Azerbaycan’da İslam’ı Yok Etme Çabaları

Azerbaycan’da kimlik, din ve milliyetçilik ilişkisi etrafında formüle edilen sorulara cevaplar arayan “Azerbaycan’da Din ve Kimlik” kitabı, Sevinç Alkan Özcan ve Vügar İmanbeyli’nin titiz çalışmaları sonucunda okuyucuyla buluştu.

Avrasya coğrafyasında Ortodoksluk ve Katolikliğin yanı sıra üçüncü büyük dini gelenek olarak İslam’ın komünizm sonrası dönemde daha görünür hale gelmesi, bölgedeki bu geleneğe olan ilgiyi de artırmış durumda. Sovyet sonrası dönemde İslam medeniyetinin Avrasya unsurlarının ön plana çıkmasıyla birlikte “İslam dünyası” kavramının coğrafi anlamda yeni bir dönüşüm geçirdi. “Bu değişimle birlikte 20. yüzyılın son üç çeyreğine egemen olan Afro-Asyalı İslam dünyası algılaması radikal bir değişime uğradı. Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlar’da yeni bağımsız Müslüman ulusların ortaya çıkmasının ardından İslam dünyası ‘Afro-Asyalı’ olduğu kadar ‘Avrasyalı’ bir olgu olarak da görülmeye başlandı.”[1] Bu nedenle İslam dünyasının Avrasyalı unsurları detaylı ve derinlikli araştırmaları hak ediyor.

Baku, Azerbaijan, April 1999. Friday prayers in the main city mosque.

Azerbaycan’daki gerek dini durum ya da dine olan ilginin artması, gerekse ulusal kimlik üzerine yapılan yoğun tartışmalar, yaşanan dönüşümle ilgili pek çok soruyu da beraberinde getirdi: Azerbaycan’da son dönemde dine olan ilginin artmasının nedenleri nelerdir? Din alanındaki canlanma bireylerin ve toplumun hayatına nasıl yansımaktadır? Söz konusu canlanmanın kendine özgü karakteristiği nedir? İslam’ın ve diğer dinlerin toplumsal ve siyasal alandaki etkilerinin derecesi nedir ve nasıl tanımlanmalıdır? Yeni dönemde din ve devlet ilişkileri nasıl tanımlanmaktadır ve sorun alanları nelerdir? Yeniden canlanan İslam olgusunun Sünni-Şii ayrımı üzerinde etkileri nelerdir? Azerbaycan’da 19. yüzyıldaki kimlik tartışmalarında İslam kimliği nasıl konumlanmıştı ve bugün nerede durmaktadır? Devletin ulusal kimlik inşası politikaları hangi faktörler etrafında şekillenmektedir? Azerbaycan dışında yaşayan diasporanın yeni kimlik inşasına etkileri nelerdir? Türkiye ile yaşanan yoğun etkileşim Azerbaycan’daki kimlik tartışmalarına nasıl yansımaktadır?

KOMÜNİZM SONRASI DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ

Çalışmanın giriş mahiyetindeki “Komünizm Sonrası Din-Devlet İlişkileri” başlıklı makalesini kaleme alan Sevinç Alkan Özcan, komünizm sonrası eski Sovyet coğrafyasında yeniden şekillenen din-devlet ilişkilerini, ortaya çıkan yeni dinamikler çerçevesinde karşılaştırmalı bir biçimde ele almakta, bölge için genel bir perspektif sunuyor. Yeni dönemde din olgusunun elde ettiği fırsatlar ve karşı karşıya kaldığı meydan okumaları makale çerçevesinde işlemekte, en temel sorun alanının geleneksel kiliselerin azınlık dinleri karşısında ayrıcalıklı bir yer edinme konusundaki ısrarcı tavırları olduğunu söylemektedir. Dini aidiyet ve dini ritüellerin yerine getirilmesi konusunda Katolik, Ortodoks ve Müslüman topluluklar arasında karşılaştırmalar yapmaktadır.

Rafig Rüstemov “1918’lere Doğru Azerbaycan’da Milli Kimlik Oluşumu Sürecinin Üç Bileşeni” başlıklı makalesinde milli kimlik arayışı ve oluşumunda “üç bileşen” üzerinde duruyor. “İslamcılık ve modernleşme sentezi”, “Türkçülük” ve “İslamcılık” olarak tanımladığı üç etkeni birbirini besleyen tartışmalar olarak görüyor. Çarlık Rusya’sı hakimiyetinin Azerbaycan kimliği üzerinde paradoksal bir etki yaptığına dikkat çeken Rüstemov, Rus politikalarının Azerbaycan’da içsel bütünlüğün sağlanmasında ve dolayısıyla milli kimlik bilincinin oluşumunda önemli bir rol oynadığını dile getiriliyor.

