Ahiret Hayatının Aşamaları Nelerdir?

Ahiret hayatının aşamaları nelerdir? Kabir hayatı nasıl olur? Sûr’a ne zaman üflenecek? Haşr nasıl olacak? Amel defterleri nasıl verilecek? Hesap günü neler sorulacak? Mizan ne demek? Sırat köprüsü ne demek? Ahirette kimler şefaatçi olacak? İşte sırasıyla ahiret hayatının aşamaları...

Ahiret hayatının safhaları sekiz tanedir. Ahiret hayatının aşamaları sırasıyla;

  1. Kabir hayatı.
  2. Sûr ve Sûra üfürüş.
  3. Haşr (Dirilme) ve Mahşer.
  4. Amel defterlerinin dağıtılması.
  5. Hesap günü ve sorular.
  6. Mizan.
  7. Sırat.
  8. Şefaat.

İnsanın ölümüyle başlayan ahiret hayatının safhaları şöyledir:

AHİRET HAYATININ AŞAMALARI

1. Kabir Hayatı

İnsanın ölümüyle kabir hayatı (berzah) başlar. Bir hadiste Kabir, ahiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki durakları daha çabuk geçer. Kurtulamazsa sonraki durakları geçmek zor olacaktır.”[1]buyrulmuştur. Ölümle başlayıp, yeniden dirilmeye kadar devam edecek olan hayata kabir hayatı denilir. Kabir hayatı, dünya ile ahiret arasında bir ara dönem olduğu için berzah hayatı diye de anılmıştır. Nitekim berzahın kelime manası “İki şey arasında engel”dir.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizde kalsın veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka ruhen bir kabir hayatı geçirecek sonrasında kıyamet günü diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduklarından bu gibi durumlarda da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır. Fakat kabir hayatı her insan için vardır.

İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adlı iki melek kendisine gelerek “Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?”gibi sorular sorar. İman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verirler, kendilerine cennet kapıları açılır ve cennet gösterilir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremezler, onlara da cehennem kapıları açılır ve cehennem manzaraları gösterilir. Kâfirler ve münafıklar kabirde sıkıntı ve ıstırap çekerken mü’minler mutlu ve huzur içinde bir kabir hayatı geçirirler.[2]

Kabir azabı ve huzuruyla ilgili olarak Kur’an’da bazı âyeti kerimelerde işaretler ve sahih hadislerde açık bilgiler bulunmaktadır.

Allâh Teâlâ buyurur:

“(Son) Sûr’a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar. «Vah hâlimize! Bizi uykumuzdan kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allâh’ın vâdettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi.» denir.” (Yâsin, 51-52)

Allah Resülü buyurur:

“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Kur’ân-ı Kerîm’deki‘Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır.[3]âyetinin delâlet ettiği manadır.”[4]

Allah Resülü bir sahabisinin vefatının ardından ona dua etmiş ve Allah’ım‘‘… Onu cennete koy, kabir ve cehennem azabından koru. ”buyurmuştur.[5]

Resûlullâh yine bir sahabisinin ardından şöyle buyurmuştur:

- “Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” Ashâb-ı kirâm:

- İhsan sahibi bir kişinin pişmanlığı nedir Yâ Resûlallâh? deyince Efendimiz:

- “Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.”[6]buyurmuşlardır.

2. Sur ve Sur’a Üfürüş

Kelime olarak sûr, seslenmek, boru, üflenince ses çıkaran boynuz anlamlarına gelir. Terim olarak kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için İsrafil aleyhisselâm tarafından üfürülecek olan boruya sûr denilir. Hz. Peygamber bir hadislerinde sûrun, kendisine üflenen bir boru ve boynuz olduğunu haber vermişlerdir.[7] Fakat bu borunun mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr da bütün ahiret hallerinde olduğu gibi dünyadaki borulara benzetilemez.

Kur’an ayetlerinden anlaşıldığına göre İsrafil aleyhisselâm sûra iki defa üfürecektir. İlkinde Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden sarsılacak ve kıyamet kopacak, ikincisinde de insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine koşacaklardır.[8]

İsrafil’in sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman ise bilinmemektedir. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor:

“Resûlullah: “İki sur arasında kırk vardır!” buyurmuştur.

