Allah’ı Hatırda Tutmanın Verdiği Huzur

En geniş ve en derin huzur iklimine ise insanı hem içinden hem de dışından kuşatan ve en büyük muhit olan Allah Teâlâ’ya vuslat (yakınlık) neticesinde ulaşılır.

Bütün âlemi kuşatan, görüp-gözeten, idare eden, insana şah damarından daha yakın olan bir Allah idrakidir ki, insanın hayata bakışını, gönül dünyasını, düşünce ufkunu genişletir ve rahatlatır. Çünkü böyle bir Yaratan tasavvuru, insanın başıboşluğuna, yalnızlık, anlamsızlık ve çaresizliğine çare sunar; sonu kestirilemeyen ama hayatımızda uzun süre kalmayacağı da, bizi ikbale erdirmeyeceği de bilinen heveslere karşı uyarır.

ALLAH İLE BERABERLİK ŞUURU

İnsanın hayat içerisindeki birçok problem ve sıkıntıya karşı yüzünü dönüp yardım isteyeceği, yönlendirmesine ihtiyaç duyacağı, yaşamak için kendisinden güç ve heyecan devşireceği, gönlünü rahat ve iradesini metin tutacağı, ona soyluluğunu hatırlatan yüce bir varlığı hep hatırda tutmayı, unutmamayı, ona yakınlık duymayı telkin eder. Dolayısıyla böyle bir varlıkla beraberlik şuurunun derinliği nispetinde huzur gönle yerleşir ve kalıcı hale gelir. Bu yüce muhitle kurulan yakınlık ve dostluk ilişkisi, insanı, başta kendi ailesine, sonra toplumun geri kalanına ve âlemin geleceğine ilgi duymaya, bunlarla sağlıklı ve dengeli birler O’nun dışında mâsivâdan hangi şeye meylederse etsin, onların hepsinin daha iyisi ve daha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz. Hiçbirinde itminanını bulamaz. Yine hiçbirisi, ruhun iştiyâkını dindiremez, heyecanını doyum noktasına ulaştıramaz; lezzet ve gıptada daha yükseğine ulaşmak ister. Fakat kalp, ilâhî marifetten zevk almaya başlayınca, bütün isteklerin ve bütün işlerin Allah’a bağlı olduğunu anlar ve artık O’ndan yüksek bir makam ve merciye, O’nun dışında bir maksûda geçmek ilişki kurmaya sevk eder.

EŞSİZ HUZUR

Gel-geç sevdâlâr ve fânî varlıkların verdiği huzur, bu büyük huzurun yanında ancak küçük bir avunma olarak nitelenebilecektir. Allah dostluğunun verdiği manevî haz, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak eşsiz bir huzur okyanusuna dalmaktır. İşte bu sebeple buyrulmuştur ki: “İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla (zikrullah ile) huzur ve itmi’nâna erer”. (Ra‘d Sûresi, 28).

İnsanı saran muhitin, iradesi en keskin, kudreti en geniş dairesi olan Allah’ı hatırda tutmanın gönül dünyasına sunacağı huzurla ilgili Elmalılı Hamdi merhumun cümlelerine bakalım ama ifadelerinde kısmi bir sadeleştirmeye gittiğimizi de belirterek:

“...Evet başkasıyla değil, ancak Allah’ın zikri ile -Allah’ın verdiği zikir Kur’an veya Allah’ı anmak, hatırlamakladır ki- kalpler mutmain olur. Zîra her şeyin başlangıcı ve sonu ancak Allah’ta son bulur. Bütün sebepler O’na dayanır. Varlığı mümkün olan her şeyin meydana gelişindeki ihtimaller zinciri, Allah’ta kesilir. Allah, daha üstü ve daha ötesi olmayan, sınırdan ve miktardan münezzeh olan yüceler yücesi bir kebîru’l-müteâl olduğundan, gerek dış dünyadaki varlıklarda, gerek vicdanda O’ndan ilerisi yoktur ki fazla bir kalp hareketine imkan ve ihtimal bulunsun.

Allah deyince, düşünceler hareket hedefinin son noktasına erişmiş, mantıklar durmuş, bütün duygular, bütün korku ve ümitler son durağına dayanmış bulunur. Gönül mümkün olmaz.”

EN BÜYÜK MUHİT

En büyük muhit olan Allah’tan habersiz yaşanan bir hayat, huzursuz ve stresli bir hayattır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

“Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse onun hakkı dar ve sıkıntılı bir hayat olacaktır.” (Tâhâ Sûresi, 124)

HAYAT KALİTESİNİN MUHİTLE İLİŞKİSİ

Yazımızı, yine Elmalılı Hamdi Yazır’ın insanın yaşadığı hayat kalitesinin muhitle ilişkisini ifade eden şu veciz cümleleriyle bitirelim:

“Hayat, muhite mutabakat diye mülahaza edildiğine göre, en yüksek hayat, en yüksek muhite mutabakat demek olur. En yüksek muhit ise Allah Teâlâ’dır. Binaenaleyh bu en yüksek hayat, her halükârda Allah Teâlâ’nın emrine intibak ederek O’nun likâsına yükselmekle olur…”

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Göklere Yolculuk Var, Erkam Yayınları

 

 

İslam ve İhsan

GÖNLE HUZUR VEREN BAĞLAR

Gönle Huzur Veren Bağlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.