Allah’tan Bir Kelime

İslâm’a gö­re Hz. İsa (a.s.), Resullerin en büyükleri olan beş “ülü’l-azm” Peygamberden biridir. 15 sûrede 93 âyette ismi veya bir sı­fatı ile zikredilir. Do­ğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mucizeleri, dünyevî hayatının so­nu ve Allah katına yükseltilişiyle alâkalı bilgiler verilir.

Kur’ân’da hem Hz. İsa (a.s.) hem İbn-i Meryem hem de Mesîh olarak adlandırılır. Ancak Kur’ân’daki mesîh kelimesi Hıristiyanların bu kelime­ye yüklediği mânâda değildir. İslâmî kaynaklardaki rivayetlere göre Hz. İsa’ya (a.s.) bu sıfat çok seyahat ettiği, dokunmak sûretiyle hastaları iyileştirdiği, yağla meshedilmiş olarak doğduğu, doğduğunda şeytanın ilişmesinden korunması için Cebrail’in (a.s.) kendisine kanadıyla dokunduğu, güzel yüzlü olduğu için verilmiştir.[1] Mesîh kelimesi “Mübarek” mânâsına da gelir.

HZ. İSA’NIN (A.S.) İSİMLERİ

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsa’ya (a.s.) verilen diğer isim ve un­vanları şu şekilde sıralamak mümkündür: Müeyyed (Rûhu’l-Kudüs ile desteklenmiş), rûhullah[2], kelime[3], vecîh (îtibarlı, şerefli), sâlih, Resûl, mübeşşir (müjdeleyici), münebbi’ (haber veren), musaddık (önceki kitapları ve Peygamberleri tasdik eden), âyet (Allah’ın kudretinin alâmeti, mucize), merfû‘ (Allah tarafından yükseltilen), temizlenmiş, göz aydınlığı, abd (kul), nebî, müba­rek, ilim veya alem, rahmet.[4]

Hz. İsa (a.s.) da diğer Peygamberler gibi yaratılmış olup Allah’ın bir kuludur. Ona ulûhiyet nisbet etmek, onu rab edinmek kesinlikle doğru değildir. (Tevbe, 30-31)

“...OL DER, O DA OLUVERİR”

Kur’ân-ı Kerîm’de âlemlere üstün kılın­dığı bildirilen[5] dört seçkin âileden biri de Hz. Mer­yem vâlidemizin mensubu bulunduğu İmrân âilesidir. Hz. Meryem, âile­sinden ayrılarak kendisine tahsis edilen yerde yaşarken Cebrail’i (a.s) insan sûretinde karşısında görünce korktu ve Allah’a sığınarak on­dan kendisine dokunmamasını istedi. Me­lek, ona tertemiz bir erkek çocuk ba­ğışlamak üzere Allah tarafından gönde­rilmiş bir elçi olduğunu haber verdi. Hz. Meryem’in, kendisine bir erkek eli değmediği ve iffetsiz de olmadığı halde nasıl çocuğu olabilece­ğini sorması üzerine melek bunun Allah için kolay olduğunu ifade ederek:

“Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona «ol» der, o da oluverir” cevabını verdi.[6] Nitecide melek Hz. Meryem’e müjdeyi verdi. Daha sonra Allah ona rûh üfledi ve Hz. Meryem kendisine hiçbir erkek eli değmediği halde Hz. İsa’ya (a.s.) hâmile ka­ldı.[7] Müfessirlerin ifadesine göre Cebrail (a.s.) Hz. Meryem’in gömleğinin yenin­den üflemiş ve o da hâmile kalmıştır.[8]

ULUHİYET MESELESİ

Allah Teâlâ’nın Hz. İsa’yı (a.s.) babasız olarak yaratması fevkalâde büyük bir mucizedir. Fakat bu durum, onun ilâh olmasını gerektirmez. Bu mucizeden hareketle ona ilahlık isnad edenlere Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i (a.s.) misal vermiş, onun hem annesiz hem de babasız olarak topraktan yaratıldığını, Allah’ın “ol” emriyle derhal meydana geliverdiğini haber vermiştir.[9] Hz. Âdem’e bu vasfından ve Hz. Havvâ’ya da annesiz yaratılmış olmasından dolayı nasıl ki ulûhiyet izâfe edilmiyorsa, Hz. İsa’ya (a.s.) da izâfe edilemez. Şâyet Allah Teâlâ bir bâkireden babasız olarak bir çocuk yaratıyorsa, bu durum, o çocuğa değil onu yaratan Allah’a kulluk etmeyi gerektirir.

