemen ideal ölçüler şekilleniverir. “Mükemmel bir baba olmak ve örnek bir evlat yetiştirmek adına neler yapabilirim?” düşüncesiyle, baba büyük bir titizlikle arayış içine girmelidir. Şuurlu bir baba, yukarıda da belirttiğimiz gibi çocuk eğitimi konusundaki eksiklerini belirledikten sonra, bunları gidermek gayesiyle kalıcı adımlar atar. Evlât yetiştirme konusunda kendini geliştirir, yetiştirir.

Doğumdan önce başlayan babayla çocuk arasındaki bu münâsebet, çocuk doğduktan sonra da artarak devam eder. Çocuk, babanın kendisine gösterdiği ilgi, sevgi ve alâkayı fark ettikçe aradaki ünsiyet, sevgi ve yakınlık güçlenir. Kur’ân-ı Kerîm’de baba-çocuk arasındaki iletişimi anlatan pek çok âyet-i kerîme vardır. Bu âyetlerde, sorumluluk duygusunun doruğunda olan peygamber babaların oğullarını nasıl uyardıkları, onları en iyi bir şekilde yetiştirebilmek için nasıl çaba gösterdikleri tasvir edilmektedir. Bu kıssalar, babalara en güzel misallerdir. Hazret-i İbrahim’in oğluyla, Hazret-i Yakub’un oğullarıyla, Hazret-i Nûh’un, Hazret-i Lokman’ın oğluyla aralarındaki münasebetleri anlatan kıssalar, bizlere önemli mesajlar vermektedir. Bugün babaların bu kıssaları ve âyetleri bir bir inceleyerek neticelerine göre bir sorumluluk şuuru geliştirmeleri elzemdir.

BABA-OĞUL NASİHATLERİ

Lokman Hakîm, oğluna şu nasihatlerde bulunmaktadır:

“Ey oğulcuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir. İnsanlara karşı kibirlenme ve yeryüzünde çalımla, böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah Teâlâ kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt…” (Lokmân, 17-19)

“Hazret-i Âdem’in de oğlu Hazret-i Şît’e şöyle nasihat verdiği nakledilmiştir:

“Ey Şît! Dünyaya gönül bağlama. Her işin sonuna bakıp neticesinin nereye varacağını düşün. Bir işe başlayacağın vakit, kalbine bir sıkıntı gelirse, o işi bırak, yapma ve hayatın boyunca sürekli danışarak iş yap.” (M. Âsım Köksal, Peygamberler Târihi, TDV, c: 1, sh. 69-70)

Büyük âlimlerden İmâm-ı Gazâlî Hazretleri de şöyle demektedir:

“Ey oğul! Bilmediklerini öğrenmek istiyorsan, ilk önce bildiklerinle amel etmelisin. Allah vergilerinin en hayırlısı, akıl ve ilim olduğu gibi, musîbetlerin en kötüsü de ahmaklık ve cehâlettir.”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, asırlar ötesinden şöyle seslenir:

“Ey oğul! Eğer düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istiyorsan, kırk gün onun iyiliğini ve hayrını söyle. Göreceksin ki o düşman, senin en yakın dostun olacaktır. Çünkü gönülden dile, dilden de gönle yol vardır.”

Tasavvuf büyüklerinden İbrahim Ethem Hazretleri ise:

“Ey oğul! Vakitlerin en şereflisi olan gençlik çağı, amellerin en faziletlileri için harcanmalıdır. Bu ameller ise, Cenâb-ı Hakk’a olan ibâdet ve tâatlerdir.” buyurur.

Şeyh Edebali’nin altın-cevher misâli sözlerini hatırlamakta da fayda var:

“Ey oğul! Câhiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibârını kaybedene acı!.. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.”

ÇOCUK TERBİYESİ NE ZAMAN BAŞLAR?

Peygamberlerin ve çeşitli İslâm büyüklerinin evlâtlarına olan nasihatlerinde vurgulandığı gibi, babaların önce çocuklarını “Allâh’ın güzel kulları olmak üzere” yetiştirmeleri gerekir. Evlâdın güzel bir kul olması için, babanın da güzel bir kul olması şarttır. Eğri ağacın, doğru gölgesi olmaz.

Anne ve babalar önce kendi kalplerini doyurmalı, mânevî âlemlerini süslemeli ve engin tefekkür âlemlerinin seyyâhı olmalıdırlar ki, evlâtları da onların ufkuna doğru doludizgin at sürsün, yelken açsın!..

