Allah'ın Affetmeyeceği Tek Günah

Allah Teâlânın affetmeyeceği tek günahın şirk olduğu ayet ve hadislerde belirtilmiştir. Ayrıca kul hakkı, ilâhî affın dışında kalan bir husustur. Bu yüzden kul hakkına girmekten titizlikle sakınmak gerekir.

Şirk Nedir?

Şirk, Allah’a eş ve ortak koşma, ortak isnat etmek demektir. En büyük zulüm olan şirk, kulu ebedî olarak Cehennem’e dûçâr eder. Şirk koşmak, inkâr etmek veya münâfıklık yapmakla kul, Rabbine ve tevhîd ehline hiçbir zarar veremez. Fakat kendisini ebedî azâba müstahak ettiği için, nefsine en ağır şekilde zulmetmiş olur.

“Allah kendine eş koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.Kim Allah’a ortak koşarsa, büsbütün sapıtmıştır.” (Nisa Sûresi, 116)

EN BÜYÜK GÜNAH

İslâm’a göre, büyük günahların en büyüğü, Allah’ın birliğini kabul etmemek, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde O’na ortak koşmak, O’ndan başkasına ulûhiyetten pay vermektir. Cenâb-ı Hak şirki/ortak koşmayı, “büyük bir günah ile iftirâ etmek”, “derin bir sapıklığa düşmek”, “en büyük zulüm ve haksızlık" (Nisâ, 48; 116; Lokmân, 13.) şeklinde tavsîf etmiştir. Çünkü şirk hakikat karşısında son derece yanlış bir tavırdır. İnsan şirke saplanmakla kendisine zulmetmiş ve Allah’ın hakkını teslim etmeyerek büyük bir haksızlık yapmış olur. Zira Cenâb-ı Hakk’a şirk koşmak, O’na acziyet izâfe etmek demektir. Ancak âciz kalan kimse ortağa ihtiyaç duyar ve yardımcı edinir. Hâlbuki Allah Teâlâ, eksiklikten, acziyetten ve zayıflıktan münezzehtir.

Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk’ı insana benzeterek O’na oğul izâfe etmek de O yüce Zâtı -hâşâ- âciz ve noksan görmek demektir ki bu O’nun şânına yakışmaz.

Abdullah bin Mes’ûd (r.a), Peygamber Efendimiz’e:

“–Allah katında en büyük günah hangisidir?” diye sorduğunda, Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Seni yaratmış olduğu hâlde Allah’a şirk koşmandır” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 141)

Hakikatte şirk koşmak Allah’a hiçbir zarar vermez. Şirkin bütün zararı insanadır. Cenâb-ı Hak, çok sevdiği kulunu günah, yanlışlık ve zararlardan korumak istediği için, şirki bu derece şiddetle yasaklamıştır.

Ayrıca insan, psikolojik olarak ancak tek tanrı inancında huzur bulabilir. İki veya daha fazla tanrıya inanmak istediğinde bölünüp parçalanır, arada kaldığı için de kararsız ve huzursuz olur. Cenâb-ı Hak bunu şöyle tasvîr eder:

“Allah’a ortak koşmayan hâlis muvahhidlerden olun! Kim Allah’a ortak koşarsa, gökten düşüp parçalanarak kuşlar tarafından kapışılmış yahut rüzgâr tarafından uzak bir yere sürüklenip atılmış (bir nesne) gibi olur.” (Hacc, 31)

İnsan şirke düştüğünde, nefsin hevâ ve heveslerinden her biri bir tarafa çeker, bir helâk rüzgârı olan şeytan da onu cehennem vâdilerinin en uzak köşesine atıverir. Bu gönül parçalanmışlığı, maddî bedenin parçalanmasından daha fecîdir. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v):

“Param parça edilsen, ateşlerde yakılsan bile, sakın hiçbir şeyi Allah’a şirk koşma!..” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Fiten, 23)

Diğer bir âyet-i kerimede müşrik şöyle tasvîr edilir:

“Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir kişi ile yalnız bir zâta bağlı olan bir kişiyi misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.” (Zümer, 29)

Bir hizmetçi düşünün, bir de ona sahip olmak isteyen ve öfkeyle birbirlerine saldırıp duran bazı ortaklar… Ortakların her biri, o hizmetçiyi kendi emrinde kullanmak istiyor ve diğerlerine itaat ettiğinde kızıyor. Bu durumdaki bir insan ne yapacağını şaşırır, birisini memnûn etmek isterken diğerlerini öfkelendirir, birinin emrini yapmayı düşünürken diğerleri farklı farklı emirler verir. Neticede bu hizmetçi hepsinin nazarında kötü olur ve hayatı bitmek bilmeyen rahatsızlık ve yorgunluklar içinde devam edip gider.