AZERBAYCAN’DA İSLAMCILIK

Kapak

Emre Erşen “Azerbaycan’da Siyasal-Kültürel Dönüşüm Süreci (1828-1917)” başlıklı makalesinde Azerbaycan’da 1828-1917 yılları arasında yaşanan sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel dönüşümün düşünsel hayat üzerindeki etkilerini, Türkçülük, İslamcılık, sosyalizm ve liberalizm gibi fikir akımlarının aynasında anlamaya çalışıyor ve Azeri milliyetçiliğinin ortaya çıkışını inceliyor.

Aydın Balayev’in “20. Yüzyıl Başlarında Azerbaycan Türklerinde Ulusal Kimlik ve İdeolojinin Oluşumu” başlığını taşıyan makalesi, Çek siyaset bilimci Miroslav Hroch’un ulus inşa süreci formülasyonu etrafında 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan’da şekillenen ulus inşa sürecini inceliyor. Ortak bir dil, milli kültür ve eğitimin şekillenmesinde Azeri aydınların oynadığı önemli rollere dikkat çeken Balayev, ulus inşa süreçlerinin tek bir proje etrafında ilerlemediğini, birbirini hem dışlayan hem de içerseyen farklı projelerin aynı zaman ve mekanda ortaya çıkabildiğini Azerbaycan örneği üzerinden tartışıyor. Ona göre Azerbaycan Türklerinin kimlik arayışı farklı projelerin kesiştiği alanlarda süregiden tartışmalarda kendine yaşam alanı bulmuştu. İslamcılık, Turancılık ve Azerbaycancılık şeklinde ifade edilen üç önemli projenin hem rekabet ettiği hem de birbirini etkilediği bir alanda milli kimlik oluşumu gerçekleşiyordu.

SOVYETLER’İN AZERBAYCAN’DA İSLAM’I YOK ETME ÇABALARI

Behram Hasanov makalesinde Osmanlı-İran ilişkileri, Rus işgali ve Sovyet dönemi din politikaları çerçevesinde “Azerbaycan’da dini alana yön veren temel faktörler”i inceliyor. Sovyet döneminde dinin siyasi ve ideolojik boyutunun etkisiz hale getirilmesinin Azerbaycan kimliği üzerindeki etkilerini tartışıyor. Ayrıca Sovyet döneminde Azerbaycan toplumunun yaşadığı özgün milletleşme tecrübesini irdelemekte, bu çerçevede Sovyet Azerbaycan’ında İslami yaşam tarzının milliyetçi duyguların ifade edilmesinde nasıl önemli bir kanal haline geldiğini anlatılıyor.

Sovyet rejiminin ideolojik milliyetçiliği baskı altında tutmasından dolayı Azerbaycan’da kültürel milliyetçiliğin ön plana çıktığını söyleyen Hasanov, bunun en önemli tezahürünün İslami yaşam tarzı olduğunu ifade ediyor.

AZERBAYCAN’DA İSLAM’IN YENİDEN CANLANMASI VE KURUMSALLAŞMASI

Ali Abasov, geniş bir tarihi arkaplan eşliğinde 1990 sonrası Azerbaycan’da İslam’ın “yeniden canlanma ve kurumsallaşma sorunları”na eğiliyor. Çarlık döneminde Müslüman din adamlarının muhtelif araçlarla kontrol altında tutulduğunu, Sovyetler’de ise bu din alanının ateizm hamleleriyle sistem tarafından yok edilmeye çalışıldığını örnekleriyle gözler önüne seren Abasov, tarihi gelişme aşamaları ve nesiller arasındaki bağların nasıl da tamir edilemez şekilde koparıldığına dikkat çekiyor.

Religious_Leaders

1990 yılında Azerbaycan’da yüksek dini eğitim almış toplam 16 kişinin bulunduğunu kaydeden Abasov, bağımsızlık ilanı sonrasında gelişmeye başlayan din-devlet ilişkilerini, biri doğrudan (Dini Kurumlarla İş Üzere Devlet Komitesi) diğeri dolaylı (Kafkas Müslümanları Dini İdaresi) olarak devlete bağlı iki kurum. Resmi İslam ile otonom örgütlenmeler olarak ortaya çıkan gayriresmi İslam mensupları arasında siyasi ve manevi zeminde cereyan eden rekabet çerçevesinde ve çeşitli tartışmalar doğrultusunda (İslam ve demokrasi ilişkisi vs.) irdelemekte ve yeniden canlanma sürecinin karmaşık yapısına vurgu yapıyor.

