Amelleriniz Yöneticilerinizdir

Ortada bir hastalık, bir sıkıntı ve bir problem varsa ille yapılacak iş bunların çıkış sebeplerini araştırmak ve problemleri gidermek için çare üretmektir. Bugün yaşanılan tabloyu kalemle ifade etmeye ihtiyaç yoktur. Çünkü yalın gerçek söze ve yazıya hacet bırakmadan varlığını bizzat haykırmaktadır.

Aslında hastalıklara şifa, sıkıntı ve problemlere çare olan İslâm ortada iken müslümanlar belki de tarihlerindeki en acı tabloyu niçin yaşamaktadırlar? Bugün yaşanılan bu acı tabloyu kalem ve kelamla ifade etmeye ihtiyaç yoktur. Çünkü yalın gerçek söze ve yazıya hacet bırakmadan varlığını bizzat haykırmaktadır.

Ortada bir yangın, bir zelzele, bir sel felaketi varsa artık bunların varlığı tartışılmaz. Zira olay fiilen yaşanmaktadır.

Bugün İslâm âleminin durumunu İranlı Şair Enverî’nin belirttiği gibidir. Şair diyor ki; Gökten bir bela inse misafir olmak için önce Enverî’nin evini sorar. Sanki musibetlerle Enverî arasında akrabalık var.

İSTİKAMETTEN AYRILAN ZİLLETE DÜŞER

Kur’an bu ümmeti “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a inanırsınız” (Âl-i İmran, 116) “Böylece sizi insanlara şahit olmanız, peygamberin de size şahit olması için vasat (dengeli) bir ümmet kıldık” (Bakara, 143) şeklinde tanımlamaktadır. Hayırlı ümmet, dengeli ümmet, şahit ümmet olarak tanımlanan ve tarihte bu sıfatları taşıyan bu ümmet niçin bugün bu acınacak halde bulunmakta, acıların, bela oklarının, musibetlerin hedefi olmaktadır? Dün emrederken bugün neden emir almakta, dün yardım ederken bugün neden yardım almaktadır?

Mevlâ zulümden münezzehtir. Hiç kimseye haksızlık etmez. “Allah onlara zulmetmemiştir. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Rum, 9) “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Şûra, 30)

Demek ki müslümanların yaşadıkları bu acı ve zilletin sebebi yine kendileridir. Dün istikamet üzere yaşadıkları için izzete ve ilâhi desteğe mazhar olmuşlar, bugün ise istikametten ayrıldıkları için zillete düşmüşlerdir. Bütün bu yaşanan felaketler hakka sırt çevirmenin cezasıdır.

“İman edip, peygamberin hak olduğunu gördükten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola iletir. Allah zalim bir topluluğu doğru yola iletmez.” (Âl-i İmran, 86)

İslamiyet gibi aydınlığın, dostluğun, kardeşliğin dayanışmanın, merhametin kaynaşmanın kaynağı olan bir nimete mazhar olmuş ve tarihte bunun nimetlerini görmüş bir ümmet izzet, itibar ve güç kaynağı olan bu nimete sırt dönerse zillet ve felaketle yüz yüze gelir.

DİNİ KÖTÜ TEMSİL ETMENİN CEZASI AĞIRDIR

İnsanlar lâyık oldukları idare ile yönetilirler. “Amelleriniz yöneticilerinizdir” denir. Yaşanan iyilik ve kötülükler yapılan iyilik ve kötülüklerin neticesidir. Kim ne ekerse onu biçer. “Herkes kendi kazandığının karşılığını görür” (Tûr, 21)

Mevlâ âdildir. Çalışıp adalet üzere hareket eden herkese ister kâfir olsun isterse mü’min olsun emeğinin karşılığını tam olarak verir. Asla haksızlık yapmaz.

“Her kim bu geçici dünyayı isterse burada istediğimiz kimseye dilediğimiz kadar veririz... Her kim de ahireti ister ve onun için gereği gibi inanarak çalışırsa işte onların çalışmalarının karşılığı verilir. Gerek dünyayı isteyenlerin ve gerekse âhireti isteyenlerin her birine Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ikramı hiç kimseye kısıtlanmış değildir.” (İsra, 18-20)

Sözde müslüman olup özde müslüman olmayan şekil müslümanlığı ile gerçek müslümanlığı perdeleyen, dini kötü emellerine âlet eden kimse sahtekârdır. İnsan Mevlânâ’nın dediği gibi; ya göründüğü gibi olacak veya olduğu gibi görünecektir. Müslümanlar bugün bu iki yüzlülüğün cezasını çekmektedirler. Din samimiyettir. Riya ihlasın zıddıdır. Müslümanların ihlasa aykırı tutum ve görüntüleri hem kendileri için hem de islamiyet için dezavantajdır. Dinî kötü şekilde temsil etmenin cezası ağırdır. Böyle bir konumda bulunmamak gerekir “Ey Rabbimiz! Bizi inkar eden kimseler için bir imtihan vesilesi yapma” (Mümtehine, 5)

KÖTÜLÜKLERE GÖZ YUMANLAR YAŞANANLARA ORTAK OLUR

Bizim hâl-i pürmelâlimize bakıp müslüman olmaktan vazgeçenlerin vebalide bizim omuzlarımızdadır. Müslümanlar bugün ciddi bir temsil problemi yaşamaktadırlar. Kameralar önünde adam boğazlayan kaçırdıkları kadınlara cariye muamelesi uygulayan, terörü meslek edinen ve utanmadan “İslam” adına hareket ettiklerini söyleyenler İslama ihanet etmektedirler. Adı bile barış olan güzelim İslamı terör dinî gibi gösterenlere Allah da, melekler de ve bütün insanlar da lânet eder. İslamiyet bugün en çok bu sözde ve sahte müslümanlardan zarar görmektedir. B

unun faturasını bütün müslümanlar ödemektedir. Bu sahtekârlığı önleme öncelikle müslümanların görevidir. Görevi ihmalin cezası ortak çekilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ihmalin cezasını şöyle belirtmektedir: “İzin ve kudretiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten 9) Kötülüklere göz yumanlar, karşı tavır koymayanlar bir bakıma kötülüklere ortak olmuş sayılırlar. Tavırsızlık hayırsızlıktır.