Bunun üzerine oradakiler: “Ey Ebû Hureyre! Kırk gün mü?” diye sordular. Fakat o: “Bir şey diyemem!” cevabını verdi. Tekrar: “Kırk ay mı?” dediler. O yine: “Bir şey diyemem!” cevabını verdi. “Kırk yıl mı?” dediler. O yine: “Bir şey diyemem!” cevabını verdi ve devamında:

“Sonra Allah gökten su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbu’z-zeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günü yeniden yaratılış bundan terkib edilecektir.” (Buhârî, Tefsiru Sûreti Zümer 3; Amme 1; Müslim, Fiten, 141; Muvatta’, Cenâiz, 48; EbûDâvûd, Sünnet, 24; Nesâî, Cenâiz, 117.)

3. Haşr ve Mahşer

Sözlükte toplanmak, bir araya gelmek demek olan haşr, terim olarak Allah’ın, insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilttikten sonra bir araya toplamasıdır. İnsanların toplandıkları yere mahşer veya arasat denir. Kur’an’ı Kerim’de mahşerden ve bu sırada yaşanacak olaylardan bahseden pek çok ayeti kerimelerden birinde şöyle buyrulur:

“Allah onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını sandıkları bir durumda yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah’ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Çünkü onlar doğru yola gitmemişlerdi.”[9]

Haşr günü, insanlar kendi durumunun ne olacağını bilemediğinden en yakınlarıyla bile ilgilenmeyeceklerdir. O gün mü’minlerin yüzleri parlayacak, kâfirlerin yüzü ise kararacaktır.

Abese Sûresi’nin 33-42. ayetlerinde şöyle buyrulur:

“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, Gülerler, sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar, kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”

Hz. Peygamber her kulun, öldüğü durum üzere, iyilik üzere ölmüşse iyi, kötülük üzere ölmüşse kötü olarak diriltileceğini, yalın ayak, ilk yaratılışları gibi haşredileceklerini bildirmiştir.[10]

4. Amel Defterlerinin Dağıtılması

İnsanlar hesaplarının görülmesi için toplandıktan sonra, kendilerine dünyadayken yapmış oldukları işlerin yazılı bulunduğu amel defterleri verilir. Bunlar dünyadaki defterlere benzemez. Bu defterlerin hakikatini ancak Allah bilir. Dünyadayken her mekânda ve her an Kiramen Katibin (yazıcı melekler) tarafından doldurulan bu defterler hakkında Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Vay halimize derler, bu nasıl kitapmış. Küçük, büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş. Böylece onlar yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”[11]

Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defteri sağdan verilenlere “ashâb-ı yemin”, soldan veya arkadan verilenlere “ashab-ı şimal” adı verilir. Defterin sağdan verilmesi bir cennet müjdelerken, soldan verilmesi ise cehennem azabının habercisidir.

Bugünün teknolojik gelişmeleri ışığında yorumladığımızda ‘‘amel defteri’’ni bir video CD’sine benzetebiliriz. Hayattayken yaptığımız tüm iyi ve kötü işler, adeta kameraya çeker gibi Kirâmen Katibin melekleri tarafından kaydedilmektedir. Kıyamet gününde herkesin doldurduğu video CD’si bir ekranda gözleri önüne serilir. Ayeti kerimede buyrulur:

‘‘Ve her insanın amelini, kendi boynuna bağladık. Kıyamet günü onun için (o amellerinin yazıldığı) bir kitap çıkarırız ki, onu açılmış olarak önünde bulur. “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter!” (denilir).’’[12]

5. Hesap Günü ve Sorulacak Sorular

İnsanlar amel defterlerini ellerine aldıktan ve yaptıklarını en ince detayına kadar gördükten sonra Yüce Allah tarafından hesaba çekileceklerdir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?”[13]

Hesap ve sorgulama sırasında amel defterlerinden başka, insanın organları ve yeryüzü de insanların yaptıklarına şahitlik edecektir.

Fussilet Suresi’nin 20-23. âyetlerinde bu hakikat şöyle anlatılır.

‘‘Nihayet oraya ulaştıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları işleri söyleyip kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. Derilerine: "Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?" deyince onlar: "Bizi konuşturan, her şeyi konuşturan Allah’tır. Zaten sizi ilkin yaratan ve sonunda da huzuruna götürüleceğiniz Rabbiniz de O’dur." Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin, aleyhinizde şahitlik edecekleri bir günün geleceğine inanmıyor ve ondan sakınmıyordunuz, ayrıca siz, yaptıklarınızın çoğunu, Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zandır ki sizi mahvetti de, o yüzden hüsrana uğrayanlardan oldunuz.’’

