Ahmet Er-rufai Hazretleri Kimdir?

Seyyid Ahmed b. Alî el-Mekkî b. Yahyâ er-Rifâî (ö. 578/1182) Rifâiyye tarikatının kurucusudur.

512’de (1118), Bağdat’la Basra arasında kalan Batâih bölgesinde Ümmüabîde köyünde doğdu. Atalarından Rifâa el-Hasan el-Mekkî’den (ö. 331/943) dolayı Rifâî nisbesini aldı. Şa‘rânî ise et-Tabakatü’l-kübrâ’sında (s. 140), bu nisbenin aynı ismi taşıyan bir Arap kabilesine mensup olmasından ileri geldiğini yazar. Ancak onun hayatından bahseden ilk kaynaklarda böyle bir bilgi yoktur, son devir kaynakları da bu görüşü kabul etmezler. Doğum tarihi bazı müelliflerce 500 (1107) olarak verilmekle birlikte ilk kaynaklar 512 (1118) tarihi üzerinde ittifak etmişlerdir.

HZ. HÜSEYİN'İN SOYUNDAN GELİYOR

Ahmed er-Rifâî’nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. İmam Mûsâ el-Kâzım’ın oğlu İbrâhim el-Murtazâ neslinden olan ceddi Rifâa el-Hasan el-Mekkî, Karmatîler’in sebep olduğu kargaşa ve isyanlar sırasında Mekke’den İspanya’ya hicret ederek İşbîliye’ye yerleşti. Torunlarından Seyyid Yahyâ, ailesiyle birlikte İşbîliye’den tekrar Hicaz’a dönmüş (450/1058), daha sonra Basra’ya gitmişti. Orada kendisine Şiîler’le Sünnîler arasındaki kavgalara son vermesi için Tâlibiyyûn’un nakiblik görevi verilmiş, Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamıştı. Ahmed er-Rifâî’nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur; annesi ise Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin soyundan Fâtıma el-Ensârî’dir. Seyyid Ali de babası Seyyid Yahyâ gibi Tâlibiyyûn’un nakib*i iken Sünnîler’le Bâtınîler arasında yeni bir mücadele başlamıştı. Durumu Halife Müsterşid’e arzetmek için Bağdat’a giden Seyyid Ali fitneye sebep olanların susturulması gerektiğini söylemiş, ancak halife diğer siyasî meşguliyetlerini ileri sürerek bu hadiseye ilgi göstermemişti. Seyyid Ali Batâih’e dönerken Bağdat yakınlarında vefat etmiş (519/1125), on sene sonra da Halife Müsterşid Bâtınîler tarafından öldürülmüştür.

RİFAİ'YE HİLAFETİ

Babası öldüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâî’yi, devrin büyük sûfîlerinden dayısı Mansûr el-Batâihî, annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine aldı. Kur’an öğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra, devrin âlim ve mutasavvıflarından Ali Ebü’l-Fazl el-Vâsıtî ve diğer bazı âlimlerden İslâmî ilimleri öğrendi. Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin Şâfiî fıkhı ile ilgili Kitâbü’t-Tenbîh’ini okudu. Bu kitaba yazdığı şerh Moğol istilâsı sırasında kaybolmuştur. Vâsıtî ona icâzet verdi ve hırkasını giydirdi. “Herkes üstadıyla ben ise talebem Rifâî ile iftihar ederim” diyen Vâsıtî, zâhir ve bâtın ilimlerine sahip bir âlim ve sûfî olduğunu belirtmek üzere ona “ebü’l-alemeyn” unvanını verdi.

Ahmed er-Rifâî, Vâsıtî’nin ölümünden sonra dayısı Mansûr el-Batâihî’nin terbiye ve irşad halkasına girdi. Rifâî’ye hilâfet* ve “şeyhü’ş-şüyûh” unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Batâihî, Ümmüabîde’deki tekkeye yerleşip müridlerin irşad ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Birkaç sene sonra bölgesindeki şeyhlerin bazı ciddi tenkitlerine mâruz kalmış, hatta erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurmak gibi sünnet dışı uygulamalarda bulunduğu iddiasıyla Halife Müktefî’ye şikâyet edilmişse de bu durum onun çalışmalarına ve tesirlerinin yayılmasına engel teşkil etmemiştir. Müridlerinin sayısının artması, o bölgedeki şeyhlerin haset ve kıskançlığına sebep oldu. Ancak o birçok iftira, itham ve hakaretlerle karşılaşmasına rağmen, büyük bir sabır ve tevazu göstererek irşad vazifesine devam etti. Kendisini çekemeyenler Halife Müktefî’ye, erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyla şikâyet ettiler (1155). Durumu yerinde araştırmakla görevlendirilen memur, kanaatlerini halifeye, “Bu seyyid ve müridleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir” şeklinde açıkladı. Bunun üzerine Halife, Ahmed er-Rifâî’ye, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup gönderdi.

