Ahmet Hamdi Akseki Kimdir?

Müslüman toplumların kurtuluşu için “İslam Birliği” fikrini savunan Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin hayatı...

Milli Mücadele için Anadolu’ya geçerek yazı, vaaz ve konferanslarıyla Anadolu harekatını destekleyen Akseki, din dersleri, din felsefesi ve ahlak dersleri hocalığı, Diyanet İşleri Başkanlığı görevlerinde bulundu. İşte T.C. Üçüncü Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin ayrıntılı hayatı.

AHMET HAMDİ AKSEKİ’NİN HAYATI

Ahmet Hamdi Akseki, Akseki’nin Sülles (Güzelsu) nahiyesinde doğdu. Babası Güzelsu Camii imamı Mahmud Efendi’dir. Beş altı yaşlarında iken Kurʾan okumaya başladı. İlk Arapça derslerini nahiyedeki iki medreseden biri olan Mecidiye Medresesi’nde Abdurrahman Efendi’den aldı. On dört yaşına geldiğinde babası onu Ödemiş’e götürerek Karamanlı Süleyman Efendi Medresesi’ne verdi. Orada Gerçekli İsmâil Hasib Efendi ile Aksekili Hacı Mustafa Efendi’den medrese öğreniminde temel derslerden olan Arapça, Farsça, akaid, fıkıh, tefsir ve hadis dersleri okudu. Tahsili müddetince bir yandan da mühür kazıyarak geçimini sağladı.

1905’te İstanbul’a giderek Fâtih dersiâmlarından Bayındırlı Mehmed Şükrü Efendi’nin derslerine devam etti ve 1914’te ondan icâzet aldı. Bu arada o dönemin ünlü dersiâmlarından olan Tokatlı Hacı Şâkir Efendi ile Aksekili Hacı Mustafa Hakkı Efendi’den özel dersler aldı. Ayrıca Mehmed Âkif’ten Muʿallaḳāt-ı Seba başta olmak üzere Arap edebiyatı ile ilgili bazı metinler okudu. Bir taraftan medrese tahsilini sürdürürken diğer taraftan da Dârülfünun’un Ulûm-i Âliyye-i Dîniyye Şubesi’ne girdi. Dördüncü sınıfa geçtiğinde bu fakültenin lağvedilmesi üzerine Dârülhilâfeti’l-Aliyye Medresesi’nin yüksek kısmına nakledildi ve son sınıfı burada okuyarak icâzet aldı. Daha sonra Medresetü’l-Mütehassısîn’in Felsefe, Kelâm ve Hikmet-i İlâhiyye Şubesi’ne girdi. Buradan birincilikle mezun oldu. Ruûs* imtihanını kazanarak dersiâm olduğu sırada otuz iki yaşındaydı.

1908’den sonra yazı hayatına başlayan Ahmet Hamdi Akseki’nin bazı makaleleri Beyrut ve Mısır gazetelerince iktibas edildi. Balkan Harbi’nden önce Sebîlürreşâd mecmuasının Bulgaristan ve Romanya muhabirliğini yapan Akseki, Bulgaristan’ı dolaşarak müslümanları irşad etti ve intibalarını Bulgaristan Mektupları adı altında bu mecmuada neşretti. Medresetü’l-Mütehassısîn’in son sınıfında iken Heybeliada’daki Mekteb-i Bahriyye-i Şâhâne’ye din dersleri, din felsefesi ve ahlâk dersleri hocası olarak tayin edildi (Mart 1916). Aralık 1916 Kasım 1918 tarihleri arasında muhtelif zamanlarda Aksaray Pertevniyal Vâlide Sultan, Dolmabahçe, Üsküdar Mihrimah Sultan ve Hırka-i Saʿâdet camileri kürsü şeyhliklerinde bulundu. Ağustos 1919’da Medresetü’l-İrşâd’ın Vâizîn Şubesi tarih felsefesi müderrisliğine, Şubat 1921’de İbtidâ-i Dâhil Medresesi ilm-i nefs müderrisliğine tayin edildi ve aynı yıl eylül ayında bu görevi içtimaiyat müderrisliğine çevrildi.

