Aile İçi Sırlar

İslam’da aile içi sırları muhafaza etmenin önemi nedir? Aile sırlarını taşımanın / ifşa etmenin zararları nelerdir? İslam’da aile mahremiyeti.

“Âile içi sırlar” meselesinde; sırların “âile içinde kalma” prensibini muhafaza etmek mühimdir. Başta ebeveyn güzel bir misal olursa, çocuklar da bundan hisse alacaktır. Yine de bu hususun ehemmiyeti izah edilmeli, gerekli tembihler yapılmalıdır.

İSLAM’DA AİLE MAHREMİYETİ

Eşlerin birbirinin sırrını ifşâ etmesi[1] ise, hadîs-i şerîflerde şiddetle yasaklanmıştır:

“Şüphesiz ki kıyamet günü, Allâh’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, karı-koca arasındaki emanettir. Karı ile koca, birbiriyle içli dışlı olduktan sonra hanımının sırlarını erkeğin etrafa yayması, o gün en büyük ihanettir.” (Müslim, Nikâh, 123-124)

Âile içi konuşmaların îtinayla muhafazası için su sesinden yararlanan Osmanlı padişahlarının torunları olan bizlere bir muhasebe vazifesi düşmekte... Sanal âlemde pek çok mahrem bilginin paylaşılmasının; hattâ şantaj vb. gayelerle odalara yerleştirilen böcek ve gizli kameralar vasıtasıyla bilgi ifşâsının sıradanlaştığı bu çağda, ferdî ve ictimâî sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.

Bu meselenin bir alt başlığı olan “koğuculuk” ise, çoğu zaman vehameti fark edilmeden işleniveren bir cürüm... Sözün sahibine iletilmesi, şahit olunan bir meselenin verdiği huzursuzlukla; belki de bir çözüm arayışı maksadıyla gerçekleşebilmekte... Böylece geri dönüşü zor, kırgınlık ve soğukluklara zemin hazırlanmakta maalesef... Meselâ kadın ya da erkeğin, eşinin âilesiyle ilgili bir hissiyat ya da fikrini eşiyle paylaştığını düşünelim. Kişi, duyduklarının kendisine bir emanet olduğunun şuuruyla yetişmemiş; bu fazilet ve meziyeti karakterine yerleştirememişse, hakkında konuşulan üçüncü şahsa bunları söylemekte çoğu zaman bir sakınca görmez; hatta fayda olduğunu düşünebilir. Hâlbuki bu, “koğuculuk” dediğimiz, acı ve zemmedilmiş durumun ta kendisidir.

KOĞUCULUK (LAF TAŞIMAK) HARAMDIR

Nitekim dinimizde koğuculuk (lâf taşımak) haramdır, en büyük günahlardan ve topluluk için en büyük musibetlerdendir. İnsanlar arasında yayılması ve “kaçınılması lazım gelen bir kusur olarak görülmemesi” ise, daha büyük bir felakettir.

Koğucu, yaptıklarına pişman olup ölmeden önce tevbe ve istiğfar etmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Nemîme nedir?” diye sordu.

Ashâb-ı kiram, kelimenin anlamını bildikleri hâlde daha geniş ve farklı bir bilgi almak edebiyle:

“-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dediler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-İnsanların arasını bozmak için birbirine lâf taşımaktır.” buyurdular. (Müslim, Birr, 102)

DAİMA KUSUR ARAYANA, LAF GÖTÜRÜP GETİRENE İTİBAR ETME!

Allah Teâlâ, “Dâima kusur arayana, lâf götürüp getirene (de itibar etme)!” (el-Kalem, 11) buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“Allah Teâlâ’nın en şerli kulları, koğuculuk yapanlar, dostlar arasını ayıranlardır.” (Ahmed Bin Hanbel, Müsned, IV, 227)

Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“-Sana başkasından lâf getiren, iyi bil ki senden de başkasına lâf götürür!” buyurmuştur.

Koğuculuk yapan birisi, Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne geldi ve:

“-Falan kimse senin arkandan konuştu.” dedi. Hasan-ı Basrî Hazretleri

“-Ne zaman, nerede ve orada sen ne yapıyordun?” diye sordu.

“-Bugün onun evinde, davet ettiği ziyâfete gitmiştim.” dedi.