Bir de, yalnızca bir kişiye karşı sorumlu olan, selamet içinde bir hizmetçi vardır. Tek olan efendisini her defasında memnûn eder ve mükâfâtlar kazanır. Bu ikisinin hâli hiç bir olur mu?

Allah Teâlâ, diğer günahlardan dilediğini affettiği hâlde, kendisine şirk koşan kimseleri kesinlikle affetmez. (Nisâ, 48; 116.) Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

“Kitâb ehlinden ve Allah’a şirk koşanlardan kâfir olanlar, içinde ebediyyen kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyyine, 6)

Mekkeliler Allah’a îman etmekle birlikte, kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarını umarak pek çok puta da tapıyorlardı.(Zümer, 3.) Hâlbuki putlar onları Allah’tan fersah fersah uzaklaştırıyordu. Ancak haksız kazançlarını ve menfaatlerini kaybetme korkusu taşıyan insanlar ile nefsânî arzularından vazgeçmek istemeyenler, bunları terketmiyorlardı. Birgün, çok saygı gösterdikleri Husayn’a gelerek:

“–Muhammed ile bizim adımıza konuş. O ilâhlarımıza dil uzatıyor, onlara kötü sözler söylüyor” dediler ve hep beraber Allah Rasûlü Hz. Muhammed r’in kapısına kadar geldiler. Müşrikler kapıya yakın bir yere oturup beklemeye başladılar. Husayn içeri girdi. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“–İhtiyara yer açın!” buyurdu. Husayn, Peygamber Efendimiz’e:

“–Bu senden duyduklarımız nedir!? Tanrılarımızı reddediyor, onlara dil uzatıyormuşsun. Hâlbuki senin baban akıllı ve hayırlı bir kimseydi” dedi. Allah Rasûlü (s.a.v), ona şöyle sordu:

“–Ey Husayn, kaç ilâha tapıyorsun?”

“–Yedisi yerde biri gökte sekiz”

“–Sana bir zarar isabet ettiğinde hangisine yalvarıyorsun?”

“–Göktekine.”

“–Malın helâk olduğunda kime yalvarıyorsun?”

“–Göktekine.”

“–Senin isteklerine icâbet eden yalnız bir ilâh iken ne diye başkalarını O’na ortak koşuyorsun? Şükrederek onları râzı ettiğini mi sanıyorsun, yoksa seni helâk etmelerinden mi korkuyorsun?”

“–Her iki sebepten de değil.”

Rasûlullah (s.a.v):

“–Husayn! Müslüman ol selâmet bulursun!” buyurdu. O da müslüman oldu… (İbn-i Hacer, İsâbe, I, 337; Tirmizî, Deavât, 69/3483)

Allah Rasûlü (s.a.v), bütün insanları îmâna dâvet ederken, tevhîd anlayışını iyice yerleştirebilmek için, şirki çağrıştıran düşence, fiil ve alâmetler husûsunda son derece titiz davranmıştır. Buna dâir pekçok misâl mevcuttur. (Buhârî, Ezân, 156, İstiskâ, 28; Müslim, Cum’a, 48; Ahmed, I, 283)

Allah Rasûlü (s.a.v), yeni müslüman olan kabilelerden ilk olarak bölgelerindeki putların kırılmasını isterdi. (İbn-i Hişam, IV, 197; Vâkıdî, III, 967-968)

Hâsılı, Allah’ın benzerinin olması bir tarafa O’nun misli gibi bir şey dahî yoktur. O tektir, eşsiz ve benzersizdir. İşitir ve bilir. (Şûrâ, 11)

İslam ve İhsan

BÜYÜK GÜNAHLAR

Büyük Günahlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.