Amel İmanın Bir Parçası mıdır?

Amel imandan bir parça mıdır?

Ehli sünnet âlimlerine göre amel, imanın parçası ve rüknü değildir. Bu sebeple bütün dini esasları kalpten benimsemiş fakat çeşitli sebeplerle bunların gereğini yerine getirmemiş veya yasakları çiğnemiş olan kimse, işlediği günahı helal saymadığı müddetçe günahkâr mümin sayılmıştır. Amelin, imanın parçası olmadığı konusunda ileri sürülen deliller şunlardır:

a. Kur’an-ı Kerim’de

اِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ...

“İman edenler ve salih amel işleyenler...”(Bkz.Bakara Sûresi, 277; Yunus Sûresi,9; Hud Sûresi,23; Ankebüt Sûresi, 7, 9; Lokman Sûresi,8; Fatır Sûresi,7) şeklinde başlayan pek çok ayet vardır. Bu ayetlerde iman edenlerle salih amel işleyenler ayrı ayrı zikredilmiştir. Eğer amel, imanın bir parçası olsaydı, “iman edenler” denilince, bir de “salih amel işleyenler” demeğe gerek kalmazdı. Çünkü “Ali geldi” dediğimizde Ali’nin birer parçası olan el, ayak ve başı zikretmiyor, “Ali ve ayakları, elleri ve başı geldi.” demiyoruz.

b. Bazı ayetlerde iman, amelin geçerli olabilmesi için şart kılınmıştır. Mesela: “Her kim mü’min olarak helal olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.”(Taha Sûresi, 112) buyrulmuştur. Burada iman amelin şartıdır. Eğer iman ile amel aynı şey olsaydı veya amel, imanın parçası olsaydı o zaman iman ile amel ayrı ayrı zikredilmeyecekti.

c. Bazı ayetlerde büyük günahın imanla birlikte bulunabileceği zikredilmiştir. Bunlardan birinde:

“Eğer mü’minlerden iki grup birbiriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin...”(Hucurât Sûresi, 9) denilmiş, büyük günah sayılan öldürme fiilini işleyen kişilerden “mü’minler” diye söz edilmiştir. Eğer amel, imanın parçası olsaydı bu kişiler işledikleri adam öldürme suçundan ötürü dinden çıkar, kâfir olur ve dolayısıyla âyeti kerimede “mü’minler” olarak anılmazlardı.

d. Asr-ı Saadet’ten itibaren büyük din âlimleri kalbinde imanı bulunduğu ve bunu diliyle söylediği halde iyi amelleri işlemeyen veya bazı yasakları çiğneyen kimseleri – yaptıklarını helâl ve meşru olduğunu iddia etmedikleri sürece – günahkar mümin saymışlardır. Onların diğer Müslüman muamelesi görmesine karşı çıkmamışlardır. Böyle kimselerin günahkar mümin oldukları konusunda fikir birliği (icma) oluşmuştur.

Kaynak: İslam Akaidi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İMAN İLE AMEL ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?

İman ile Amel Arasındaki İlişki Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.