Anne Babalar Dikkat

Anne ve babalar dikkat! Bu uyarılar sizin için! Anne ve baba olarak üzeremize düşen görevler nelerdir? Çocuklarımıza sahip çıkma konusunda nelere dikkat etmeliyiz? Anne ve babaya notlar...

Kundakla teneşir arasında kısa bir yolculuk olan şu dünya hayatında, yarının gençleri olan çocukların, en güzel bir sûrette yetiştirilmek üzere bugün anne-babalara verilmiş emanetler olduğunu unutmayalım. Rabbimiz âyet-i kerîmede bu emanetlere iyi sahip çıkılması hususunda mü’minleri şöyle îkaz etmektedir:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (et-Tahrîm, 6)

YAVRULARIMIZI VE AİLEMİZİ NASIL KORUYACAĞIZ?

Peki, bu koruma ne ile gerçekleşecek? Elbette ki yavrularımızın gönüllerini takvâ ile tezyîn etmekle. Zira Allah korkusu ve sevgisiyle sulanmayan gönül bahçelerinden; sâlih amel, güzel ahlâk ve istikâmet tomurcuklarını beklemek hayal olur.

Nasıl ki bir hocanın, talebelerine ders verebilmesi için evvelâ belli bir eğitimden geçmesi gerekiyorsa, her insanın da, âhiret saâdetine nâil olabilmesi için, takvâ mektebinde ders görmesi elzemdir. Bu sebeple bilhassa sâliha annelerin engin yürekleri, yavrularının ilk eğitimlerini aldıkları bir takvâ mektebi olmalıdır.

  • Saliha Annelerin Zaferi!

Nitekim Çanakkale Zaferi her ne kadar zâhiren Mehmetçiğin zaferi gibi görünse de, aslında sâliha annelerin bir zaferidir. Çünkü Allah yolunda gözünü kırpmadan savaşan ve şehid olmak için can atan yiğitleri takvâ üzere yetiştiren, gönüllerine vatan aşkını nakşeden o eli öpülesi annelerdir. İşte ömürlük bir teşekküre lâyık olan o anneler sebebiyledir ki; Avustralya’dan Hindistan’a, Büyük Britanya, Fransa ve İtalya’nın önce deniz sonra kara yoluyla geçmek için var güçleriyle saldırdıkları Çanakkale Harbi’nde, o haçlı ordularının hayâsızca akınları, aziz milletimizin îman dolu göğsünü siper etmesiyle bertaraf edilmiş, düşmana geçit verilmemiştir.

Askerin İstanbul’dan Çanakkale’ye gidene kadar ayağındaki postalın paramparça olduğu, sırtına giyebileceği bir palto bile bulamadığı o zor zamanlara kısaca bir göz atmak gerektiğinde şâhit oluyoruz ki, babalar; “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir.”[1] hadîsini yaşama azmiyle, evlâtlarına helâl rızık yedirmenin gayretiyle çırpınmış, bu uğurda alın teri dökmüşlerdir. Lâkin harama göz ucuyla bile olsa bakmamışlardır.

Haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınan sâliha anneler ise eve getirilen helâl rızkı, mutfaklarında besmele ve salevatlarla pişirmiş ve muhabbetle evlâtlarına yedirmişlerdir.

  • Helal ve Haram Gıdanın İnsan Ruhu ve Bedenine Tesiri

Hâlbuki bugün, o mutfaklar kalktı. Bir mahâretmiş gibi, sokakta vitrine edildiği için fakirin, garibin ve yoksulun iç geçirerek baktığı, dahası hangi yollarla kazanılıp nasıl pişirildiği, yani abdestli mi abdestsiz mi hazırlandığı belli olmayan yemekler revaç buldu.

Oysaki şu hâdise yenilen gıdânın insan bedenine ve rûhuna nasıl tesir ettiğini anlatan câlib-i dikkat bir misaldir:

Bir gün Hızır -aleyhisselâm-, Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin yanına gelir. Hâce Hazretleri, evinden iki arpa ekmeği getirir. Hızır -aleyhisselâm- ondan yemez. Gucdüvânî -rahmetullâhi aleyh-:

“–Yiyiniz; helâl lokmadır!” der. Hızır -aleyhisselâm-:

“–Gerçekten helâldir, ama hamurunu yoğuran, abdestsiz yoğurmuştur. Bunu yemek bize revâ değildir.” buyurur. (Reşahât, s. 92-93)

Zamanımızda yapılan bâzı ilmî araştırmalar, mânevî hâllerin madde üzerinde büyük bir tesir icrâ ettiğini ispat etmiştir. Bu cümleden olmak üzere meselâ, suya güzel sözler söylenince su zerrelerinde güzel kristallerin oluştuğu, kötü ve çirkin sözler söylenildiğinde ise kristallerin bozulup çirkin bir hâl aldığı, yapılan deneyler esnâsında görülmüştür.

O hâlde bir gıdânın hazırlanması ve tüketilmesi esnâsındaki hâlet-i rûhiyenin ona yansıyacağı, ondan gelecek enerjinin de insanın mânevî keyfiyeti üzerinde müsbet veya menfî bir tesir icrâ edeceği muhakkaktır. Hâl böyleyken, bir de haram ve şüpheli gıdâların vücutta nasıl bir mânevî hantallık ve gaflet meydana getireceğini, ciddiyetle düşünmek îcâb eder.

ANNE VE BABALARA TAVSİYELER

Kuran ve Sünnet Terbiyesi!

İşte eskiden çocuklar, helâl gıdâlarla beslenen annelerin helâl sütünü emiyor ve tertemiz gıdalarla besleniyorlardı. Annenin Kur’ân ve Sünnet terbiyesiyle yetişmiş mâneviyat yüklü gönlünün hâlet-i rûhiyesiyle gıdalanıyorlardı. Anneler yavrularını muhabbetle terbiye ediyor, neneler, ninnilerinde torunlarının rûhuna işleyecek Kur’ân kıssaları ve Hak dostlarından hikmetler naklediyorlardı. Bugünkü gibi çocukların üzerinde televizyon ve internetin menfi tesirleri yoktu.

Çocuklar ufak yaşlarda Kur’ân-ı Kerîm aşkıyla büyüyordu. Anneler yavrularına Cenâb-ı Hakk’a kul olabilmeyi öğretmeye, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetini aşılamaya gayret ediyorlardı. Allah Rasûlü’nün İslâm’ı gönüllere nakşetmek uğruna nasıl çırpındığını, önüne konulan engelleri aşmak için nasıl büyük bir gayret sergilediğini anlatarak yavrularının gönüllerini, din, îman ve bunların yaşanabileceği hür bir vatanın sevgisiyle inşâ ediyorlardı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Mart Sayı: 157

ANNE VE BABANIN EN GÜZEL MİRASI

KUR'AN'A GÖRE ÇOCUK EĞİTİMİ NASIL YAPILMALI?

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.