1160’ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine’yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara’ya girdi. Rifâî’nin bu ziyaret sırasında zuhur ettiği ileri sürülen bir kerametiyle ilgili menkıbe oldukça meşhurdur. Rivayete göre, Hz. Peygamber’in kabri önüne gelince “es-Selâmü aleyke yâ ceddî!” diyerek selâm vermiş, orada bulunanlar Hz. Peygamber’in “Aleyke’s-selâm yâ veledî!” sözüyle selâma karşılık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifâî diz çöküp, “Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim” mânasına gelen meşhur şiirini okumuş; bunun üzerine Hz. Peygamber’in kabrinden dışarıya nûrânî bir el uzanmış ve Rifâî bu eli öpmüş; aralarında Hayyât b. Kays el-Harrânî ve Adi b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk hadiseye şahit olmuşlardır. Ahmed er-Rifâî’nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde değerlendirirler. Gayetü’t-tahrîr müellifi Abdülazîz ed-Dîrînî, Hz. Peygamber’in selâma karşılık vermesinin ve kabrinden dışarıya nûrânî bir elin uzanmasının mümkün olduğu hakkında devrin kadısına ait bir fetvayı da zikreder. Celâleddin es-Süyûtî bu haberi incelediği eş-Şerefü’l-muhtem adlı risâlesinde hadisenin tevâtür derecesine ulaştığını söyler. Rifâî şeyhlerinden Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî de bu menkıbe hakkında kaleme aldığı el-Kenzü’l-mutalsem fî meddi yedi’n-Nebî li-veledihi’l-gavs er-Rifâʿî adlı eserinde bu menkıbeye yer veren pek çok kitap ve müelliften iktibaslar yapmıştır. Rifâî’ye saygısı ve bağlılığı olanların bu menkıbeyi mütevâtir haber olarak gösterme gayretlerine rağmen, bizzat Rifâî, prensip olarak keramete önem vermemiştir.

Abbâsî Halifesi Müstencid, Ahmed er-Rifâî’ye bir mektup göndererek kendisine nasihat ve tavsiyelerde bulunmasını istedi. Rifâî’nin cevabî mektubunu beğenen halife ona ve dervişlerine birçok hediye gönderdi, bir sene sonra da sarayına davet etti. Halife, maiyetindekiler ve Bağdat şeyhleri ona büyük bir saygı ve ilgi gösterdiler. İrşâdü’l-müslimîn müellifi Fârûsî, halifenin onu ikinci ve üçüncü gün yalnız başına saraya davet ettiğini, babasının kabri civarında icra ettiği zikir meclisine kendisinin de katıldığını anlatır. Bu ve benzeri kayıtlardan onun Abbâsî halifelerinden hürmet gören, devrinin tanınmış ve itibarlı bir sûfîsi olduğu anlaşılmaktadır. İkinci defa hacca gittiği kaynaklarda ifade edilmekle birlikte tarih verilmemektedir.

Ahmed er-Rifâî, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 22 Cemâziyelevvel 578’de (23 Eylül 1182) vefat etti. Türbesi Bağdat’ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır. İlk eşi Hatîce bint Ebû Bekir el-Vâsıtî en-Neccârî’den Fâtıma ve Zeyneb adlarında iki kızı, onun vefatından sonra evlendiği Râbia’dan Sâlih adlı bir oğlu olmuş, ancak Sâlih evlenmeden vefat ettiği için nesli kızları ile devam etmiştir. Fâtıma’dan İbrâhim el-A‘zeb (ö. 609/1212) ve Ahmed el-Ahdar (ö. 645/1247) adlarında devirlerinde meşhur iki sûfî, Zeyneb’den ise ikisi kız altısı erkek olmak üzere on torunu olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (ö. 670/1271) Rifâiyye’nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve Suriye’de yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed er-Rifâî’nin nesli günümüze kadar devam etmiştir. Rifâî aileler Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır.

