Allah Dostlarının Peygamber Sevgisi

Allah dostlarının Peygamber sevgisi nasıldı?

Hadîs âlimi, müctehid, İmâm Nevevî Hazretleri, Resûlullah ile o kadar aynîleşmişti ki; O’nun, karpuzu kırarak mı, keserek mi yediğini bilmediği için, nazarında karpuzun bütün lezzeti kaybolmuştu.

Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar İslâm’ın nûrunu ve feyzini gönüllerde yeşerten büyük velî Seyyid Ahmed-i Yesevî Hazretleri, 63 yaşında vefât eden Resûlullâh’a duyduğu engin aşk ve muhabbet sebebiyle bu yaştan sonraki ömründe yeryüzünde dolaşmaya vedâ etmiş, vefât edinceye kadar on yıl, mezar gibi bir mahzende irşad hayâtına devâm etmiştir.

İmâm Mâlik, Resûlullâh’ın bastığı toprağa hürmeten, Medîne-i Münevvere’de hayvan üstüne binmedi. Ayakkabı giymedi. Kendisine hadîs-i şerîften suâl soracak bir misâfir geldiği vakit, abdest alır, sarık sarar, güzel koku sürünür, yüksek bir yere oturur, ondan sonra kabûl ederdi. Kendini Allah Resûlü’nün rûhâniyetine hazırlar, O’nun mübârek kelâmını nakledeceği için edebe son derece îtinâ gösterirdi. Ravza’da imâm iken hep kısık sesle konuşurdu. Devrin halîfesi Ebû Câfer Mansur, birgün huzur-i saâdette yüksek sesle konuşunca İmâm Mâlik Hazretleri:

“Yâ Halîfe! Bu mekânda sesini kıs! Allâh’ın, Peygamber huzûrunda yüksek sesle konuşulmaması husûsundaki ihtârı, senden daha çok fazîletli olduğu muhakkak olan ashâb için vâkî oldu!..” buyurdu.

Yine İmâm Mâlik Hazretleri, kendisine zulmeden Medîne vâlîsine hakkını helâl etmiş:

“Resûlullâh’ın torunu olan bir zâta mahşerde dâvâcı olmaktan hayâ ederim!..” buyurmuştur.

ŞAİR NABİ’NİN PEYGAMBERİMİZE YAZDIĞI ŞİİR

Şâir Nâbî, hac yolculuğunda, kâfile Medîne-i Münevvere’ye yaklaşırken, bir paşanın gafleten ayağını Ravza-i Mutahhara’ya doğru uzatmasına çok üzülür. Büyük bir teessür içinde aşağıdaki mısrâları yazarak Rasûlullâh’a olan tâzîmini ifâde eder:

Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu!

Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu!

“Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!”

Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;

Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu!..

“Ey Nâbî! Bu dergâha, edeb kâidelerine uyarak gir! Burası, meleklerin etrâfında pervâne kesildiği ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübârek bir makamdır!..”

Bu, yürekten dökülen samîmî iştiyak karşısında, Rasûlullâh’ın mûcizevî tembihâtıyla Ravza müezzinleri, sabah namazı vakti, bu na’ti minârelerden okurlar. Rasûlullâh’ın bu iltifâtı, Nâbî’yi çok duygulandırır; yaşlı gözlerle Ravza’ya girer...

DAĞLAR VE AĞAÇLARIN SELAM VERDİĞİ İNSAN

Cemâdât (cansız diye bilinen eşyâ) dahî, O’na muhabbet duymuş ve âşık olmuştur. Hazret-i Ali der ki:

“Peygamber Efendimiz ile birlikte Mekke’de idim. Beraberce Mekke’nin bâzı bölgelerine gittik. Dağların ve ağaçların arasından geçiyorduk. Resûlullah’ın karşılaştığı bütün dağlar ve ağaçlar; «es-Selâmu aleyke yâ Resûlallâh!» diyordu.” (Tirmizî, Menâkıb, 6/3626)

Süleyman Çelebi de:

“Bir acep nûr kim güneş pervânesi!..” diyerek, güneşin dahî O’nun etrâfında pervâne olduğunu ifâde eder.

Rasûlullâh’ın, Mîraç’ından dolayı semâvî âlemlerdeki varlıkların şevk ve heyecânını, şâir Kemâl Edib Kürkçüoğlu mısrâlarında ne güzel ifâde eder:

Şeb-i mîrâcda sîmâsını seyretti diye,

Kapanır yerlere gök secde-i şükrân olarak…

“Mîrac gecesinde Rasûlullâh’ın sîmâsını seyredebildiği için gökyüzü, şükür secdesi olarak yerlere kapanır!”

Can atar her gece Rûhu’l-Kudüs ihrâma girip,

Harem-i muhterem-i kûyuna mihmân olarak…

“Hazret-i Cebrâîl, Resûlullah’ın yaşadığı şehrin mukaddes topraklarına misâfir olarak girebilmek için her gece heyecanla ihrâma girer!..”

Bir gören bir daha görsem diye, Allah Allâh!

Şaşırır aklını ruhsârına hayrân olarak…

“Hazret-i Peygamber’i bir kere gören, O’nun gül yüzüne hayrân olarak aklını kaybeder! «Allah Allâh!.» nidâlarıyla bir kere daha görmenin heyecanına kapılır...”

Hazret-i Peygamber, yaratılıştaki mecâzî muhabbetleri tekâmül ettirerek ulvîleştiren ilâhî muhabbetin tecellî merkezidir. Muhakkak ki mü’min, Resûlullah karşısında ilâhî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, rûhunu nefsâniyete âit bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nun muhabbetinden bir hisse alma ve O’nunla aynîleşme yolundadır.

Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“İki dünyâ bir gönül için yaratılmıştır! «Sen olmasaydın, Sen olmasaydın bu kâinâtı yaratmazdım!..» ifâdesinin mânâsını iyi düşün!..”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.