HZ. İSA’NIN (A.S.) BEŞİKTE İKEN KONUŞMASI

Hz. Meryem, Hz. İsa’yı (a.s.) dünyaya getirdikten sonra kavminin yanına döndü. İnsanlar, ba­kire Meryem’i kucağında çocukla görün­ce onun gayr-i meşru bir iş yaptığını zannettiler. Bunun üzerine İsa (a.s.) mucizevî bir şekilde beşikte konuşarak şunları söyledi:

“Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni Pey­gamber yaptı. Nerede olursam olayım O beni mübarek kıldı; yaşadığım müddetçe ba­na namazı ve zekâtı emretti. Beni anne­me saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve kabirden kalkıp dirileceğim gün selâm benim üzerime olsun!” (Meryem, 27-33; Sa‘lebî, Arâis, s. 383-386)

ALLAH’IN HZ. MERYEM VE OĞLU HZ. İSA’YI (A.S.) KORUMASI

Hz. Zekeriyyâ’yı (a.s.) şehit eden Yahûdîlerin, Hz. Meryem’e ve oğlu Hz. İsa’ya (a.s.) da bir zarar verme­lerini engellemek için Cenâb-ı Hak, onları hıfz-ı emânına aldı. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

“Meryemoğlu’nu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık; onları, iskâna elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.” (Mü’minûn, 50)

Bu yerin Mısır, Dımaşk, İlyâ, Beytülmakdis, Remle olduğuna dair değişik rivayetler vardır. (Sa‘lebî, Arâis, s. 293, 295)

HZ. İSA’NIN (A.S.) TEBLİĞİ

Allah Teâlâ, Hz. İsa’ya (a.s.) kitap vermiş ve onu mübarek kılmıştır. O İsrâiloğulları’na gön­derilen bir Peygamberdir. Bir olan Allah’a kulluğa dâvet etmiş, Tevrat’ı tasdik etmiş, bazı hususlarda onu neshetmiş (hükmünü kaldırmış veya değiştirmiş), kavmine namazı ve zekâtı emretmiştir. Hiçbir zaman ken­disinin ilâh edinilmesini söylememiştir.[10]

KUR’AN’A GÖRE HZ. İSA (A.S.) ÖLDÜ MÜ?

Kur’ân-ı Kerîm’e göre İsa (a.s) çarmıha gerilmemiştir. Yahudiler, Hz. İsa’nın (a.s.) tebliğ ettiği mesajdan hoşlanma­mışlar ve onu öldürmek için tuzak kur­muşlardı.[11] Allah Teâlâ, onlardan birini Hz. İsa’nın sûretine büründürdü ve Hz. İsa’nın (a.s.) yerine çarmıha onu gerdiler.[12] Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“«Allah’ın Resûlü Meryemoğlu İsa’yı (a.s.) öldürdük» demeleri yüzünden onları lânetledik. Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldür­dükleri onlara İsa (a.s.) gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bil­gileri yoktur. Kesin olarak onu öldürme­diler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kal­dırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibi­dir.” (Nisâ, 157-158)

HZ. İSA’NIN (A.S.) ALLAH KATINA YÜKSELTİLMESİ

Âyet ve hadislerden hareketle umumiyetle Hz. İsa’nın (a.s.) rûhu ve cesediyle birlikte Allah’ın katına yükseltildiği, kıyametten önce tekrar geleceği ve o zaman rûhunun kabzedileceği kabul edilmektedir.[13]

Hz. Meryem’e gelince, onun ismi Kur’ân-ı Kerîm’de 34 yerde geçer. Ayrıca Kur’ân’ın 19. sûresi Meryem ismini taşır. Hz. Meryem, Kur’ân’da ismi zikredilen yegâne kadındır. Babasının adı İmrân’dır.[14] Annesinden, ismi verilmeksizin “İmrân’ın hanımı” diye bahsedilir.

HZ. MERYEM VE OĞLU HZ. İSA (A.S.)

