Anne Karnında ‘bebeğin Canlanması’

Bebeğin anne karnında canlanması nasıl oluyor? Bebeğin anne karnında başlayan hayat hikayesi ibret tablolarıyla dolu, mucizelerle örülü birçok işlemden geçiyor.

17. haftada fetüsün ağırlığı 100 grama ulaşmış; baş, vücuda göre orantılı bir hâl almaya başlamıştır. Bu dönem, hareketliliğin anneler tarafından fark edilmeye başlandığı zaman dilimidir. Halk arasında buna “bebeğin canlanması” adı verilir. Ancak o, anne rahmine düştüğü andan itibaren canlıdır. Aslında embriyo 6 haftalık iken, hareketleri başlamıştır, fakat bunu anneler hissedemezler.

18. haftada dolaşım ve boşaltım sistemleri mükemmel çalışmaktadır. Fetüs, amniyon sıvısını yutar ve mesanesinden atar. Bu sıvının yutulması, sindirim ve boşaltım sistemlerinin hem çalışmasını, hem de gelişerek doğum sonrasına hazırlanmasını sağlar.

19. haftada, akciğerlerin içinde hava keseleri gelişmeye başlar. Bunların faaliyeti doğumdan sonra olacaktır.

Gözler, göz kapakları ile korunmaya alınmış ve gerçek yerine oturmuştur. Kaşlar ve kirpikler gelişir. Göz gibi hassas bir organın etrafında gelişen bu yapılar, hem ona estetik bir görünüm katarlar, hem de zararlı tesirlerden muhafaza ederler.

Yüzde yağ birikmeye devam eder.

19. haftada, peynire benzeyen kalın, yağlı bir madde, su geçirmez bir bariyer gibi fetüsü sarar ve amniyon sıvısının zararından onu korur. Sinirler de başka bir yağ tabakası ile korunmaya alınmıştır. Bu korunma, aynı zamanda sinir sisteminde hızlı ve akıcı iletimi de sağlar. Böylece düzenli ve uyumlu hareketler yapılabilir. Nabız ve solunum hareketleri ritmik hâle gelmiştir. Hekimin annenin karnına koyacağı muâyene aleti ile fetüsün kalp sesleri dinlenebilir.

Yine bu haftada, yeni doğmuş bir bebek gibi uyuma-uyanma periyotları kendini gösterir.

20. hafta, anne rahminde geçirilecek sürenin de yarısına gelindiğini gösterir. Boyu 16 cm, ağırlığı 255 gram olmuştur. Yüzü daha olgunlaşmış; başı, vücuda daha da orantılı hâle gelmiştir. Derisi kalınlaşmış, arasında kıl folikülleri ve ter bezleriyle bütün tabakaları oluşmuştur. Kafa derisindeki kıllar, diğer yerlere göre daha fazla uzar. Kız bebeklerde rahim gelişimi başlar.

21. haftadan sonra fetüsün gelişimi daha hızlı şekilde devam eder. Kas gelişimi belirgindir. Anneden bebeğe geçen bağışıklık hücrelerinin transferi başlar. Bunlar onu doğumdan sonra 6 ay daha koruyacaktır. Koku, tat alma, dokunma gibi duyuları taşıyacak olan sinirler, beynin kendilerine ait özel bölümlerinde gelişir. Hâfıza ve düşünme fonksiyonlarıyla alâkalı olarak, hücreler arası bağlantılar artar. Bu haftalarda, seslere hafif tepkiler verebilir.

22. hafta civarında, ağırlık 360 grama ulaşır. Cilt altı yağ kalınlığının artması sebebiyle fetüs, yeni doğan bebek görünümü almaya başlar. Gözlerin gelişimi tamamlanır. Vücudun hastalıklara karşı savunması için gerekli beyaz kan hücrelerinin gelişimi, yutma hareketlerinin artması ile kalın bağırsakların hareketleri başlar.

Akciğerlerin havayı içine çekebilme yeteneğini biraz daha fazla kazandığı zaman dilimidir. Bu, erken doğumlarda önem arz etmektedir.

22. hafta civarında kaş ve kirpik gelişimi tamamlanır. Beyin gelişimi hızlanır. Erkek bebeklerde testisler yerlerine doğru iner, sperm hücrelerinin üretimi ve testosteron salgılanması başlar.

