Bir Allah Dostunun Nezih Gençliği

Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullβhi aleyh- daha çocukken, ilerde büyük bir Allah dostu olacağının emârelerini sergiliyordu. Her hâl ve hareketi ölçülü, sözleri hikmetli, bakışları derin ve mânâlı, yüzü ise nurlu idi.

O zamanın meşhur mutasavvıflarından Şakîk-ı Belhî  -rahmetullβhi aleyh- hacca giderken Bistâm’a uğramış, bir câmi yanında oynayan çocuklar arasındaki Bâyezîd’i hemen fark etmişti. Şakîk o câmide vaaz ederken, Bâyezîd çocuk hâliyle gelip pür edep onu dinledi. Bâyezîd’in hâli Şakîk’in dikkatinden kaçmadı ve firâset göstererek:

“–Bu çocuk ilerde mâneviyat ricâlinden bir yiğit olacak!” buyurdu.[1]

Bâyezîd-i Bistâmî  -rahmetullβhi aleyh- küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlamıştı. Ey örtünüp bürünen! Birazı hâriç, geceleri kalk namaz kıl!”[2] âyet-i kerîmesine gelince babasına:

“–Babacığım, Cenâb-ı Hak burada kime hitâb ediyor?” diye sordu. O da:

“–Yavrucuğum, Cenâb-ı Hak burada Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i kastediyor. Rabbimiz daha sonra Tâhâ Sûresi’nde bu hükmü hafifletti.” dedi.

Bâyezîd okumaya devam edince; (Rasûlüm!) Sen’in, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ayakta ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü takdîr eden, (içinde olup bitenleri kâmilen ölçüp biçen) ancak Allah Teâlâ’dır…”[3] âyet-i kerîmesine geldi:

“–Babacığım, ben gece ibadete kalkan bir grup insandan bahsedildiğini işitiyorum!” dedi. Babası:

“–Evet yavrum, onlar Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ashâbıdır.” dedi.

Bunun üzerine Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh-:

“–Babacığım, Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- ile ashâbının yaptığı bir şeyi terk etmekte ne hayır olabilir ki?!” dedi.

O günden sonra babası gecelerini ibadetle geçirmeye başladı.

Bir gece Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh- uyandı ve:

“–Babacığım, bana da namazı tâlim et ki seninle birlikte namaz kılayım!” dedi.

Babası ise:

“–Uyu, sen daha küçüksün!” dedi.

Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh- şu karşılığı verdi:

“–Babacığım, kıyâmet günü insanlar amellerini görmek için mezarlarından fırlayıp bölük bölük huzûr-i ilâhîye vardıkları zaman,[4] Rabbim -azze ve celle-  bana;

«–Dünya hayatında ne amel işledin ey kulum?» diye sorduğunda ben de:

«–Ey Rabbim! Babama; “Bana namazı öğret, seninle birlikte namaz kılayım!” dedim, o ise bana “Uyu, sen daha küçüksün!” dedi.» diyeceğim.”

Bunun üzerine babası:

“–Hayır, vallâhi böyle söylemeni istemem!” dedi ve oğluna namazı tâlim etti. Bundan sonra Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh- de çocuk yaşında olmasına rağmen, geceleri hep kalkar ve teheccüd namazı kılardı.[5]

ANNESİ ONU ALLAH'A ADADI

Annesi onu mektebe göndermişti. “...Bana ve ana-babana şükret!..” (Lokmân, 14) âyet-i kerîmesine geldiklerinde, Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh- hocasından bu âyetin îzâhını istedi. Yapılan tefsîr onu derinden sarstı. Kalemi-defteri bıraktı, izin alıp koşa koşa eve geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hem ağlıyor, hem de:

“–Ne olur anneciğim!” diye yalvarıyordu. Annesi bu duruma şaşırdı:

“–Ne oldu yavrum?” diye sordu.

Bâyezîd  -rahmetullβhi aleyh- şöyle dedi:

“–Bir şey olmadı anneciğim! Bugün bir âyet-i kerîme dinledim. Allah Teâlâ bu âyette hem kendisine hem de sana hizmet etmemi istiyor. Çok müteessir oldum! Ben iki evde nasıl hizmetçilik yapayım? Buna benim gücüm yeter mi? Ya hizmette kusur edersem!

Anneciğim, Cenâb-ı Hakk’a duâ et, bütün zamanımı sana hizmete vereyim ya da beni Yüce Rabbime bağışla, hep O’na ibadet edeyim!”

Oğlunun bu hâline çok sevinen annesi:

“–Evlâdım, dâimâ hizmetinde bulunman için seni Allâh’a adadım ve kendi hakkımı helâl ettim.” dedi.[6]

GÜZEL HÂL

Bir gün hadis âlimlerinden bir zât, küçük yaştaki Bâyezîd-i Bistâmî’yi görünce ondaki güzel hâl çok hoşuna gitti. Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu:

“–Güzel çocuk! Namaz kılmasını tam mânâsıyla biliyor musun?”

Bâyezîd-i Bistâmî de ona:

“–Evet, Allâh’ın dilediği kadar kılabiliyorum.” cevâbını verince:

“–Nasıl?” diye sordu.

Bâyezîd-i Bistâmî de:

“–Buyur yâ Rabbi, emrini yerine getirmek üzere huzûruna durdum, hissiyâtıyla tekbîr alıyor, اَللّٰهُ اَكْبَرُ  diyorum. Kur’ân-ı Kerîm’i usûl ve kâidelerine uygun bir şekilde tâne tâne okuyor; tâzîm ile rükûya varıyor; tevâzû ile secde ediyor; vedâlaşarak selâm veriyorum.” dedi.

O zât hayran kalarak:

“–Ey zekî çocuk! Sende bu derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?” diye sordu.

Zira o zât, bu takdir ve iltifatların, Bâyezîd’in nefsini gurura sevk edebileceğini ve onun buna mahal vermemesi gerektiğini düşünüyordu.

Genç Bâyezîd-i Bistâmî ise şu ârifâne karşılığı verdi:

“–Onlar hakîkatte benim başımı değil, Allah Teâlâ’nın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana âit olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl mânî olabilirim?”[7]

İşte gönlün ulaşması gereken kulluk edeplerinden biri de, bu misalde olduğu gibi, bütün güzellikleri Allah’tan bilmek, onu aslâ nefsine izâfe etmemektir.


[1] Sehlegî, a.g.e, s. 123.

[2] el-Müzzemmil, 1-2.

[3] el-Müzzemmil, 20.

[4] Bkz. ez-Zilzâl, 6.

[5] Sefîrî, el-Mecâlisü’l-Va’zıyye, II, 293.

[6] Attâr, Tezkire, s. 172.

[7] Sehlegî, a.g.e, s. 99.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.