Affede Affede Affolabiliriz

Cenâb-ı Hak “İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler; affetsinler, bağışlasın geçsinler! Allâh’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22)  âyetince  affede affede affolabileceğimizi işaret eder.

Allah Te­âlâ’nın yüce isimlerinden bi­ri­ de O’nun af­fe­di­ci­li­ği­ni ifâ­de eden “el-Afüv” ism-i şe­rîfidir. Cenâb-ı Hak, mü’min kullarının da bu ahlâka sahip olmalarını istemektedir. Bilhassa Allah yolundaki hizmetlerde bu haslete sahip olmak, son derece lüzumludur.

Nitekim âyet-i ke­rî­me­de şöy­le buyrulur:

(Ey Ra­sû­lüm!) Af­fe­di­ci ol! (Ak­len ve şer’an) iyi ve gü­zel olan şey­le­ri em­ret! (De­lil ka­bul et­me­yen ıs­rar­cı) câ­hil­ler­den yüz çe­vir.” (el-A’râf, 199)

Peygamber Efendimiz’in zevcesi, ümmetin annesi ve Efendimiz’den sonra en fazîletli insan olan Hazret-i Ebû Bekir’in kızı Hazret-i Âişe vâlidemize, çok ağır bir iftirâ atılmıştı. Bir ay sonra gelen âyet-i kerîmeyle Âişe vâlidemiz, bizzat Allah tarafından temize çıkarıldı. Ona iftirâ atanlardan biri de Hazret-i Ebû Bekir’in çokça sadaka verdiği Mıstah isimli birisi çıktı. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- bu ağır iftirâ cürmü karşısında, bir daha Mıstah’a ve âilesine iyilik yapmayacağına dâir yemin etti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

“İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler; affetsinler, bağışlasın geçsinler! Allâh’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22)

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:

“–Elbette Allâh’ın beni affetmesini isterim!” dedi. Ardından yemin keffâreti vererek, yapmış olduğu hayra devam etti. (Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)

AFFEDEREK AFFOLABİLİRİZ

Af­fet­mek, Al­lâh’ı se­vip O’nun ah­lâ­kıyla ah­lâk­lan­ma­nın ta­biî bir neticesidir. Hâ­lık’ın na­zarıyla mah­lû­kâ­ta ba­kış, af­fın zeminini ha­zır­lar. Af­fın fer­mâ­nı­nı ya­zan ise, kullarını affede affede Allâh’ın affına nâil olma arzusuyla dolu olan kalptir. İlâ­hî neş­ve ile dol­mak is­te­yen­lerin gö­nül bah­çe­le­rin­den af râyihaları ya­yılır. Zira affederek ken­di af­fı­mı­za ze­min oluş­tu­ra­bi­li­riz. Affetmeyen insan, hakîkatte kendisinin ilâhî mîzanda affına mânî oluyor demektir.

Af­fet­mek, ce­zâ­lan­dır­ma­ya muk­te­dir ol­du­ğu hâl­de bir kim­se­nin suç­lu­yu ba­ğış­la­ya­bil­me­si­dir. Bu ba­kım­dan ger­çek meziyet, nef­sin ga­le­be­si­ne mâ­nî olup af­fı ter­cih ede­bil­mek­tir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.