Zerre ölçüsü hayır işleyenin mükâfatını, kötülük işleyenin cezasını göreceği[14] ve hiçbir adaletsizliğin söz konusu olmayacağı o günde insanların şu beş şeyden hesaba çekileceği hadis-i şerifte bildirilmiştir:

  1. Ömrünü nerede tükettiği,
  2. Gençliğini nasıl geçirdiği,
  3. Malını nerede kazandığı,
  4. Malını nereye harcadığı,
  5. Bildikleriyle amel edip etmediği,[15]

Çeşitli hadislerde de bütün insanların, aracı olmaksızın Allah tarafından hesaba çekileceği, mü’minler sorulan sorulara kolaylıkla cevap verirken, kâfirlerin ince ve zor bir hesap ve sorgulamadan geçirilecekleri haber verilmektedir.[16]

6. Mizan

Sözlükte terazi anlamına gelen mizan, ahirette hesaptan sonra herkesin amellerinin tartıldığı ilahi adalet ölçüsüdür. Mahiyeti bizce bilinmeyen mizan, dünyadaki ölçü aletlerinin hiç birisine benzetilemez. Mizanda iyilikleri, kötülüklerinden ağır gelenler kurtuluşa erecek, hafif gelenler ise azabı hak edeceklerdir. Mizan hakkında Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak (herkese) yeteriz.”[17]

Yine buyrulur:

“İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir. Sen Hâviye’nin ne olduğunu nereden bileceksin? O, dehşetli bir kızgın ateştir.”[18]

Peygamber Efendimiz ümmetinin mizanda zor duruma düşmemesini ister, onları daima ikaz ederdi. Bir defasında ashabına sordu

- “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” Sahabiler:

- “Bizce müflis, parasını ve malını kaybetmiş kimsedir” dediler. Resûlullah şöyle buyurdu:

- “Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü kendisinin namaz, oruç ve zekât gibi ibadetleri karşısına getirilecek. Fakat ona sövmüş, buna zina iftirası etmiş, şunun malını yemiş, falanın kanını akıtmış, falanı dövmüş olarak huzura gelir. Sonra (yaptıklarının hesabını vermeye) başlar; yaptığı kötülüklere kısas olarak onun sevaplarından alınıp kötülük ettiği kimselere verilir. Şayet sevapları, günahlarının karşılığını ödemeden önce tükenirse, kötülük ettiği kimselerin günahlarından alınıp onun sırtına yüklenir ve sonra da ateşe atılır.” (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 2)

7. Sırat

Sırat, cehennemin üzerine uzatılmış bir yoldur. Herkes buradan geçecektir. Mü’minler yaptıkları amellerine göre kimi süratli, kimi daha yavaş olarak bu yoldan geçecek, kâfirler ve günahkârlar ise ayakları sürçerek cehenneme düşeceklerdir. Sıratın nasıl bir şey olduğuna dair, hadislerde bilgi verilmemiştir. Peygamberimiz bir hadislerinde, cehennemin üzerine kurulacak sırattan ilk geçenin kendisi ve ümmeti olacağını, insanların iyi amelleri sayesinde oradan süratle geçeceklerini bildirmiştir.[19]

8. Şefaat

Şefaat etmek, kelime olarak bir kimsenin bağışlanmasını istemek, yardım etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak gibi manalara gelir.

Terim anlamında şefâat ise, dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talepte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Öyleyse şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber, "Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum" buyurmuştur.[20]

Ahirette bütün peygamberlerin ümmetleri için Allah’ın izniyle şefaat etmeleri bir hakikattir. Şefaat demek, günahı olan mü’minlerin günahlarının bağışlanması, olmayanların daha yüksek derecelere erişmesi için peygamberlerle Allah katındaki dereceleri yüksek olan kimselerin Allah’a yalvarmaları ve dua etmeleri demektir.

Kâfir ve münafıklar için hiçbir şekilde şefaat söz konusu değildir.