Evlât terbiyesi, çocuk doğmadan başlar. Çocukların bulunduğu ortama göre, doğumla birlikte eğitim, öğretim ve terbiye şekillenir. Bir çocuğun eğitimine ne kadar bilgi ve şuurla ihtimam gösterilirse, o kadar verim alınır. Bir çocuk ne kadar ihmal edilirse, o kadar kendisine ve çevresine zararı dokunur.

İslâm büyükleri, çocuklarının yalnızca maddî tahsilini değil, aynı zamanda onların mânevî terbiyelerini de temin için kendilerinin yetemedikleri durumlarda özel hocalar tutarak evlatlarının her yönden donanımlı olmalarını sağlamışlardır. Bugün anne-babalar, pahalı okullara göndermeyi, çocukları için en masraflı oyuncakları almayı, onların gönlünü hoş etmek için her türlü menfî propaganda ve hayat tarzının bulunduğu kitap, dergi, gazete, film vs. almayı “iyi bir ebeveyn olmak” zannediyorlar.

ÇOCUĞUN YALNIZ KARNINI DEĞİL KALP VE KAFASINI DA İHMAL ETMEYEN BİR BABA

Çocuklarımızın karınlarını doyurduğumuz kadar ve belki ondan daha fazla, kalp ve kafalarını nelerle doldurduğumuzla ilgilenmeliyiz. Çünkü insan, karnıyla değil, kalbi ve aklıyla düşünür, hareket eder. Çocuklarımızı, bizim olmadığımız yıllara hazırlamak istiyorsak onlara bir-iki gün bedeninde kalacak şeyler yedirmekle meşgul olmak yerine, iki dünyada da faydası olacak temel bilgileri öğretmekle meşgul olmalıyız. Bu hem onların, hem de bizim kurtuluşumuz için şarttır.

Hakikaten çok şeyle birlikte bugün devir değişmiştir. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Günümüzde eskiden önemli bir yer işgal eden “mâneviyat”, yerini kuru bir maddiyata bırakmıştır. Hislerimiz, duygularımız eski nezâketinde değil. Duyarsızlık, daha çok hâkim... Babalar, anneler ve çocuklar da bu değişimden nasiplerini aldılar.

Maalesef her şeyin birbirine karıştığı asrımızda çocukla âile arasına uçurumlar girmiştir. Baba-anne, baba-çocuk, âile-çocuk arasında iletişim bozuklukları mevcuttur. Dışarılar, çocukları kapmak için fırsat kollayan art niyetli insanlarla doludur. Bütün bu menfîlikleri teşhis edebilen babaların, evlâtlarına ve âilelerine karşı olgun ve kucaklayıcı tavırlar sergilemesi şarttır.

BABALIK VAZİFESİ ÇALIŞMAKTAN İBARET DEĞİLDİR

Bugünün babası, sadece çalışıp çabalayıp evin nafakasının teminini, yegâne babalık vazifesi sanmamalıdır. Elbette bu da lâzımdır; ev halkının aç ve açıkta olmaması, babaların en öncelikli sorumluluklarındandır. Ancak çocuk terbiyesinde âilevî bütünlük esastır. Bir taraf noksan olunca, o eksiklik çabucak kendini belli eder. Meselâ; terbiyede sadece anne ilgisi tek taraflıdır. Baba tamamlayıcı en temel unsurdur. Anne-baba ilgisi tam, bu sefer okul ve eğitim yok. Bu da eksikliktir. Maddî her şey var, ama mâneviyat eksik... Bu da en önemli eksikliktir. Misallerden anlaşılacağı üzere terbiyede bütünlük ve denge şarttır. Tek bir tarafa aşırı meyil, hayatın gerçeğine uymadığı gibi, çocukların iç dünyasında da tamiri imkânsız büyük yaralar açmaktadır.

Dolayısıyla bugün babaların akıllı, şuurlu ve sorumlu davranarak çocuklarıyla güzel bir iletişim içinde olmaları elzemdir. Onları suçlamadan, geniş bir hoşgörüyle ve onların yerine kendisini koyarak çocuklara yaklaşmak ve onlarla ortak bir dil yakalamak gerekmektedir. Babalar; tatlı-sert bir tâkiple, yapıcı ve ibretli anlatımlarla çocukların gönlüne girmelidir. Evlâtlarının ruh dünyasına inme, kalbini fethetme; babaların asıl hedefleri olmalıdır. Bunlar elbette ki kolay şeyler değildir. Büyük bir fedakârlık, gayret, bilgi ve tecrübe ister. Ancak sevgi, duâ, iyi niyet ve gayretle aşılmayacak hiçbir engel yoktur Allah Teâlâ’nın izniyle… Yeter ki babalar, bu niyet ve azimde olsunlar.

Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 148. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.