Arınma ve Gelişim Eğitimi

Bir öncü ve önderle maddi ve manevî beraberlik gerçekleşmeden, şahsiyet dilinin istenilen seviyede gelişmesi, imkânsız değilse de zordur.

Şahsiyet dilini geliştirmede ikinci adım “tezkiye süreci”ne girmek ve bu yolda ciddi bir şekilde ilerlemektir. “Tezkiye”, hem kişiliğin tortulardan arındırılmasını, yani şahsiyeti zedeleyen düşünce, davranış ve tavırlardan özün temizlenmesini ifade eder; hem de şahsiyet ve karakterin pozitif değerlerle geliştirilmesini ihtivâ eder.

Söz ve beden dilinin istenilen seviyeye erişmesi özel bir eğitim gerektirdiği gibi “şahsiyet dili”nin tekâmülü de hususi bir eğitim sürecini zaruri kılar. İslâmî kaynaklarda bu sürece “tezkiye/seyr u sülük” adı verilmektedir. Medeniyetimizde bu eğitim sürecinin en kâmil mânâda yaşandığı ortamlar, tasavvufî eğitim müesseseleri olmuştur. Tarih boyunca bu irfan mekteplerinde, İslâm kültürünün “kâmil insan/yetkin insan” modeli inşa edilegelmiştir. Ham insanın pişirilerek olgunlaştırıldığı bu ocaklarda uygulanan eğitim müfredâtı, Rabbânî ve nebevî kaynaklardan beslenegelmiştir. İnsan fıtratında mevcut bulunan şahsiyet tohumları, peygamberden veraset almış ehliyetli bahçıvanlar tarafından, ilâhî rahmet damlalarıyla sulanmış ve geliştirilmiştir.

Bu sürecin belli başlı üç temel unsurunu şöyle sıralayabiliriz:

1- MODEL BİR ŞAHSİYETİN ÖNCÜLÜĞÜ

Şahsiyet dili gelişmiş ve kendisine gıpta edilen ve çok sevilen insan-ı kâmil kıvamına erişmiş bir modelin liderliği, bu eğitimin en büyük avantajıdır. İnsan, şahsiyet dilini geliştirme sürecinde, mücerret fikir ve bilgiden ziyade, adına “hâl” denilen “kişisel olgunluğun dışa yansıyan ve yayılan manevî enerjisi”nden etkilenir. Bu enerji, öncelikle gönülleri ısıtır ve orada sevgi doğurur. İki gönül arasında kurulan bu sevgi hattı aracılığıyla, kişilik transferi başlar. Bu akımın gücü, sevginin gücüyle doğru orantılıdır. Seven ve sevilen arasındaki benzerlik, gün geçtikçe artmaya başlar. Önce duygularda birliktelik sağlanır. Duyguların birliği, fikir birliğini doğurur. Duygu ve fikir birlikteliği ise davranışlarda aynîleşmeyi sağlar. Bu süreçte söz varsa da, her şey sözden ibaret değildir. Hatta bazen sükût, sözden daha çok istifade kaynağına dönüşür. Sözsüz, cedelsiz ve külfetsiz bir eğitim süreci neticesinde şahsiyet dili, pozitif değer yönünde farkında olmadan gelişmiş olur.

Bu sürecin sıhhati, model şahsiyetin yetişmişliğine, arı duru oluşuna ve hasbî duruşuna bağlıdır. İşte bu sebeptendir ki Rabbânî terbiye sisteminde, insanlar içerisinden seçilmiş Peygamberler, bu alanın öncüleri olmuşlardır. Onların yokluğunda ise duygu, fikir ve davranışta onlara en yakın şahsiyet duruşuna sahip mânâ önderleri, diğer bir ifadeyle Rabbânî âlim ve ârifler, bu örnekliği ve öncülüğü yapagelmişlerdir.

Böyle bir öncü ve önderle maddi ve manevî beraberlik gerçekleşmeden, şahsiyet dilinin istenilen seviyede gelişmesi, imkânsız değilse de zordur.

