Adiyat Suresinin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri

Adiyat ne demektir? Adiyat Suresi ne zaman ve nerede indirilmiştir? Adiyat suresi kaç ayettir? Adiyat suresinin okunuşu, anlamı ve tefsiri nasıldır? Adiyat suresinin Arapçası ve meali...

Âdiyât sûresi, Mekke döneminde inmiştir. Sûre, 11 âyettir. Âdiyât, hızlı koşan atlar demektir.

ADİYAT SURESİ DİNLE - FATİH ÇOLLAK

ADİYAT SURESİ ARAPÇA

ADİYAT SURESİNİN TÜRKÇE OKUNUŞU*

(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)

Bismillâhirrahmanirrahim.

﴾1-6﴿ Vel âdiyâti dabhâ(dabhan). Fel mûriyâti kadhâ(kadhan). Fel mugîrâti subhâ(subhan). Fe eserne bihî nak’â(nak’en). Fe vesatne bihî cem’â(cem’an). İnnel insâne li rabbihî le kenûd(kenûdun).

﴾7﴿ Ve innehu alâ zâlike le şehîd(şehîdun).

﴾8﴿ Ve innehu li hubbil hayri le şedîd(şedîdun).

﴾9-11﴿ E fe lâ ya’lemu izâ bu’sira mâ fîl kubûr(kubûri). Ve hussıle mâ fîs sudûri. İnne rabbehum bi him yevme izin le habîr(habîrun).

ADİYAT SURESİNİN ANLAMI

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

﴾1-6﴿ Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki insan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.

﴾7﴿ Hiç şüphesiz buna kendisi de şahittir.

﴾8﴿ Hiç şüphesiz o, mal sevgisi sebebiyle çok katıdır.

﴾9-11﴿ Acaba o bilmiyor mu ki kabirlerde bulunanlar çıkarıldığı ve kalplerdeki ortaya konulduğu zaman, işte o gün onların Rabbi kendilerinin her halinden mutlaka haberdardır.

ADİYAT SURESİNİN TEFSİRİ

Araplar için savaş atlarının ayrı bir kıymeti vardı. Değerli mallar arasında yer alırdı. Burada o devirlerdeki savaşların pek önemli savaş vasıtası olan atlara yemin edilir. Yeminin maksadı ise, böylesine faydalı ve insanların çok sevdiği mallardan olan atları, onlara bağışlayanın Allah Teâlâ olduğuna işaret etmektir. Böylece, yeminin cevabı olarak gelen âyetlerde belirtildiği gibi, insanın nankörlük hastalığına dikkat çekmek ve onu hastalığını teşhis ve tedâviye yönlendirmektir.

Bu münâsebetle Müslümanlara, “Ey mü’minler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı seferber ederek kuvvet hazırlayın ve beslenmiş, eğitilmiş savaş atları yetiştirin. Böylece, Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutun. Allah yolunda ne harcarsanız karşılığı size tastamam ödenir ve hiçbir haksızlığa uğramazsınız” (Enfâl 8/60) âyetinde belirtildiği gibi Allah yolunda savaş için kuvvet hazırlamak üzere seve seve mal sarf ederek hayra çalışmak ve ferdî servet hırsıyla cimrilik ve nankörlük etmemek gereği hatırlatılır. “Çakıp ateş çıkaranlar” (Âdiyât 100/2) ifadesi süngüler ve silahlar olarak da tefsir edilmiştir. Buna göre, nefes nefese koşan atlar gibi harıl harıl çalışarak düşmana hücûm eden motorlu akın vasıtaları, tepkili uçakları, ateş saçan silahları üretmelerine de işaret edilir. Çünkü, pek çok âyette olduğu gibi, bu sûrede de kullanılan şümullu lafızlar, işaret ettikleri mânalar ile alakalı geniş tevcih ve tevillere imkân vermektedir. (bk. Elmalılı, Hak Dini, VIII, 6017-6018)

Ayrıca insanın bencillik, nakörlük, cimrilik, mal sevgisi gibi nefsin köklü hastalıklarını tedavi edebilmesi için, atların harıl harıl koşması, koşmanın sür’at ve şiddetiyle tırnaklarıyla taşlara çakıp ateş çıkarması, sabah erkenden baskın yapması, tozu dumana katması ve düşmanın ortasına dalması gibi son derece akıllıca ciddî bir mücâhede, mücâdele ve çalışma yapmasının elzem olduğu anlaşılır. Düşmana karşı olduğu gibi, belki ondan daha fazla nefsin hastalıklarıyla mücadele etmenin, onu terbiye ve tezkiyeye çalışmanın gereği ortaya çıkar.

Çünkü:

  اَلْكَنُودُ (kenûd), hakkı ve iyiliği men eden, kendinde bulunanı vermeyen demektir. Araplar verimsiz toprağa اَرْضٌ كَنُودٌ (arzun kenûdun) derler. Burada “pek nankör” anlamında kullanılmıştır.

Hadîs-i şerifte “kenûd” şöyle tarif edilir:

“O öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, hizmetçisini döver, mâlî vazifelerini yerine getirmez.” (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXX, 354)

Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür. Rabbi kendisine bunca nimetler ihsan ettiği halde o, Rabbinin yolunda zerre kadar bir şey harcamaktan çekinir. Zekâtını vermez. Hayır ve hasenat yapmaz. Başına gelen sıkıntıları, musibetleri sayar döker; fakat üzerindeki nice nice nimetleri unutur. Kendisi de bu haline şâhittir. Bakacak olsa Rabbinin sonsuz keremini, cömertliğini, kendisinin ise ne kadar nankör ve cimri olduğunu görür. Yahut insan, âhirette nankör olduğuna dair aleyhine şâhitlik yapar. Onun nakörlük ve cimriliğinin sebebi ise dünyayı ve dünya malını aşırı sevmesidir.

