Ankara’da Gönülleri Fetheden Güzel İnsan

15 Eylül 2014 Pazartesi günü Hacı Gedikli ağabey Rahmet-i Rahmân’a kavuştu. 16 Eylül günü öğle namazına müteakip kendi imar ettiği Sami Efendi Külliyesi’nde cenaze namazı kılındı. Başta Abdülhakim-i Arvâsî olmak üzere pek çok evliyânın medfun olduğu Bağlum mezarlığına defnedildi.

Cenazeye başta Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere çok sayıda bakan, milletvekili bürokrat, belediye başkanı ve siyaset adamı ve Osman Nuri Topbaş Hocaefendi gibi çok sayıda gönül insanı ve sevenleri iştirak etti.

GÖNÜLLER İMAR ETTİ, KALPLER FETHETTİ

Hacı Gedikli ağabey Sami Efendi Vakfı merkezli irşad faaliyetlerini 30 yılın üzerinde devam ettirdi. Gönüller imar etti, kalpler fethetti. Çok 365830sayıda dernek ve vakfın kuruluşunda öncülük etti. Albaylık rütbesiyle askeriyeden emekli olan Hacı Ağabey, askerlik görevi boyunca da pek çok başarılı çalışmalara imza atarak vatanına canla başla hizmet etti. İnsana hizmetle geçen bir ömrün neticesinde arkasında hoş seda bırakarak; binlerce yetişmiş insan bırakarak hakiki sevgilisine kavuştu. Şüphesiz Hacı ağabeyin hayatı ve hatıraları sevenleri tarafından yazılıp, dile getirilecektir. Ancak biz Hacı ağabeyin vefatının ardından Doç. Dr. Vahit Göktaş’ın kaleme aldığı kısa ve mütevazı bir yazıyı aşağıda istifadelerinize sunuyoruz…

Hacı ağabeyi anlatmaya geçmeden önce Hazreti Ömer -radıyallahu anh-’e ait bir kıssa ile başlayalım:

Zeyd bin Eslem -radıyallahu anh-’in babasından naklettiğine göre Ömer bin Hattab -radıyallahu anh- bir gün dostlarıyla otururken aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Hazreti Ömer -radıyallahu anh-:

“Haydi, herkes bir şey dilesin.” der. Oradakilerden biri: “Ben şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim.” der. Bir diğeri:

“Şu oda dolusu altınım olsun da onu Allah yolunca harcayayım isterim.” der. Bir diğeri: “Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam.” der. Hazreti Ömer -radıyallahu anh-: “Başka?” deyince:

“Başka bir şey istemeyiz.” derler. Bunun üzerine Ömer -radıyallahu anh- kendi arzusunu şöyle dile getirir: “Ben Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel, Huzeyfe bin El-Yeman gibi şu oda dolusu insan isterim ki onları Allah yolunda görevlendireyim.”

ASKERİ DİSİPLİNİ HAYATININ HER ANINDA UYGULAYAN BİR KOMUTAN

Ankara’nın Hacı ağabeysi, Hacı babası, Hacı amcası… Ankara’da adam gibi bir adam… Bir velî, bir dost, bir gönül insanı. Ömrünü insan yetiştirmeye adamış, fedakâr, vefakâr, cefakâr bir insan.10628527_10152714669843620_6014580561538111063_n

Evet, o bir dava adamı, proje insanı.  Sert duruşlu, celalli, şeriat söz konusu olduğunda zerre kadar taviz vermeyen bir mü’min; askeri disiplini hayatının her anında uygulayan bir komutan.

Şartlar ne olursa olsun hiçbir zaman görev yerini terk etmeyen prensip sahibi bir asker.

Ankara, Kastamonu, Bolu arasında hizmetle geçen bir ömür. Hizmetin dışında, gezme, piknik yapma, tatil yapma gibi hiçbir zevki olmayan, vazifesini hiç aksatmadan yerine getiren bir görev adamı.

Vakit disiplinine ehemmiyet gösteren, dakik bir hayat…

Makam mevki, para, servet, rütbe, kariyer önünde şartlar ne olursa olsun hiçbir vakit eğilmeyen, sadece Rabbinin önünde eğilen; namazda âdeta eriyen bir âbid.

