Aişe Binti Sa'd (ra) Kimdir?

 Aişe binti Sa’d radıyallahu anhâ müslüman bir ailede büyüyen, süs takmayı seven genç bir hanımefendi... Babası meşhur sahâbî Sa’d İbni Vakkas radıyallahu anh’dır. Cennetlikle müjdelenen on sahâbiden biri... Annesi, Zeynep binti Hâris’tir.

Aişe binti Sa’d küçük yaşlarından itibaren Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin hâne-i seâdetlerine sık gidip gelen bir hanım kız. Annelerimiz tarafından çok sevilen ve onların duâsını alarak büyüyen bir bahtiyar.

Aişe binti Sa’d (r. anhâ) sevgi dolu bir gönüle sahipti. Edep ve nezâketliydi. Sevgili Peygamberimizin aileleri olan annelerimizi ziyaret etmeyi ihmal etmezdi. Onlarla geçirdiği anların tadını unutamıyordu. Kendisi bu hâtıralarını şöyle anlatır:

“Ben Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin hanımlarından altısını gördüm. Onlarla beraber oturdum. Hiçbirisinin beyaz elbise giydiğini görmedim.”

Yine bir defasında onların yanına gitmiştim. Üzerimde süsler vardı. Hiçbirisi beni ayıplamadı. Ziynetimden dolayı bana bir şey söylemedi. Aişe (r. anhâ)’nın yanında bulunanlar kendisine:

“ – Üzerindeki o süsler nelerdi? diye sordu.” O da:

“ – Altın gerdanlık ve diğer altın takılardı.” diye cevap verdi.

Habib b. Ebi Merzuk der ki: “Ben mescidin kapısında bir kadın ile karşılaştım. Etrafında kadınlardan bir grup vardı. Beraberce mescitten çıkıyorlardı. O kadının üzeri ateş parçası gibi parlıyordu.” Kendisine:

– O kadın kimdir? diye sorulunca, o: – Sa’d İbni Ebî Vakkas’ın kızıdır, dedi.

Aişe binti Sa’d (r. anhâ) süs takmayı severdi. O zaman henüz ziynetleri gizlemeye dair âyet inmemişti. (Nûr sûresi, 31) Bu sebepten hanımlar ziynetlerini gizlemezlerdi.

MEDİNE'DE DİLLERE DÜŞEN HADİSE

Aişe (r. anhâ)’nın Fened isminde bir cariyesi vardı. Yavaş hareket ederdi. Onun bu hâli; “Fened’den daha yavaş” diye Arap darb-ı meseli hâline gelmiştir. Rivayet şöyledir:

“Bir gün Aişe onu Medine-i Münevvere’de ekmekçi fırınından ateş getirmek üzere eline bir kürek vererek çarşıya gönderir. Fened çarşıya çıktığında Mısır’a giden bir kafileye tesadüf eder. Onlarla Mısır’a gider. Bir sene sonra gelir. Fırından ateşi alır ve eve aceleyle dönerken ayağı sürçüp düşer. Ateşler etrafa saçılır. Acele ettiğine pişman olur.”

İşte bu olay halk arasında yayılır. Bundan sonra bir yere gidip de geciken kimseler hakkında: “Fened’den daha yavaş.” “Acelesine pişman.” şeklinde darb-ı mesel haline gelir. (Meşâhirûn-Nisa, M. Zihni Efendi, c. 2, s. 16-17)

Aişe binti Sa’d (r. anhâ) zeki bir hanımdı. Babası Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a)’dan duyduğu hadisleri iyi bellemişti. Hadis kaynaklarında birçok rivâyetleri vardır. Miras ile ilgili hadis-i şerifi de babasından dinlemişti. Sa’d (r.a) şöyle nakletmişti:

“Veda Haccından sonra Mekke’de hastalandım. Şiddetli ağrılarım sebebiyle kalkamadım. Yattım kaldım. Bu sebepten Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz geçmiş olsun ziyaretine geldi. Ben de bunu fırsat bilip:

“ Ya Rasûlallah! Gördüğünüz gibi ağrılarım şiddetlendi. Ben mal-mülk sahibiyim. Bana vâris olacak tek kızımdan başka kimsem yok. Malımın üçte ikisini tasadduk etmek istiyorum.” dedim. Efendimiz hemen:

“ – Olmaz!” buyurdular.