Millî Mücadele için Anadolu’ya geçen Ahmet Hamdi yazı, vaaz ve konferanslarıyla Anadolu harekâtını desteklemiştir. Ocak 1922 Kasım 1923 tarihleri arasında Ankara Lisesi ulûm-i dîniyye muallimliği yaptı. Bu görevi yürütürken Umûr-ı Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti Tedrisat Umum Müdürlüğü’ne tayin edildi (Mart 1922). Bu sırada medreselerin müfredat programlarını ıslah etmiş, hazırladığı rapor ve lâyihalar ile Dârülhilâfe medreselerinin sayısı on üçten otuz sekize çıkarılmıştır. Şer‘iyye Vekâleti’nin ilgası üzerine Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi hadis ve hadis tarihi müderrisliğine getirildiyse de (Nisan 1924), aynı tarihte Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin isteği üzerine, Diyanet İşleri Reisliği Hey’et-i Müşâvere âzalığına tayin edildi. Bu görevi sırasında Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsiri ile Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi’nin yayıma hazırlanmasında büyük hizmet gördü. 1920 yılında kurulan Tarîkat-ı Salâhiyye Cemiyeti’nin üyesi olduğu ve bu cemiyetin faaliyetlerine katıldığı ithamıyla 1925’te Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. Cemiyetle ilgisi bulunan on bir kişinin idama, birçoğunun da ağır hapse mahkûm edildiği mahkemede suçsuz bulunarak beraat etti. 1939’da Diyanet İşleri reis muavinliğine ve M. Şerefettin Yaltkaya’nın ölümü üzerine 1947’de Diyanet İşleri reisliğine getirildi. Bu vazifede iken 9 Ocak 1951 tarihinde Ankara’da vefat etti ve Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi.

Bekir Sıtkı Sencer, Akseki’nin vefatına şu tarihi düşürmüştür: “İrciî” fermânı geldikte Diyânet Başkanı / Azm-i Ukbâ eyledi mağfûr ola mesrûr ola / Kudsiyan “cevher”le tanzîm ettiler târîhini / Aksekili Hamdi Efendi’nin durağı nûr ola” (h. 1370).

YENİLİKÇİ BİR DİN ALİMİ

Arapça, Farsça ve İngilizce bilen Ahmet Hamdi Akseki son derece zeki, ileri görüşlü, devrindeki gelişmeleri takip eden, kendini devamlı olarak yenileyen ve taklide karşı olan bir din âlimidir. Müsbet ilimlere, akılcı anlayışa ve felsefî düşünceye ilgi duymuş, bir kısım filozofları bu açıdan incelemiş ve İslâmî bakımdan tenkit etmiştir. Saltanat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayan bir âlim ve fikir adamı olarak müslüman Türk toplumunun uğradığı sosyal ve kültürel değişikliği yakından takip etmiş, eser ve makalelerinde bu konuda isabetli teşhis ve tahlillerde bulunmuştur. İktisadî, siyasî, kültürel ve ilmî bakımdan geri kalmış İslâm toplumlarının her alanda gelişme ve ilerlemeleri için hayatı boyunca gayret sarfetmiştir. Bu gaye için Kur’an’ı ve hadisi esas alarak İslâmî ilimlerin canlandırılmasını, gelişmelerin ışığında İslâmî müesseselerin yeniden düzenlenmesini gerekli gören Akseki, Mehmet Âkif ve arkadaşları gibi, bir taraftan hurafe ve bâtıl inançlarla diğer taraftan da dini Batı kalıpları içinde değerlendirerek modası geçmiş bir müessese şeklinde gösterip İslâm’a hücumda bulunanlarla mücadele etmiştir. Batı emperyalizminin İslâm dünyasının parçalanması için kurduğu plan ve sürdürdüğü gayretlere dikkatleri çekmiş, Garpçılık ve milliyetçilik hareketlerine karşı çıkarak müslüman toplumların kurtuluşu için İslâm birliği fikrini savunmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercümesiyle namaz kılınması yönündeki temayüllere karşı gerek Hey’et-i Müşâvere âzalığı sırasında takındığı tâvizsiz tavrı (bk. Hikmet Bayur, s. 152-153), gerekse Diyanet İşleri reis muavinliği sırasında, bu yönde bir kanaate sahip bulunan reis Şerefettin Yaltkaya’nın isteği üzerine hazırladığı raporda böyle bir uygulamanın dinî ve ilmî hiçbir dayanağı bulunmadığını ortaya koyarak karşı tavır alması (bk. Vehbi Vakkasoğlu, s. 192), ilmî ve dinî gayret ve cesaretinin bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Ahmet Hamdi Akseki, verdiği eserlerle halkın uzun süre ihmal edilen dinî bilgiler ihtiyacının karşılanmasında da büyük hizmet görmüştür.