‘BİZ GÖREVİMİZİ YAPAMADIK’ ACISI ÇEKEN BİR GÖNÜL İNSANI

10672187_10152714669498620_8970943437102226673_nHer dâim ümmetin acısını yüreğinde hisseden rakik bir kalp. Afrika’daki aç ve yetim için, Filistin’deki mazlumlar için, Balkanlardaki din kardeşleri için, hülasa tüm dünyada ezilen mazlum mü’minler için “Biz görevimizi yapamadık.” haykırışıyla, gözyaşı dökerek ta yüreğinden sorumluluk duygusu içinde acı çeken bir gönül insanı.

Acısını, kederini, sıkıntısını yüreğine gömen; en sıkıntılı zamanlarında bile kardeşlerinin derdiyle dertlenebilen cefakâr bir umman.

Evet, o tam adam; dik duruşlu, şahsiyetli, emanet ve güven ehli güzel insan.

Yaklaşık otuz yıl hiç durmadan tebliğ ve irşad görevi yapmış; ahir zamanda imansızlık yangınından Tarikat-ı Aliye-i Nakşbediyye’nin o güzel gül bahçesine adam taşımış ve bu bahçenin güzelliğini hep diri tutmuş bir bahçıvan, bir mübelliğ.

Muhatabın ihtiyacına göre şekillenen sohbetlerde Peygamber Efendimizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem- adı geçince dalgalanan gönüller, süzülen gözyaşları…

Sabah çorbaları ve sohbetlerle insanların gönüllerine feyz akıtan, ballı ekmeklerle cami inşasında çalışanlara adeta cennet taamı tadında bal sunan bir veli. Cami inşaatında çalışma sünnetini Ankaralılara yaşatan peygamber sevdalısı.

KENDİSİNDEN YAŞÇA ÇOK KÜÇÜK OLANLARA DAHİ ‘EFENDİ’, ‘BEY’, ‘HOCAM’ ŞEKLİNDE HİTAP EDERDİ

Edebi hiçbir zaman terk etmeyen, hayatının her anında edebe dikkat ettiği gibi kılık kıyafet hususunda da son derece dikkat eden, ağustos sıcağında dahi ceketiyle vakûr duruşuyla güven veren, çevresine saygı edep hususunda numune-i imtisal olan bir derviş. Kendisinden yaşça çok küçük olanlara dahi “efendi”, “bey”, “hocam” şeklinde hitap eden bir beyefendi.

Helal, haram, faiz gibi hususlarda son derece titiz, kılı kırk yaran. İslam şeriatının bireysel ve toplumsal olarak uygulanmamasının noksanlığını her daim hatırlatan İslâm adamı.

Umre ve haccı bir eğitim yeri olarak değerlendiren ve her fırsatta o mukaddes topraklara gitmek için can atan bir âşık.

ÖMER MUHTAR DURUŞLU BİR MÜCAHİT

Gözünü kırpmadan sahabe gibi canını davası uğruna seve seve verebilecek, gerekirse kendisini i’layı kelimetullah için tankın önüne atabilecek, canından malından ailesinden çok Rasül -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevdalısı, sahabe sevdalısı; belki onu ifade edebilecek en güzel ifadelerden birisi “Ömer Muhtar duruşlu bir mücahit.”

Kiminin Hacı Ağabeyi, kiminin Hacı Amcası, kiminin Hacı Babası; ama çocukları hiçbir zaman geri çevirmeyip cebinden çıkardığı şekerlerle sevindiren çocukların Hacı Dedesi… Evet, o şekerleri artık kim dağıtır bilemiyorum.  Ankara şekersiz kaldı, Ankara Hacı Ağabeysiz kaldı. Ankara Hacı Babasız kaldı. Çocuklar Pamuk Dedesiz kaldı.

Geride hoş seda bırakarak o şimdi sevdiğine kavuştu. Ankara’da koca bir dağ yerinden oynadı. Ankara sallandı, yürekler sızladı, gözler yaşlı, rahmet kapısı sonuna kadar açık.

Hacı babamızın ruhunu üç İhlas-ı Şerif bir Fatiha ikramı ile taltif etmenizi istirham ediyoruz.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.