Bugün İslâm dünyasının gerek ferdi ve gerekse sosyal olarak kimyası bozulmuştur. İslâm ülkeleri düzen ve ahlâkî sıralamada pek çok ülkenin gerisinde bulunmaktadır. En hayırlı ümmet, dengeli ümmet, şahit ümmet nerede, bugünkü ümmet nerede?

HİÇ KİMSE İSLAM'IN ANLAMINI BİLMEDEN MÜSLÜMAN OLAMAZ

Merhum Muhammed Kutub “Biz Müslüman mıyız?” isimli bir kitap yazmış, orada müslümanlığımızı sorgulamıştı.

Merhum Hasan Ali Nedevi’de “Yeniden İslâma” adlı bir eser kaleme almış, o da ciddi bir muhasebe yapmıştı. Merhum Mevdudi ise kitabına “Gelin Müslüman olalım” adını vermiş ve enteresan tespitlerde bulunmuştu. Onun da belirttiği gibi, bir müslüman sadece müslüman doğmakla gerçek müslüman olmaz. Bir müslüman her hangi bir ırka mensup olmakla da müslüman olmaz. Müslümanlık doğumla değil bilgiyle elde edildiğinden hiç kimse İslamın anlamını bilmeden müslüman olamaz. İslamı takip etmekle müslüman olur.

Bir müslümanın kafir kadar İslâm hakkında bilgisi yoksa ve kâfirin yaptığı her şey yapıyorsa niçin kâfirden daha üstün olsun? Hem müslüman hem cahil, hem müslüman ham köle, hem müslüman hem de sahtekar vs. olmak bir nesnenin hem siyah hem de beyaz olması gibidir. Herkes konumunu iyi belirlemelidir.

Kelime-i Tevhid mevlâ ile sözleşmedir. İslâm sınırından içeri girmedir. İnsan bu sınırlar içerisinde kaldıkça müslümandır. Müslümanlık bir mensubiyet ve kimliktir. Bu kimliği taşıma ve temsil sorumluluğu vardır. Eğer bu dünyada kâfirle müslümanın hayatında bir farklılık yoksa ahirette niçin farklılık olsun!

Bugün yaşadığımız problemler itikâdî, ahlâkî, ve amelî zaaflarımızdan kaynaklanmaktadır. İlaçları tarifeye uygun kullanmak yerine ilaç isimlerini tekrar etmekte meşgulüz.

Müslümanlık sadece kelime-i tevhidi söylemekten ibaret değildir. “İnsanlar, inandık demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?” (Ankebut, 2) Sadece isimle resimle müslüman olunmuyor. Resimde can yok. Derisi yüzülmüş ve içine ot doldurulmuş müzedeki aslanla kükreyen canlı aslan elbette bir değildir. Din dinamizmdir. Kadavra haline getirilmiş bir dindarlık hayata yüktür.

MÜSLÜMANIN NEYİ SES VERMİYOR?

Muhammed İkbal aşkını, heyecanını kaybetmiş bugünün müslümanından şikayet ediyor ve ona şöyle sesleniyor:

“Ey içinde zevk, şevk, yanış ve dertten eser olmayan. Biliyor musun asrımız bize neler etti? Asrımız bizi bize yabancı etti. Mustafa’nın nurundan bizi mahrum etti. Onun aşkı gönüllerden silinince gönüller, cevheri dökülen aynaya döndü. Başkalarının fikir ve düşüncelerinin kurbanı olan millet ne bedbaht bir millettir. Onun işi kendini tahrip, başkalarını tamirdir. Haremde doğmuş gidip kiliseye mürid olmuş, bizim şeref ve namusumuzu lekeliyor. Kâbe tuğlasıyla kilise yapıyor. Arap, acem diyarlarında Mustafa ortada yok, bol bol Ebu Leheb var. Müslümanın neyi ses vermiyor. Kınında kılıcı yok.

Hastanın iyileşmesi ilaçları tarifeye uygun kullanmasına bağlı. Ayrıca moral şifanın birinci ilacıdır. Düzeleceğine inanmayan düzelemez.

Hastanın derdini hastalardan daha fazla hisseden İkbal’in reçetesine kulak verelim:

“Yaşadığın asrı göz önüne al, Ömer’in ruhunu tekrar dirilt. Çöl, şehir ve dağdan geç de çadırını kendi varlığında kur. Kendini kılıç gibi keskinleştir. Sonra kaderin kucağına atıl. Kendini bile, zira cevherin kötü değildir.

İslâm alemi ve bütün dünyanın gözü Kur’anda tanımlanan “hayırlı, dengeli, ve şahit” ümmettedir. Cemaat imam, kervan kılavuz bekliyor.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Ağustos 2015, 354. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.