23. hafta, yüzü de vücudu da gelişmiş, bir bebeğe daha çok benzer durumdadır. Cilt, hâlâ altındaki organ ve kemikleri biraz göstermektedir.

Bebek, anne rahminde sessizlikte yaşamamaktadır. Annenin organlarının ve dolaşımının sesi, kendi çıkardığı sesler, dış dünyadan gelen sesler gibi pek çok sese mâruz kalır. Uyanık olduğu bütün zamanlarda sesleri dinler, bunlara korku refleksi şeklinde tepkiler verir. Annesinin sesini daha doğmadan tanır ve diğer seslerden ayırt edebilir. Anne, karnına hafifçe vursa bile fetüs uyanabilir.

24. haftada ağırlık yarım kilo, boy 21 cm’dir. O, uzmanlara göre, artık dışarıda yaşayabilme sınırına ulaşmıştır. Bu yüzden bu hafta bir dönüm noktasıdır. Ancak akciğerler hâlâ çok yetersiz ve hava kesecikleri olgunlaşmasını tamamlamamıştır. Doğumdan sonra akciğerler için elzem olan maddelerin üretimi başlamıştır. Bu akciğerlerin genişlemesine yardımcı olacaktır.

El ve ayakların derisi, vücudun diğer yerlerine göre daha kalındır. Cildi sarmalayan yağ tabakası, bebeğin suyun içinde şişmesini önler. Erken doğan bebeklerde bu madde ciltte bol miktarda bulunmuşken, zamanından geç doğumlarda bulunmaz. Bu madde, doğumdan sonra da bebeği koruyacağı için doğumdan sonra birkaç gün içinde kendiliğinden kaybolması beklenir, su ile yıkanmaz.

Zamanından önce doğan bebeklerde en ciddi problemlerden biri, akciğerlerin yeterli olgunluğa ulaşmamasıdır. Akciğerlerin genişlemesinde çok önemli bir maddenin üretimi başlamadan, bebek, dış dünyada yaşayamaz. Zira sadece birkaç dakika oksijensiz kalmak, pek çok hayâtî fonksiyonu durduracaktır. Anne karnında akciğer solunumu yapmadığı hâlde, dış dünyada yaşamaya hazırlanan fetüs; gelişiminin ikinci yarısına geldiğinde bu önemli maddenin üretimine başlar.

40. hafta suyun içinde yaşadığı ve annenin kanındaki oksijeni kullandığı hâlde, sonunda buradaki hayatının biteceğini ve mâcerasına başka bir âlemde devam edeceğini biliyordur. Farklı bir dünyanın şartlarına odaklanarak gelişimini sürdürür ve gerekli adımları zamanı geldiğinde tereddütsüz atar. İşte bu adımlardan biri, nefes alıp vermede hayatî öneme sahip bir madde olan “sürfaktan”dır.

Derin bir nefes alıp verirken ne kadar büyük bir nimete sahip olduğumuzu hiç düşündük mü? Peki ya almanın ayrı, vermenin ayrı bir nimet olduğunu? Havayı içimize nasıl çekeriz, nefes alırken atmosferden içimize çektiğimiz şey nedir? Nasıl hücrelerimizin içine kadar girer ve tekrar geri çıkar?

Bu, gözümüzle göremediğimiz şey bize nasıl hayat kaynağı olur? Akciğerlerimizin içinde nasıl bir fabrika vardır ki, dışarıdan gelen maddeyi analiz ederek onu vücut hücrelerinden gelen atık madde ile değiştirir? Vücudun buna ihtiyacı olduğunu nereden bilir?

Trilyonlarca hücreye uğradıktan sonra, binlerce kilometre yol kat’ederek gelen kandaki atıkları göğüs kafesinin içindeki daracık alanda saniyeler içinde nasıl değiştirir? Hücrelerin ihtiyacı olan oksijenin devamı nasıl sağlanır? Akciğerlerimiz bir balon gibi şişip inerken hiç zorlanmazlar mı?

Bütün bunların ve konuyla ilgili aklımıza gelebilecek diğer soruların cevabını, bir sonraki yazıya bırakalım. Lâkin bunca nîmetin ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz pek çok nîmetin şükrünü hiçbir zaman bırakmayalım, inşâallâh.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, 153. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.