AHMET HAMDİ AKSEKİ’NİN ESERLERİ

1. Ruh ve Bekā-yı Ruh.

2. İslâm Dîni.

3. Peygamberimizin Vecizeleri.

4. Mezâhibin Telfîki ve İslâm’ın Bir Noktaya Cemʿi.

Bir kısmı defalarca basılan diğer eserleri de şunlardır:

Dinî Dersler (I-III, İstanbul 1339-1341); İslâm Dîni Fıtrîdir (İstanbul 1341, 1966); İslâm Dîni Tabiî ve Umumî Bir Dindir (I-IV, I. cilt İstanbul 1943, 1966; II. cilt Ankara 1981); Ahlâk Dersleri (İstanbul 1924, 1968); Askere Din Kitabı (Ankara 1924, 1945, 1980, 1982); Yavrularımıza Din Dersleri (İstanbul 1941, 1948, 1968); Köylüye Din Dersleri (İstanbul 1928); Düşmana Karşı (1979); Yeni Hutbelerim (İstanbul 1936, 1937, 1966); Ve’l-asr Suresinin Tefsiri (İstanbul 1928).

Değişik yerlerde yayımlanan makale türündeki yazılarını ihtiva eden eserleri ise şöyle sıralanabilir:

Ramazan Armağanı (Ankara 1937); Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Müslümanlık (Ankara 1934); Akaid-i İslâmiyye; Ulemâ-i İslâmiyyeye Bir Sual ve Abdullah Guvilyam Efendi’nin Cevabı (Arapça’dan tercüme, İstanbul 1332); Garânik Meselesi veya Hâtemü’l-Enbiyâ Hakkında En Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi (1922); Namaz Sûrelerinin Türkçe Terceme ve Tefsiri (Ankara 1949); Bir Misyonerle Musâhabe; Bulgaristan Mektupları; Gazâli’nin Ruh Nazariyesi; İslâm’da İktisad ve Tasarruf (1932); Bilinmesi Elzem Hakikatler (1916); Prophet Muhammed (Ankara 1956); A Study on Prophet Muhammed (2. bs., Ankara 1959); İslâm Âlemi’nin Gerileme Sebepleri (G. Riviore’den tercüme, İstanbul 1966). Ahmet Hamdi Akseki’nin yayımlanmamış olan eserleri de şunlardır: Namaz ve Kur’an; Kur’ân-ı Kerîm Radyo ve Gramofon; İslâm’da Resim ve Sûretin Mâhiyeti; Hızır Hakkında; Kudret-i İlâhiyye ve İrâde-i Cüz’iyye; İhlâs Sûresi Tefsiri; Ölüm Nedir; Ahlâkî Umdeler; Terâvih Namazı; Kurban Nisabı; İbn Sînâ Felsefesi ve Tâcü’l-arûs ile Refu’l-melâm tercümeleri.

Kaynak: DİA


İnfografik: AA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.