Aklımızla Hakikati Anlayabilir Miyiz?

Aklımız dünyadaki hakikati kâmil mânâda kavrayabilir mi? Aklın «bilme, bulma, anlama» gücünün sınırı var mıdır? İşte aklın hakikatle ilişkisi...

Nasıl ki gözün görme kâbiliyeti, kulağın işitme gücü sınırlıysa, aklın id­rak tâkati de sınırlıdır. Gözün görme sınırının ötesinde olduğu için görüle­meyen sayısız varlık mevcuttur. Kulağın işitme seviyesinin dışında kaldığı için işitilemeyen pek çok ses vardır. Bunun gibi, aklın da idrak hacminin dışında kaldığı için kavranamayan nice hakîkatler bulunmaktadır. Akıl, bu hakîkatleri kâmil mânâda kavramaktan âcizdir.

BİL, BUL, ANLA

Büyük İslâm âlimi, sosyolog ve tarih felsefesinin babası kabul edilen İbn-i Haldun, bu hususta şöyle der:

“Akıl, sağlam bir terazidir. Ama onunla Allâh’a ve âhirete âit meseleleri, peygamberlik hakîkatlerini, akıl ötesi gerçekleri ölçemezsiniz. Bu boş bir gayret olur ve bir kişinin; «Ne kadar da hassas tartıyor!» diye, kuyumcu terazisinde dağları tartmak istemesine benzer. Terazinin sağlamlığına bir şey denilemez ama, onun gücünün bir sınırı vardır. Aynı şekilde aklın «bilme, bulma, anlama» gücünün de bir sınırı vardır, onun dışına adım atamaz.”[1]

AKLIN HUDUDU

Şâir Ziya Paşa, bu hakîkati ne güzel ifâde eder:

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,[2]

Zîrâ bu terâzî bu kadar sıkleti çekmez. [3] 

Yani aklın belli bir hududu vardır ve onun arkası ya cinnet, ya da dalâlettir. Ne kadar mükemmel olursa olsun, 220 volt elek­trikle çalışmak üzere îmâl edilmiş bir cihazı, 2500 volt elektrikle çalıştırmaya kalkarsanız, o mükemmel âlet derhâl infilâk eder. Nitekim aklın salâhiyetini hudutsuz kabul eden bâzı felsefecile­rin, ömürlerini akıl hastahanelerinde veya intihar ederek tamam­lamış olmaları da, bu gerçeğin bir başka ifâdesidir.


[1] İbn-i Haldûn, Mukaddime, s. 473.

[2] Meâlî: Ulvîlikler, yücelikler.

[3] Sıklet: Ağırlık.

Kaynak: İslam Nazarında Akıl ve Felsefe, Osman Nuri Topbaş, 128 Sayfa, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.