“...İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir...”[21]

“...Onlar Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler...”[22]mealindeki ayetler şefaatin kapsamını ortaya koymaktadır. Peygamberimiz de

“Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir”[23]buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz’in bundan başka bir de genel ve kapsamlı şefaati vardır. Buna şefaat-i uzmâ (en büyük şefaat) denilir. Bu, şöyle gerçekleşir:

Allah, insanların hepsini düz ve geniş bir sahada mizan ve hesap için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve endişesi son haddine çıkar. Bu sırada insanların bir kısmı, diğer bir kısmına, "Size erişen şu faciayı görmüyor musunuz? Size şefâat edecek birine gidiniz" derler. İnsanlar sırasıyla Âdem (a.s.), Nûh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.) ve İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler. Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onları Hz. Muhammed'e (s.a.v.) gönderir. O vakit Hz. Peygamber Arş'ın altında secdeye kapanır. Allah ona secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham eder. O Allah'a hamdettiği sırada "Başını kaldır, şefâat eyle şefâatın kabul olunur" cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamber'in şefâatıyla müminlerden bir kısmı cehennemden âzad olur. Allah Resülü, bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En nihayet onun şefâatıyla, Allah'ın izin ve takdiri dâhilinde mü'minlerden büyük bir çoğunluk cehennemden kurtulur. İşte Hz. Peygamber'in haiz olduğu bu şefâat makamı "Makâm-ı Mahmûd"dur.[24]

Hz. Peygamber'in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e giren kimseler de olacaktır.[25] Yine Allah Resülü Cennet'e giren müminlerin derecelerinin artırılması için de şefâat edecektir.[26]

Şefaat müminleri rehavete ve tembelliğe götürmemelidir. Müslümanlara düşen görev, şefaate güvenip dinin gereklerini terk etmek değil, şefaate layık olmak için çalışıp gayret içinde olmaktır. Elbette o büyük ve zorlu günde Allah Resülü ümmeti olduğumuzun belli olması için onun izini takip etmeli O’na olan itaat ve muhabbetimizi her daim göstermeliyiz.

Dipnotlar:

[1] Enbiyâ Sûresi, 47. ayet [2] Kâria Sûresi, 6-11. ayetler [3] Buhâri, Ezan, 129, Rikâk, 48-52; Müslim, İman, 81; İbn Mâce, Zühd, 33. [4]Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, İman, 86. [5] Bakara Sûresi, 255. ayet [6] Enbiyâ Sûresi, 28. ayet [7] Ebû Davûd, Sünnet, 21 ; Tirmizî, Kıyamet, 11; İbn Mace, Zühd, 37. [8] İsrâ' Suresi, 79; Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 84. [9] Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman, 84. [10] Müslim, İman, 85. [1] Tirmizi, Zühd, 5; İbn Mace, Zühd, 32. [2] Bu konudaki bir hadis için bk. Tirmizi, Cenaiz, 70. [3] İbrâhim Sûresi, 27.âyet. [4] Buhârî, Cenâiz 87, Tefsîrusûre (14), 2; Müslim, Cennet 73. [5] Müslim, Cenâiz 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 38; İbn Mâce, Cenâiz 23. [6] Tirmizî, Zühd, 59. [7] Tirmizi, Kıyamet, 8. [8] Neml Sûresi, 87; Yasin Sûresi, 51; Zümer Sûresi, 68; Hâkka Sûresi, 13-16. ayetler [9] Yunus Sûresi, 45. Ayet. [10] Buhârî, Rikâk; Müslim, Cennet, 14, 19; Tirmizî, Tefsîr, 18. [11] Kehf Sûresi, 49. ayet [12] İsrâ Suresi, 13-14. ayet [13] Tekâsür Sûresi, 8. ayet [14] Zilzâl Suresi, 7. ve 8. ayetler [15] Tirmizî, Kıyâmet, l. [16] Buhâri, Rikâk, 49, Mezâlim, 2; Müslim, Zekât, 20, Cennet, 18. [17] Enbiyâ Sûresi, 47. ayet [18] Kâria Sûresi, 6-11. ayetler [19] Buhâri, Ezan, 129, Rikâk, 48-52; Müslim, İman, 81; İbn Mâce, Zühd, 33. [20]Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, İman, 86. [21] Bakara Sûresi, 255. ayet [22] Enbiyâ Sûresi, 28. ayet [23] Ebû Davûd, Sünnet, 21 ; Tirmizî, Kıyamet, 11; İbn Mace, Zühd, 37. [24] İsrâ' Suresi, 79; Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 84. [25] Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman, 84. [26] Müslim, İman, 85.

Kaynak: İslam Akaidi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AHİRETE İMAN NEDİR?

Ahirete İman Nedir?

AHİRET HAYATININ EVRELERİ NELERDİR?

Ahiret Hayatının Evreleri Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.