  1. âyet-i kerîmede dünya malı için اَلْخَيْرُ (hayr) tâbirinin kullanılmasının hikmeti, insan fıtratının ona meyletmesi ve çoğu insanın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir. Aslında âyette insanın bu zannı yerilmektedir. Yâni insan, mal ve serveti mutlaka “hayır” sanarak sevdiği, ona aşırı bir hırs ve tutkuyla bağlandığı için cimridir, eli sıkıdır. “Malı mülkü de sınırsız bir sevgiyle seviyorsunuz” (Fecr 89/20) âyeti bu gerçeği anlatır. Bu yüzden Allah için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) de onun bu halini şöyle bir misalle anlatır:

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk 10)

Fakat böyle davranması onun lehine değil, kesinlikle aleyhinedir:           

اَلْكَنُودُ (kenûd), hakkı ve iyiliği men eden, kendinde bulunanı vermeyen demektir. Araplar verimsiz toprağa اَرْضٌ كَنُودٌ (arzun kenûdun) derler. Burada “pek nankör” anlamında kullanılmıştır.

Hadîs-i şerifte “kenûd” şöyle tarif edilir:

“O öyle bir nankördür ki yalnız başına yer, hizmetçisini döver, mâlî vazifelerini yerine getirmez.” (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXX, 354)

Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür. Rabbi kendisine bunca nimetler ihsan ettiği halde o, Rabbinin yolunda zerre kadar bir şey harcamaktan çekinir. Zekâtını vermez. Hayır ve hasenat yapmaz. Başına gelen sıkıntıları, musibetleri sayar döker; fakat üzerindeki nice nice nimetleri unutur. Kendisi de bu haline şâhittir. Bakacak olsa Rabbinin sonsuz keremini, cömertliğini, kendisinin ise ne kadar nankör ve cimri olduğunu görür. Yahut insan, âhirette nankör olduğuna dair aleyhine şâhitlik yapar. Onun nakörlük ve cimriliğinin sebebi ise dünyayı ve dünya malını aşırı sevmesidir.

  1. âyet-i kerîmede dünya malı için اَلْخَيْرُ (hayr) tâbirinin kullanılmasının hikmeti, insan fıtratının ona meyletmesi ve çoğu insanın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir. Aslında âyette insanın bu zannı yerilmektedir. Yâni insan, mal ve serveti mutlaka “hayır” sanarak sevdiği, ona aşırı bir hırs ve tutkuyla bağlandığı için cimridir, eli sıkıdır. “Malı mülkü de sınırsız bir sevgiyle seviyorsunuz” (Fecr 89/20) âyeti bu gerçeği anlatır. Bu yüzden Allah için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) de onun bu halini şöyle bir misalle anlatır:

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk 10)

Fakat böyle davranması onun lehine değil, kesinlikle aleyhinedir:

Bir gün gelecek, kabirlerdeki ölüler diriltilip kaldırılacak. Sadece ameller değil, göğüslerde saklı olan bütün duygular, düşünceler, niyetler bile çıkarılıp ortaya serilecek. Dünyada her şeylerinden hakkiyle haberdar olan Rableri, o gün bu haberdârlığını açıkça ilan edecektir. Böylece herkes düşünüp niyet ettiğinden başlayarak tüm yaptıklarının hesabını verecek ve karşılığını görecektir. Böyle geleceği kesin bir gün ve kaçınılmaz bir son varken, insanın nankör ve cimrilikte devam etmesi olacak şey değildir. Böyle gâfil insanlar, bu mezmûm sıfatlarından derhal sıyrılıp Rabbini tanıyan, varlığını O’na kulluğa adayan, cömert, şükür ehli, hak ve hakîkat sevdalısı, cennet yolcusu birer kul olmak için gayret etmelidirler.

Bu âyetlerden şu öğüdü almak gerekir: “Ey insan, sen dünya menfaati hırsıyla hak ve iyiliğe karşı gelmek için sînende türlü hisler besler, faydasız şeylere hazırlanır, kabirler bina eder, tabut satın alır, kefen dokur biçersin. Bunların hepsi kurtların hissesidir. Hani Rabbinin, Rahmân olan Allah’ın hissesi nerede? Bir kadın bile hamile olduğu zaman çocuğuna giyecek hazırlar. O kadına: «Senin çocuğun yok, bu hazırlık nedir?» denecek olsa «Yarın karnımdaki deşilip çıkacak değil mi?» der. Rabbin de sana: «Bu yerin karnındakilerin hepsi deşilecek değil mi? Hani hazırlık?» buyurur.” (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXXII, 65)

ADİYAT SURESİ HAKKINDA BİLGİLER

Âdiyât Sûresinin Nüzûlü

Âdiyât sûresi, Mushaftaki sıralamada yüzüncü, iniş sırasına göre on dördüncü sûredir. Asr Sûresi’nden sonra, Kevser Sûresi’nden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler de vardır.

Âdiyât Sûresinin Adı / Ayet Sayısı

Sûre adını 1. âyette geçen ve “koşan atlar” anlamına gelen âdiyât kelimesinden almıştır.

Âdiyât Sûresinin Konusu

İnsanoğlunun nankörlüğü ve mala düşkünlüğü, ahiret hayatı için harcama yapmaması ve bu yüzden onu kötü bir sonucun beklediği söz konusu edilmektedir.

Kaynak: kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

ÂDİYÂT SÛRESİ TEFSİRİ

Âdiyât Sûresi Tefsiri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Gayet açıklayıcı ve öz anlatım için teşekkürler

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.