2- EVRÂD U EZKÂR 

Şahsiyet dilinin daha da derinleşip ulvileşmesi ve nihâi kaliteye erişmesi için bu tezkiye ocağında, “evrâd u ezkâr” adıyla bir de iksir sunulur. “Evrâd u ezkâr”, insanı yaratıcısıyla buluşturan ve O’nu hatırlatan, “Kur’an, zikir, tesbih ve dua”dan ibaret özel bir terkip ve iç telkindir. İnsan, yaratıcısına halife olmak, yani O’nun adına yeryüzünde tasarrufta bulunmak için yaratılmış özel bir varlıktır. Sıradan bir canlı değildir. Onun kalitesi de beden kalitesinden ibaret değildir. Belki daha ötede Rabbin arzuladığı özel bir kalitedir ki buna “Rabbânîlik” diyebiliriz. Rab adına iş görenin, elbette O’nun özel bir eğitiminden geçmesi ve sürekli O’nunla irtibatlı olması zaruridir. İşte “evrâd u ezkâr”, hem ilâhî bir eğitime girmenin anahtarıdır, hem de Rable beraberliği gerçekleştiren bir iksirdir. Kulun “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma” sürecinde başarılı olmasında, diğer bir ifadeyle O’nun sıfat ve zâtının tecellilerine istidadı nispetinde mazhar olma liyakatini kazanmasında, “evrâd u ezkâr” iksirinin eşsiz bir tesiri vardır. Bir büyük Allah dostunun bu konudaki şu tespiti bu hakikati beyan eder:

“Evrâd u ezkâra ihlas, istikâmet ve büyük bir tazimle devam edenlerde gözle görülür şekilde değişiklikler ve inkişaflar görülür. Şöyle ki:

Kibrin yerini tevâzu ve vâkar,

İmansızlığın yerini derin Allah sevgisi, Peygamber sevgisi,

Bâtılın yerini Hak, hasedin yerini merhamet, cimriliğin yerini sehâvet,

Anlayışsızlığın yerini fetânet, tembelliğin yerini dirâyet, gayret, korkaklığın yerini cesaret,

Kötü görüşün yerini müsamahalı görüş, Kabalığın yerini nezâket ,

Dağınıklığın yerini tertiplilik ve nezâfet, bilgisizliğin yerini edeb, irfân, aceleciliğin yerini itidal ve teenni, iddiacılığın yerini, yerinde uysallık,

Mahlukat düşmanlığının yerini herkesi hallerine karşı sevme gibi güzel hasletler alır ve böylece insanın kemâlini oluşturan güzel ahlak kulda tecelli eder.”

Evrâd u ezkâr, duygu ve düşüncede Allah ile beraberlik şuurunu oluşturduğundan, zamanla bu beraberlikten güçlü bir muhabbet doğar. Allah ile kul arasında oluşan bu enerji/feyz hattından ise kulda Rabbânî bir bakış açısı gelişmeye başlar ve netice şahsiyet dili, bambaşka bir mahiyete bürünür. Artık böyle bir kimsenin bakışı, dokunuşu, sükûtu, sözü ve davranışı, farklı bir tesir gücüne erişir. Şahsiyet dilinin böyle bir nihâî olgunluk seviyesini, söz kalıbına dökmek artık imkânsızlaşır.

Evrâd u ezkâr iksirinin tam bir tesir gösterebilmesi için hem zemin sağlam olmalı, hem de büyük bir itina ve tazimle icra edilebilmelidir. Zemini sağlamlaştıracak temel ise, Kur’an ve Sünnet hükümlerinin ciddi bir hassasiyetle hayat tarzı hâlinde yaşanabilmesidir.

3- SÂLİH VE SÂDIK BİR ÇEVRE

İnsan sosyal bir varlıktır. Kitle psikolojisinden farkında olmadan etkilenir. Maddi beraberlikler, duygusal beraberliklere ve nihayet zihni beraberliklere sebep olur. İnsan bu yönüyle, şahsiyet dili gelişmiş kimseler arasında pozitif yönde gelişirken, negatif ortamlarda seviye kaybeder ve şahsiyetine virüs bulaştırır.

Hûlasa, şahsiyet diline erişmede bu ikinci adım, büyük bir ciddiyet, istikrar, sebat ve azimle atılabilmelidir. Bu gerçekleştiği takdirde artık insan, söz, beden ve şahsiyet dili itibariyle yüksek düzeyde bir etkinliğe erişmiş olacaktır. Artık bu kıvamı yakalamış olanlar, istemeden ve zorlanmadan bulunduğu her meclisin merkez ve öncü insanı olurlar.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Şahsiyet Dili ve Geliştiren Liderlik, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.