Ashabı Sebt Kıssası

Ashâb-ı Sebt, Mısır ile Medîne-i Münevvere arasında Kızıldeniz kenarında Medyen şehrinde yaşardı. Sayıları yetmiş bin kadardı. Bunlar, cumartesi günleri ibâdetten başka bir şey yapmazlardı. Çünkü cumartesi günü ibâdetin dışındaki işler onlara haram kılınmıştı.

Onlar avlanmamak üzere Dâvûd -aleyhisselâm-’a söz vermişlerdi.

Daha sonra şeytan, kendilerine vesvese vererek:

“Siz avlamaktan değil, yemekten menedildiniz!” dedi.

Hikmet-i ilâhî olarak cumartesi günleri balıklar çoğalır, diğer günler azalırdı. Bu sebeple şeytanın fısıltısı bazılarına çok câzip geldi. Bu hususta Medyen halkı üç kısma ayrıldı:

  • Kısım; Allâh’ın emrine muhâlefet ederek balık tuttular. Hem yiyip, hem de sattılar. Bunlar cumartesi günü ağ atarlar, pazar günü de çekerlerdi.
  • Kısım; balık avlama günâhına girmediler, fakat emr-i ilâhîye uymayanlara da karşı çıkmadılar. Yâni ilâhî emrin çiğnenmesi karşısında sessiz kalıp herhangi bir îkaz ve nasihatte bulunmadılar.
  • Kısım ise; hem ilâhî nehye riâyet ettiler, hem de cumartesi günü yasağını çiğneyenlere îkaz ve nasihatte bulundular. Sükût edenlere de susmakla doğru yapmadıklarını söylediler. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vazîfesini yerine getirdiler.

Sükût edenler, kendilerini îkaz edenlere:

“Helâk olacak kavme niçin vaaz edip kendinizi yoruyorsunuz? Emeğinize yazık!” derlerdi.

Emr-i bi’l-ma’rûfta bulunanlar da:

“Biz, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda mes’ûl olmamak, mâzûr olmak için böyle yapıyoruz!” diye cevap verirlerdi.

Daha sonra bunlar, diğerlerine gelecek olan musîbet kendilerine de gelmesin diye onlarla aralarına bir duvar çektiler. Duvarın arkasındaki sesler kesilince, bir de baktılar ki, bir gecede hepsi birden maymuna dönmüşler!.. İlâhî hükmü dikkate almadıkları için böyle bir cezâya dûçâr olan bedbahtlar, Allâh’ın emrine itaat ettikleri için bu azaptan kurtulan akrabalarının yanında bir müddet mahzun mahzun gezdiler. Üç gün sonra da, maymun şekline girmiş olan âsîlerin hepsi öldü.

İmâm Begavî’nin Meâlimü’t-Tenzîl adlı eserinde:

“Avlanmayan, lâkin avlayanlara da herhangi bir îkaz ve nehiyde bulunmayıp susanlar da, onlarla birlikte maymunlar hâline geldiler.” denilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle ifâde buyrulur:

“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor! Hani onlar, cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi günü, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi; cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece Biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihân ediyorduk.” (el-A’râf, 163)

“İçlerinden bir topluluk:

«–Allâh’ın helâk edeceği, yâhut şiddetli bir şekilde azâb edeceği bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz?» dedi.

(Nasihat edenler) dediler ki:

«–Rabbimize beyân edecek mâzeretimiz olsun diye, bir de (belki) sakınırlar ümîdiyle (nasihatte bulunuyoruz)».” (el-A’râf, 164)

“Onlar, kendilerine yapılan îkazları unutunca, Biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerinden dolayı şiddetli bir azâb ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince, onlara: «Aşağılık maymunlar olun!» dedik.” (el-A’râf, 165-166)

Cenâb-ı Hak, daha sonraki nesillere, bu hâdiseyi hatırlatarak şu şekilde îkaz buyurmaktadır:

(Ey İsrâîloğulları!) İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine, «Aşağılık maymunlar olun!» dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (el-Bakara, 65)

“İşte bu kıssayı, o zaman hazır olanlara ve sonradan gelenlere ibret verici bir cezâ, muttakîler için de bir nasihat kıldık.” (el-Bakara, 66)

Eyle ahâlîsi cumartesi günü Allâh’ın emirlerinden çıkıp nefislerine zulmettikleri zaman Dâvûd -aleyhisselâm- onlara lânet etmiş, onlar da maymunlara dönmüşlerdir. (Elmalılı H. Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, III, 1786)

Bu hâdisenin, Dâvûd -aleyhisselâm- zamanında meydana geldiğine şu âyet-i kerîme de işâret etmektedir:

“İsrâîloğulları’ndan inkâr edenler, hem Dâvûd’un, hem de Meryem oğlu Îsâ’nın diliyle lânetlendiler!..” (el-Mâide, 78)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.