“-Evinde ne yedin?” diye sorunca:

“-Şunları, şunları yedim!” diye sekiz çeşit yemek sayınca Hasan-ı Basrî Hazretleri:

“-Ey fâsık, karnına sekiz çeşit yemek sığdı da bir lâf mı sığmadı?! Benden hemen uzaklaş!” buyurdu.

SÖZ TAŞIMANIN ZARARLARI

Söz taşımanın, hangi masum(!) sebebin arkasına sığınılarak olursa olsun, soğukluk, kırgınlık ve hayal kırıklıklarına sebep olacağı aşikârdır. Burada da, dinleyicinin buna mahal vermemeye çalışması, doğru bir tutum olacaktır. Bir şekilde söz taşıma vukû bulmuşsa, sözün sahibinden ziyade taşıyanın kınanması, böyle bir tavrın tekrarının engellenmesi için isabetli bir yaklaşımdır. Ayrıca, kâmil mü’minin nazarında övülmekle yerilmenin bir olmasının büyük bir mertebeyi gösterdiğini unutmayarak, buna gayret etmek; en azından bu hatanın üzerine şal örtmek, affetmek, duymamış gibi davranmak; meselenin vehâmetini azaltacaktır.

Bazen kişi, kendisini tutmaya(!) çalışırken daha büyük bir hataya düşerek şu minvalde sözler söyler:

“-Filânca senin hakkında ileri geri konuştu, ama söylersem gıybete girer...”

Böylece muhâtabın aklına binbir türlü şey gelmesini sağlayıp, tek bir hususu söylemekten daha kötüsüne, üçüncü şahsın töhmet altında kalmasına yol açılmış olur.

Sır, sadece insanın kendisine emanet edilen bir paylaşım değil; istenmeden kulak misafiri olunmuş bir hâdise, görülüvermiş bir kusur da olabilir. Mü’mine yakışan, ayıpları örtücü olmak, kendisi için hoşlanmadığı muâmeleyi din kardeşine de yapmamaktır.

SIRRINI HERKESE AÇMA!

Bir sırra vâkıf olduğu, konumu gereğince tahmin edilen kişiyi sorularla sıkıştırmak da, yaygın bir kusurdur. Meselâ bir annenin, evlâdını:

“-Annene de mi söylemeyeceksin?!” tarzında sorularla uygunsuz paylaşımlara teşvik etmesi, ne kadar hazindir.

Âileden hemen sonra gelen dost ve arkadaşlarımızın sırları da, üzerine titrenmesi gereken bir emanettir. Bir arkadaşının sırrını en yakın dostuna söylemekte beis görmemekle başlar tavizler; onun da başka bir yakınına aktarmasıyla iş çığırından çıkar, gider...

ZAMAN GELECEK Kİ ŞU ÜÇ ŞEYDEN DAHA KIYMETLİ BİR ŞEY OLMAYACAK

Bütün değerlerimizin ciddî bir aşınmaya uğradığı şu âhir zamanda, en kıymetli varlıkların başında bu yüzden iyi bir dost gelmektedir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“Öyle bir zaman gelecek ki o zaman şu üç şeyden daha kıymetli bir şey olmayacaktır:

Helâl para, cân u gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.” (Heysemî, I, 172) buyurarak, bu duruma dikkat çekmiştir.

Hayal kırıklıkları yaşamamak için firaset sahibi olmalıdır mü’min... Sır tutamayan, sözü sahibine ileten kişileri tanıyıp, onlarla mesafeyi korumaya îtinâ göstermelidir.

Rabbimiz, her tür emaneti muhafaza ederek, felâha eren mü’minlerden olmamızı lûtfetsin, cümlemizi gerçek dostlara sahip olan bahtiyar kullarından eylesin. Âmin.

Dipnot:

[1] Bu hususu, “Boşanma Sebepleri ve Çözüm Yolları” adlı yazı dizimizde genişçe izah etmiştik. Bkz: Şebnem Dergisi, sayı: 115, (Eylül 2014).

Kaynak: Didar Meltem Erdem, Şebnem Dergisi, 41. Sayı

İslam ve İhsan

NEDEN AİLE KURARIZ?

Neden Aile Kurarız?

ÖRNEK AİLE YUVASI

Örnek Aile Yuvası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.