Mirʾâtü’z-zamân’da zikredilen ve D. S. Margoliouth tarafından tekrar edilen (bk. İA, I, 203-204) Rifâî’nin kötü huylu bir karısı olduğu, ondan boşanabilmesi için yakınlarının 500 dinarlık mihri aralarında topladıkları ve buna rağmen boşanamadığına dair rivayette adı geçen kadın onun değil, İrşâdü’l-müslimîn müellifinin bildirdiğine göre, Şeyh Harbûnî’nin karısıdır. Bu hadiseyi bizzat Ahmed er-Rifâî, bazı makamlara erişmek için eziyetlere tahammül etmek gerektiğini belirtmek için anlatmaktadır.

Bütün kaynaklar pek çok müridi olduğunu, tekkesine her gün binlerce kişinin geldiğini, sabah akşam bunlara yemek verildiğini yazar. Tekkesinin vakıf, hediye ve bağış yoluyla çok büyük geliri olduğu da ifade edilmektedir.

ALİM, MUHADDİS, ŞAFİİ FAKİHİ VE MÜFESSİR

Kaynaklar onu âlim, muhaddis, Şâfiî fakihi ve müfessir bir sûfî olarak tanıtırlar. Ahmed er-Rifâî’nin menkıbe ve eserlerinde görülen tasavvuf ve tarikat anlayışı Kitap ve Sünnet’e tamamen uygundur. Buna göre İslâm, “zâhir” ve “bâtın”ı ile bir bütündür. Bâtın zâhirin özü, zâhir bâtının zarfıdır; zâhir olmasa bâtın da olmazdı. Kalp cesetsiz olmaz, kalbi olmayan ceset ise çürür. Tasavvuf bâtın ilmidir. Tarikat şeriat demektir. Derviş olmak için toplumdan uzaklaşmak gerekmez. Müridler dünyevî meşguliyetlerini terketmeksizin, helâl ve harama dikkat ederek ve gafletten uzak kalmak suretiyle hak yolunda ilerleyebilirler. Tasavvuf baştan sona “edep”ten ibarettir ve bütün edepler Hz. Peygamber’in sünnetine tâbi olarak elde edilir.

Kaynakların zül, meskenet, fakr, inkisar ve tevazu sahibi olarak tanıttıkları Ahmed er-Rifâî, Allah’a bu faziletlerle vâsıl olduğunu, bunları tasavvufî yolunun birer esası olarak tercih ve tesbit ettiğini söyler. Menkıbeleri içinde onun fevkalâde tevazuunu gösteren birçok hikâye yer almaktadır. Menâkıbnâmelerin, birkaç keramet istisna edilirse hemen hemen daima onun ahlâkını ve insanî münasebetlerdeki tevazuunu gösteren hikâyelere yer vermeleri dikkat çekicidir. Bu menkıbeler ve eserlerinde ifade edilen fikirler, onun sûfî şahsiyeti ve tarikat pîrleri arasındaki özelliklerini ortaya koyan ana çizgilerdir.

AHMET ER-RUFAİ'NİN ESERLERİ

1. el-Hikemü’r-Rifâʿiyye. Kendisinin telif ettiği günümüze kadar intikal etmiş tek eseri olup küçük bir risâledir (Şam, ts.). Müridlerinden Abdüssemî‘ el-Hâşimî’ye ithafen yazılan bu eseri, Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî Kalâʾidü’z-zeberced ʿalâ Hikemi’r-Rifâʿî adıyla şerhetmiş (Beyrut 1885), Muallim Nâci bu eserden aldığı Rifâî’nin sekiz hikmetli cümlesini şerhederek Hikemü’r-Rifâî adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1304). Geylânîzâde Seyyid Muhammed Seyfeddin, eseri Terceme-i Hikem-i Rifâʿiyye adıyla Farsça’ya tercüme etmiştir (İstanbul 1302). el-Hikemü’r-Rifâʿiyye, Türkçe’ye de birkaç defa çevrilmiş, son olarak Hak Yolcusunun Düsturları adı altında aşağıda verilen iki eseriyle birlikte yayımlanmıştır (trc. Yaman Arıkan, İstanbul 1985, s. 39-100).

