Allah'ı (cc) Bulan Neyi Kaybetti?

Günümüz insanı, büyük bir mânevî boşluk ve rûhî tatminsizlik içerisinde yaşadığından, pek çok psikolojik hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Nitekim günümüzde en çok revaçta olan klinikler de bu saha ile ilgili olanlardır.

Asr-ı Saâdetʼe baktığımızda herhangi bir psikolojik rahatsızlık vakasıyla karşılaşmıyoruz; gelen rivâyetlerde böyle bir kayda rastlamıyoruz. Hadîs-i şerîflerde maddî hastalıklardan bahsedilip tedâvisine dâir bâzı tavsiyeler naklediliyor. Fakat rûhî bunalımın getirdiği bir hastalık bildirilmiyor.

Zira Asr-ı Saâdet toplumunda ilâhî hakîkatlerle yoğrulup olgunlaşan ruhlar, hayatın en zor şartlarına bile mukâvemet edebilecek bir kuvvet, dirâyet ve metânet kazanmıştı. Aşkla yaşanan îmânın öğrettiği rızâ, tevekkül ve teslîmiyet hâli, müʼminleri bütün dünyevî sıkıntıları aşabilecek bir ruh kıvâmına ulaştırmıştı. Bunun içindir ki müʼmin gönüller, fânî hayatın acı-tatlı bütün tecellîlerini ilâhî bir imtihan olarak görüyor ve her hâlükârda; “Esas hayat, âhiret hayatıdır.” diyerek Cenâb-ı Hakkʼa büyük bir tevekkül ve teslîmiyet gösteriyorlardı.

Atâullah el-İskenderîʼnin şu niyâzı, bu hâlet-i rûhiyeyi ne güzel hulâsa eder:

“Yâ Rabbi! Senʼi bulan neyi kaybetti; Senʼi kaybeden neyi buldu?!”

ÎMANI KORUMA MÜCÂDELESİ

Bağdatʼta asıldığı darağacında taşlanırken bile rûhî muvâzene ve vecd hâlini kaybetmeyen Hallâc-ı Mansur;

“Yâ Rabbi! Benden evvel beni taşlayanları affet…” diyebilecek kadar mânevî huzur içinde idi. Çünkü o, Allâhʼa dayanıyor, Oʼna güveniyor, gücünü Hakʼtan alıyordu. Bunun içindir ki rûhî bir zaafla bedduâya yönelmiyor, tıpkı Tâifʼte taşlanan Efendimizʼin kendisini taşlayanlar için hidâyet niyâzında bulunması gibi, o da her hâlükârda Hakkʼın rahmetine ilticâ ediyordu.

Yine Roma sirklerinde arslanlara parçalatılan ilk Îsevîler, büyük ateş çukurlarına atılan Ashâb-ı Uhdûd, kolları ve ayakları çaprazlama kesilip hurma dallarına asılan Firavunʼun sihirbazları da Allâhʼa tevekkül ediyor, güçlerini Allahʼtan alarak canları pahasına îmanlarını koruma mücâdelesi veriyorlardı.

HUZUR VE SAÂDETİN ÖZÜ

İşte dünya ve âhirette huzur ve saâdetin özü, gücünü Allahʼtan alabilmenin yoluna girebilmektir. Bilhassa gençliğin en büyük meziyeti, bu îman kuvveti olmalı ki, önündeki yollar açılsın. Günde beş vakit kıldığımız namazların her rekâtında tekrar ettiğimiz; Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senʼden yardım dileriz.” (el-Fâtiha, 5) âyetinin muhtevâsına girebilen bir insanın gözünde, bütün dünya kederleri küçülecektir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.