“ – Yarısını?” dedim. Yine.

“– Olmaz!” buyurdular.

“ – Üçte birini?” dedim. Efendimiz:

“ – Üçte birini mi?” dedi. Sonra:

“ – Üçte biri de çok. Senin vârislerini zengin olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen aziz ve celil olan Allah’ın rızasını arayarak her ne harcarsan, -hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa- mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın.” buyurdular. Sonra ben:

“ – Ya Rasûlallah! Siz Medine’ye döneceksiniz de ben arkadaşlarımdan geriye mi kalacağım?” dedim. Efendimiz tebessüm ederek:

“ – Eğer geri kalır, Allah’ın rızasını düşündüğün bir amel yapacak olursan mutlaka derecen artacak, merteben yükselecektir. Bununla beraber sen daha uzun zaman yaşayacaksın. Öyle ki, Allah seninle bir kısım kavimlere hayır ulaştıracak, diğer kısımlarına da şer.” buyurdular.

Sanra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem elini alnıma koydu. Yüzüme ve karnıma sürdü ve şöyle dua buyurdu:

“Allahım! Ashabımın Medine’ye dönüşünü tamamla. Sa’d’e şifa ihsan eyle.” dedi. (Buharî, Cenâiz, 37; Buharî, Vesâya, 2-3; Ebu Davud, 2864)

Bu duâlar hürmetine iyileşip Medine’ye dönen Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a) nice kavimlere hayırlar ulaştırmıştır. Kızı Aişe binti Sa’d (r. anhâ) da Efendimizin hadislerinin ümmete ulaşmasına vesile olmuştur.

Uhud’da babasının kahramanlık sahnelerini anlatırken. Efendimizin: “At Ya Sa’d! Anam-babam sana fedâ olsun” iltifatını ve: “Allahım! Sa’d’ın okunu hedefine ulaştır. Duâsına icabet eyle!” diye duâ ettiğini de nakleder.

Aişe binti Sa’d (r. anhâ) babasından zikir ve tesbih konusunda da şu rivayeti nakleder:

“Sa’d İbni Ebi Vakkas’ın kızı Aişe (r. anhâ)’dan, o da babasından şöyle rivayet etmiştir:

Sa’d İbin Ebi Vakkas, Rasûlullah ile beraber bir kadının yanına vardılar. Kadının önünde hurma çekirdeği veya çakıl taşı vardı. Tesbihini onunla sayıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona:

“ – Sana bundan daha kolayını veya daha faziletlisini haber vereyim. Şöyle dersin: “Gökteki mahlûkatı sayısınca Allah’ı tenzih ederim. Yerdeki mahlûkat sayısınca Allah’ı tenzih ederim. Gökle yer arasındaki mahlûkat sayısınca Allah’ı tenzih ederim. Yaratacağı şeyler sayısınca Allah’ı tenzih ederim. Yukarıda sayılanlar adedince Allahu Ekber, bunun kadar Elhamdülillah, bunun kadar lâ havle velâ kuvvete illâ billah.” dersin.” buyurdu. (Ebu Davud, Hadis no: 1500)

İHLAS SÛRESİNİ OKUMANIN FAZİLETİ

Yine Aişe (r. anhâ) rivayet ettiği bir hadiste Efendimizin: “Kim İhlas sûresini okursa, Kur’an’ın üçte birini okumuş gibi olur.” buyurduğunu nakleder. (Beyhaki, Hadis no: 2424)

Aişe binti Sa’d (r. anhâ) babası Sa’d İbni Ebi Vakkas (r.a)’dan ve mü’minlerin annelerinden hadisler rivayet etmiştir. Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bilgi verilmemektedir. 84 yaşlarında iken Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 255, Mayıs 2007

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.