2. el-Burhânü’l-müeyyed. Sohbetlerinden derlenmiştir. Birçok konuya temas etmekle birlikte tevhid, semâ, iradî ölüm, şeriat-tarikat münasebetleri daha geniş olarak işlenmiştir. Müteşâbih âyetler meselesinde İmam Şâfiî, Mâlik b. Enes, Ebû Hanîfe, İbn Hanbel ve Ca‘fer es-Sâdık’ın sözleri zikredilmiş, kelâmcıların görüşlerine yer verilmemiştir. Muhtelif baskıları olan eserin (İstanbul 1301; Şam, ts.) Türkçe’ye ilk tercümesi Kudsîzâde Kadri tarafından yapılmış (İstanbul 1313), son olarak Delilleriyle Ma’rifet Yolu adıyla yayımlanmıştır (trc. H. Kâmil Yılmaz, İstanbul 1985).

3. el-Mecâlisü’s-seniyye. Menâkıbnâmelerde nakledilen meclislerin sonradan Mustafa Reşîd er-Rifâî tarafından derlenmiş şekli olup yedi meclis ihtiva eder. Meclisler tasavvufî sohbet ve mev‘izalardan ibarettir. Eser, Kudsîzâde Kadri tarafından Mecâlis-i Hazret-i İmâm Rifâî adıyla tercüme edilmiştir (İstanbul 1313).

4. Erbaʿûne hadîsen. Kırk hadisi kendisinden itibaren Hz. Peygamber’e kadar ulaşan bir senedle vermektedir (Şam, ts.). Risâledeki hadisler Kütüb-i Sitte ve meşhur hadis kitaplarında mevcuttur. Türkçe tercümesi Hak Yolcusunun Düsturları adlı kitabın içinde yer almaktadır (s. 9-36).

5. Hâletü ehli’l-hakıka maʿallah. Yukarıda geçen kırk hadisin şerhidir. 549 (1154) yılı Receb ayından itibaren her perşembe günü bir hadisin tasavvufî şerhini yaptığı sohbetlerinde tutulan notların, müridlerinden Ebû Şücâ‘ b. Menhec tarafından derlenmesinden meydana gelmiştir (Mısır 1315, Halep 1962). Tasavvuf ve hadis münasebeti bakımından dikkat çekici olan bu eser, Onların Âlemi adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir (trc. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul 1964).

6. en-Nizâmü’l-hâs li-ehli’l-ihtisas. Kaynaklarda adı geçmeyen bu eserin üslûbundan Ahmed er-Rifâî’nin sohbetlerinden derlendiği anlaşılmaktadır. Tasavvufî mev‘iza ve nasihatlardan meydana gelen eser el-Hikem ve Erbaʿûne hadîsen ile birlikte yayımlanmıştır (Şam, ts., s. 57-92). Türkçe’ye ilk tercümesi Mehmed Nâzım tarafından yapılan eserin (İstanbul 1328), yeni bir tercümesi Hak Yolcusunun Düsturları adıyla yayımlanan kitap içindedir (s. 103-189).

7. el-Eşʿâr. Bazı şiirleri Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî’nin Ahmed er-Rifâî hakkında yazdığı Kılâdetü’l-cevâhir adlı geniş biyografide bir araya getirilmiştir. Bu şiirler Kenan Rifâî’nin Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1340) isimli eserinde de bulunmaktadır.

8. el-Ahzâb ve’l-evrâd. İrşâdü’l-müslimîn’in yazarı Fârûsî, Ahmed er-Rifâî’nin 662 hizbinin mevcut olduğunu söylüyorsa da, muhtelif eserler içinde (bk. İzzeddin Ahmed es-Sayyâd, s. 91-112; Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî, Kılâdetü’l-cevâhir, s. 246-274; Kenan Rifâî, ek, s. 1-103) bunların ancak bir kısmı bir araya getirilmiştir.

Bu eserlerden başka, Muhammed Sirâceddin er-Rifâî (ö. 885/1480) bazı sözlerini Rahîku’l-kevser min kelâmi’l-gavs er-Rifâʿî el-ekber (Beyrut 1887), Ebü’l-Hüdâ es-Sayyâdî ise bazı söz ve meclislerini el-Fecrü’l-münîr (İstanbul 1300) ve Kitâbü Külliyyâti’l-Ahmediyye (Kahire 1316) adlı kitaplarda bir araya toplamışlardır. Kaynaklarda ismi geçen Tarîku’s-sâʾirîn ilallah adlı eseri günümüze ulaşmamıştır.

Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

AHMET ER-RUFÂÎ HAZRETLERİNİN OKUDUĞU SALAVAT

Ahmet Er-rufâî Hazretlerinin Okuduğu Salavat

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.