İmrân ve hanımı yaşlanmış ve çocukları olmamıştı. Hanım Allah’a dua ederek kendisine bir çocuk vermesini diledi ve eğer duası kabul edilirse doğacak çocuğu mabede (Beytülmakdis) adayacağını vaad etti. Bu vaad onun erkek çocuk beklediğini göstermektedir, zira Yahudi şeriatına göre mabede erkek çocuklar adanmaktadır. Hanımın duası kabul edildi, fakat bir kız çocuğu dünyaya getirince şaşırdı. Ancak Allah onun adağını da kabul etti.[15] İmrân’ın hanımı çocuğuna Meryem ismini verdi, kovulmuş şeytana karşı onun ve neslinin korunması için dua etti. Allah onun bu duasını da kabul buyurdu.[16]

Hadis-i şeriflerde de Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın (a.s.) günahtan korunmuş olduğuna işaret edilmektedir. Çocuğa annesinin isim vermesi ve babasından hiç söz edilmemesi, Meryem’in babasının daha o doğmadan önce vefat ettiğini hatıra getirmektedir.[17]

Kur‘a neticesinde Meryem’in bakımını Zekeriyyâ (a.s) üstlendi. Onu evine götürüp hanımına teslim etti ve ayrıca bir sütanne tuttu. Zaten onun hanımı Hz. Meryem’in teyzesi oluyordu. Hz. Meryem bülûğ çağına ulaşınca Zekeriyâ (a.s) onu annesinin adağının gerçekleşmesi için mabede götürdü. Hz. Meryem orada bir odaya yerleşti. Allah ona hüsnü kabul gösterdi ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Melekler ona:

“Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına üstün kıldı. Rabbine ibadet et, secdeye kapan, rükû edenlerle birlikte sen de rükûya var!” diye tavsiyelerde bulunurlardı. (Âl-i İmrân, 37, 42-43)

Hz. Meryem, gece-gündüz ibadet ederdi. Takvâsı, Be­nî İsrâîl arasında darb-ı mesel olmuştu. Hatta kendisinden kerâmetler bile zuhûr ederdi.

Vakti geldiğinde Cebrail (a.s) ona bir çocuğu olacağını müjdeledi. Doğum sancısı başlayınca Hz. Meryem bir hurma ağacına yaslandı ve kavminin anlayışsızlığından korkarak; “Keşke daha önce ölseydim de unutulup gitseydim” dedi. Kendisine nidâ edilerek üzülmemesi, alt yanında bir ark meydana getirildiği, hurma dalını silkeleyip yemesi ve insanlarla karşılaştığında konuşmaması söylendi. (Meryem, 23-26)

Doğumdan sonra kavminin yanına gelen Hz. Meryem’e insanlar:

“Ey Harun’un kızkardeşi![18] Senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi” diyerek onu kınadılar. Meryem validemiz hiç kimseyle konuşmama adağında bulunduğu için kendisi cevap vermeyip çocuğu gösterdi ve İsa (a.s) daha beşikteyken kendini tanıtan açıklamalar yaptı. (Meryem, 26-29)

Kur’ân-ı Kerim’de ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hadis-i şeriflerinde çokça medhedilen kadınların başında gelen Hz. Meryem; iffet, ismet, doğruluk, sıddîkıyet ve takvâ gibi faziletleri kendisinde toplamış bir şahsiyettir.[19]

BETÛL NE DEMEK?

Hz. Meryem bedenî ve ruhî saflığı, kendini Allah’a ibadete adaması, iffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betûl” diye vasıflandırılır. “Betûl” kelimesi manevî mükemmellikle birlikte fizikî güzelliği de ifade ettiğinden, Hz. Meryem zamanının en güzel ve en mükemmel kadını olarak tavsif edilmektedir.[20] Hz. Meryem’in tertemiz, maddî ve manevî kötülük ve günahlardan uzak olduğu haber verilir. Seçilmiş bir insandır. Âsiye c, Fâtıma c ve Hatice c ile birlikte cennet kadınlarının önde gelenlerindendir. (Âl-i İmrân, 42; Ahmed, III, 64, 80, 135)

Resûlullah (s.a.v) kadınlardan en üstün olanları zikrederken Hz. Meryem’e (r.a.) mutlaka yer vermiştir. Kadınlar arasında kemale erenlerin Firavun’un hanımı Âsiye ve İmrân’ın kızı Meryem olduğunu ifade etmiştir.[21] Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:

“İmrân kızı Meryem, zamanında dünyada bulunan kadınla­rın en hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce’dir.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 69)[22]

[1] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “msh” md.; Taberî, Câmiu’l-beyân (Şâkir), VI, 414.

