Aile Saadetinde Temel Gâye Bu Olmalı!

Cenâb-ı Hak, varlıkları çift olarak yaratmış ve insan neslinin devamı için kadın ve erkek arasına bir cezb-incizâb kanunu koymuştur. İki taraf da birbirine meyilli, birbirine muhtaç ve birbirini tamamlar özelliklerdedir. Yaratılıştan gelen ve hayatın devamını temin eden bu vasıflar sebebiyle, evlilik (nikâh) meşrû kılınmış ve ilâhî dinler tarafından teşvik edilmiştir.

Gerçekten kadın ve erkek cinsinin birbirine meşrû şekilde yaklaşmasının tek yolu nikâhtır. Bunun dışındaki yollar, fert ve cemiyetin hüsranına sebep olur. Geçici keyif ve lezzetlerin sonu, dünyevî ve uhrevî felâket ve pişmanlıklardır. Peygamberler, birkaç istisnâ dışında evlenmişler; kendilerine bağlı mü’minlere de evliliği tavsiye etmiş ve zinadan, zinaya götüren yollardan şiddetle sakındırmışlardır.

EVLİLİĞİN VAZGEÇİLMEZLERİ

Nikâh sayesinde erkek ve kadın; “bir” olmanın, duygu ve düşüncelerinde kemâle ermenin yolunu yakalamış olur. Yine nikâh sayesinde, insanı helâke sürükleyecek pek çok günah tuzağı nihayete ermiş olur. Ancak evliliği kurmak önemli olduğu gibi, onu devam ettirmek de ayrı bir emek, kabiliyet ve fedakârlık gerektirir.

Her iki taraf, evlilik vesilesiyle yüklenmiş oldukları sorumlulukları hakkıyla yerine getirdiğinde, Allâh’ın bu iki kalbe “huzur” ve “sekînet” indirmesi mukadderdir. Ancak evliliğe giden yolda, ihlâs, firâset, gayret ve denklik önemli ölçüler olduğu gibi; âile yuvası tesis edildikten sonra da takvâ, fedâkârlık, hizmet, muhabbet ve sadakât de evliliğin vazgeçilmezleridir.

İMAN ÜZERE KURULAN EVLİLİK

İyi niyet ve güzel gayretlerle başlayan bazı evliliklerde ise, eşler bir türlü beraber olamazlar. Gönülleri ve kafaları başka dünyalarda olduğu için, kendileri de mes’ud olmazlar; eşleri de… Hatta bazıları fedakârlığı hep karşıdan bekleyerek evliliği bir zulüm ve eziyet hâline dönüştürebilir. Burada mazlum olan tarafa sabretmek ve evliliğin devamı için elinden geleni yapmak düşer. Çünkü Rabbimiz, hayır gördüğümüz şeylerde şer, şer gördüğümüz şeylerde de hayır olabileceğini haber vermiştir.

Fakat insanın elinden gelen bütün imkânları kullandığı hâlde evliliğinde bir türlü düzelme olmuyorsa ve olmayacak gibi görünüyorsa, ilelebet o eşiyle evli kalması mecburiyeti de yoktur. Dinimiz, meşrû sebeplerle boşanmaya izin vermiştir. Ancak boşanmanın “helâl kılınan şeylerin en sevimsizi” olduğunu unutmamak gerekir.

Tekrar edecek olursak; îman üzere kurulan evlilik, takvâ ve dindarlık ölçüsüyle yapılır; takvâ üzere huzurlu bir hayat sürmek için devam ettirilir ve takvâya mani olacak hâller ortaya çıkarsa da sona erdirilir. Öyleyse bir mü’min erkek ve kadının en temel prensibi, âhirette Rabbinin huzurunda yüz akıyla sunabileceği bir hayatının olmasıdır. Âile, çocuklar, komşu ve akrabalıklar, hep bu temel gâye çerçevesinde şekillenmelidir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran, günaha ve haramlara sevk eden hiçbir şeyde hayır ve bereket yoktur.

HAYIRLI YUVA

Muhabbetle kurulan pek çok âile, ihlâs, takva, sadakat, hizmet, fedakârlık ve Allâh’a kulluk esaslarını önemsemediği için yıkılmayla yüzyüze kalmış ve “sâlih ve sâliha nesil yetiştirme” vazifesini yapamayarak toplum için tehlikeli bir yapı arz etmiştir.

Allâh’ı tanımayan, hak ve sorumluluklarını bilmeyen anne-babalar, îtinayla yetiştirmeleri gereken evlâtlarını ya ortada bırakarak boşanmış ya da onların terbiyesi ile meşgul olmayarak onları kendileri aleyhine bir “delil” olacak şekilde yetiştirmişlerdir.

Çünkü her evlat, anne-baba için ya “sadaka-i câriye” ya da “seyyie-i câriye” olacaktır. Onların iyilik ve hataları, bu husustaki örneklikleri nispetinde anne ve babanın amel defterine de işlenecektir. Rabbimiz, bize hayırlı yuvalar kurmayı ve sâlih-sâlihâ nesiller yetiştirmeyi nasip etsin. Âmin.

Kaynak: Zâhide Topcu, Şebnem Dergisi, 129. Sayı, Kasım 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.