Bayram Balcı ve Altay Göyüşov birlikte kaleme aldıkları “Sovyet Sonrası Azerbaycan’da Değişen İslam ve Sünni-Şii Ayrımı Üzerindeki Etkisi” başlığını taşıyan çalışmalarında tüm eski Sovyet coğrafyasında etkili olan dini canlanma olgusunu Azerbaycan özelinde Şii-Sünni farklılaşması ve rekabeti üzerinden irdeliyor.

Elsever Samedov, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nde Din ve Devlet İlişkileri: Kurumsal-Yasal Çerçeve” adlı makalesinde 1991-2009 yılları arasında Azerbaycan’da din ve devlet ilişkilerinin kurumsal-yasal çerçevesini inceliyor. Özellikle, din eğitiminin yapılanması ile ilgili kanunları, resmi ve sivil kuruluşları ve bu kuruluşların faaliyetlerinin yasal temellerini, din-devlet ilişkileri çerçevesinde ortaya koyuyor. Ayrıca makalede Hristiyan misyonerlerin faaliyetlerine de yer veriyor.

Şammas Salur, “Azerbaycan Ulusal Kimliğinin İnşa Aracı Olarak Ders Kitapları” başlıklı makalesinde milliyetçilik kuramlarının sunduğu teorik malzemeyi kullanarak, Azerbaycan ulusçuluğunun ders kitaplarına nasıl yansıdığını irdeliyor.

AZERBAYCAN KÜLTÜR POLİTİKASINA TÜRKİYE’NİN KATKISI

Cem Fırat, Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin Türk dünyasına yönelik kültür politikalarını Azerbaycan özelinde ele aldığı makalesinde, Azerbaycan’ın Latin alfabesine geçişinde Türkiye’nin katkılarını, iki ülkenin eğitim alanındaki ilişkilerini ve Türkiye’nin Azerbaycan’a yönelik dinsel politikalarını ve kitle iletişim faaliyetlerini inceliyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kapsamlı kültürel diplomasi politikalarından birinin Azerbaycan’a yönelik uygulandığını vurguluyor. Resmi aktörler kadar resmi olmayan aktörlerin de bu süreçte önemli roller oynadıklarına dikkat çekiyor.

2011_0110_azerbaycan

“Azerbaycan Kültür Tarihinde Tasavvufi Hareketler” başlıklı makalesinde Mehmet Rıhtım bölgede tasavvuf tohumlarının daha ilk İslam fetihleri sırasında atıldığını söylemekte ve Azerbaycan’daki tasavvufi hareketlerin tarihi köklerini inceliyor.

Sabuhi Şahavatov, 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan’da yaşamış bir din alimi olan Mir Muhammed Kerim Bakuvi’nin (1853-1938) hayatı ve eserleri konulu makalesinde aynı zamanda uzun bir süre Bakü kadısı olan bu zatın hayatı ve eğitimi, yaptığı görevler, toplumsal faaliyetlerdeki müspet rolü, telif ve tercüme eserleri hakkında bilgiler vermekte ve çok yönlü bir din alimi portresi çiziyor. 20. asrın başlarında Kur’an’ı ilk defa Azerbaycan Türkçesine tercüme eden ve bunun yanında bir tefsir de yazan Bakuvi’nin rejim düşmanlığıyla suçlanarak 83 yaşında Sovyet makamlarınca kurşuna dizildiğini aktaran Şahavatov, Azerbaycan’daki din alimi geleneğinin sekteye uğradığına işaret ediyor.

1Ahmet Davutoğlu, “İslam Dünyasının Dönüşümü: Değerlendirme ve Projeksiyon”, Divan, No. 12/1 (2002), s. 37.

Azerbaycan’da Din ve Kimlik, Sevinç Alkan Özcan-Vügar İmanbeyli, 375 Sayfa, Küre Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Ali Abasov, geniş bir tarihi arkaplan eşliğinde 1990 sonrası Azerbaycan’da İslam’ın “yeniden canlanma ve kurumsallaşma sorunları”na eğiliyor. şaşkın bunlar. İslamın en doğru hali ilk çıktığı zamandır. Çeşitli modifikasyonlara mağruz kalmış islam doğru değildir.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.