[2] Kur’ân’da Hz. İsa’dan (a.s.) “Allah tarafından gelen bir ruh” olarak da bahsedilmektedir. Hz. Meryem’e ruhtan üflendiği, böylece Hz. İsa’nın (a.s.) hayat bulduğu ifade edilmektedir. Buradaki rûh kelimesi “Allah’ın emri, üflemesi, rahmet ve hayat” şeklinde yorumlanır.

[3] Hz. İsa’nın (a.s.) “Allah’tan bir kelime” oluşu Allah’ın “ol” emrinin gerçekleşmesi ve onun Peygamberliği gibi muhtelif şekillerde açıklanır.

[4] Bakara, 87; Âl-i İmrân, 39, 45-46, 49-50, 55; Nisâ, 158, 171; Meryem, 21, 26, 30-31; Mü’minûn, 50; Zuhruf, 61; Saf, 6.

[5] Âl-i İmrân, 33.

[6] Âl-i İmrân, 35-47; Meryem, 16-22; Tahrîm, 12.

[7] Âl-i İmrân, 45-46; Meryem, 17-22; Enbiyâ, 91; Tahrîm, 12.

[8] Sa‘lebî, Arâisü’l-mecâlis, Beyrut 1985, s. 381; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, XXII, 189 (Enbiyâ, 91).

[9] Âl-i İmrân, 59.

[10] Âl-i İmrân, 49-50; Nisâ, 171; Mâide, 46, 75, 116-117; Meryem, 30-31.

[11] Âl-i İmrân, 54.

[12] Taberî, Târih, I, 601-605; İbnü’1-Esîr, el-Kâmil, I, 226-227

[13] Prof. Dr. Ö. F. Harman, “Îsâ” mad., DİA, XXII, 470.

[14] Âl-i İmrân, 35; Tahrîm, 12.

[15] Sa‘lebî, s. 284.

[16] Âl-i İmrân, 35-37.

[17] Buhârî, Enbiyâ, 44; Tefsir, 3/31; Ahmed, II, 233; Taberî, Câmiu’l-beyân, III, 235; Râzî, Mefâtih, VIII, 27.

[18] Mugîre bin Şu‘be D der ki: “Necrân bölgesine gittiğimde bana:

«–Siz kitabınızda: “Ey Harun’un kızkardeşi, senin baban kötü bir insan değildi...” (Meryem 28) âyetini okuyorsunuz. Hâlbuki Hz. Musa, Hz. İsa’dan (a.s.) yüzlerce sene evvel yaşamıştır?!» dediler.

Peygamber Efendimiz’in yanına gelince kendisine bu meseleyi sordum, şu cevabı verdi:

«–Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan Peygamberlerinin ve sâlih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı».” (Müslim, Adâb, 9; Tirmizî, Tefsir, 19/3154)

Peygamber Efendimiz bu ifadeleriyle, Hz. Meryem’in Hârun isminde bir kardeşi veya âile büyüğü olduğunu haber vermiştir. Yani, âyette geçen Harun, Hz. Musa’nın kardeşi olan Harun (a.s) değildir.

Bazı âlimler Kur’ân’ın bu ifadesinden hareketle, Hz. Meryem’in, Hz. Musa ve Hz. Harun’un neslinden geldiği kanaatine de varmışlardır. Buna göre Hz. Meryem’e “Harun’un kızkardeşi” demek mümkündür. Zira Arap örfünde, Temim kabilesinden olan bir kişiye, “Ey Temim’in kardeşi”, Mudarlı’ya “Ey Mudar’ın kardeşi” diye hitap etmek meşhurdu.

[19] Âl-i İmrân, 45; Mâide, 75; Enbiyâ, 91; Tahrîm, 12.

[20] İbn-i Manzûr, Lisânü'l-Arab, “بتل” mad.; Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, Kâhire 1309, I, 273.

[21] Buhârî, Et‘ime, 25.

[22] Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Meryem hakkında tafsilat için bkz. Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi, III, 279-393 (http://nebilersilsilesi3.darulerkam.altinoluk.com/); Prof. Dr. Ömer Faruk Harman, “Îsâ” mad., DİA, XXII, 465-472; a. mlf., “Meryem” mad., DİA, XXIX, 236-242.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

 

 

İslam ve İhsan

ALLAH’IN ELÇİLERİ

Allah’ın Elçileri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.