Adâlette En Güzel Örnek

Rabbimiz, Peygamber Efendimiz’i bütün insanlığa örnek şahsiyet olarak lutfetmiştir. Bütün emir ve nehiylerini, Peygamber Efendimiz’in nezih hayâtıyla örneklendirerek ümmet için fiilî kıstaslar bahşetmiştir.

Yüce dînimiz İslâm, en güzel şekilde yaşanabilir bir hayat dînidir. Yâni İslâm’ın yüce prensipleri, hayâta tatbik edilemeyen ve sırf nazariyeden ibâret kalan beşerî dünyâ görüşleri gibi değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak, İslâm’ın bütün hükümlerini fiilî örneklerle insanlığa takdîm etmiştir.

Nitekim Peygamber Efendimiz, ümmetine bir şeyi emredince, onu evvelâ kendisi ve yakınları tatbik etmiş, bir şeyden nehyedince de evvelâ kendisini ve yakınlarını ondan sakındırmıştır. Adâlet önünde kendisi hakkında bile aslâ bir imtiyaz kabûl etmediği gibi, toplumdaki zenginlerin veya önde gelenlerin de diğer insanlardan farklı muâmele görmesine kesinlikle müsâade etmemiştir.

Efendimiz’in örnek şahsiyeti, her hususta olduğu gibi hak ve adâlet mevzuunda da hayranlık verecek ölçüde yüksek fazîlet numûneleriyle doludur. İşte bunlardan birkaçı:

KIZIM FÂTIMA BİLE OLSA…

Asr-ı Saâdet’te bir gün, Benî Mahzûm Kabîlesi’nden hatırı sayılır bir aileye mensup bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kadının yakınları, kimi aracı gönderelim ki Resûlullah onu affetsin, diye düşünmeye başladılar. Sonunda Peygamber Efendimiz’in çok sevdiği sahâbîlerden biri olan Üsâme bin Zeyd’i göndermeye karar verdiler.

Üsâme, Peygamber Efendimiz’e giderek kadının affedilmesini talep etti. Bu talep karşısında Peygamber Efendimiz’in mübârek yüzünün rengi değişti. Çok sevdiği Üsâme’ye sitem dolu nazarlarla bakarak:

“–Allâh’ın koyduğu cezâlardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı yapıyorsun?” diye sordu. Üsâme (r.a.) Peygamber Efendimiz’in ne kadar üzüldüğünü görünce son derece pişman oldu ve derhâl özür dileyerek:

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Benim bağışlanmam için duâ et!” dedi. (Buhârî, Megâzî, 53; Nesâî, Kat’u’s-Sârik, 6, VIII, 72-74)

Efendimiz ayağa kalktı ve halka şöyle hitâb etti:

“–Sizden önceki milletler, şu sebeple helâk olup gittiler: Aralarından soylu, makam-mevkî sâhibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezâlandırırlardı. Allâh’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim!” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9)

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabânız aleyhinde bile olsa Allâh için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın...” (en-Nisâ, 135)

İşte örnek hayâtı âdeta canlı bir Kur’ân tefsîri mâhiyetinde olan Efendimiz, adâlet önünde kendi âilesinin bile bir imtiyâzının olmadığını çok açık bir üslûb ile beyân ederek toplumdaki güçlü kimselere imtiyaz tanınmasına kat’î bir lisanla karşı çıkmıştır.

HAKKI TUTUP KALDIRMAK

Peygamber Efendimiz’in, daha risâletle vazîfelendirilmeden evvel iştirâk ettiği “Hılfü’l-Fudûl” adlı cemiyet de, ticârî ve ictimâî hayatta adâleti hâkim kılma gâyesine hizmet etmekteydi. Bu cemiyet, hakkı gasbedilen ve hakkını arayamayan zayıf ve yabancı kimselere yardımcı olur, zayıfın gasbedilen hakkını güçlüden alıp sâhibine teslim ederdi.

Hak ve adâlet hassâsiyetin tezâhürleri, Efendimiz’in bütün hayâtında görülmekteydi. Nitekim bu hâl, O’nun hadîs-i şerîflerine de şöyle yansımıştı:

“…İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflâh olmaz...” (İbn-i Mâce, Sadakât, 17)

“…Güçsüzlerin hakkının güçlülerden alınmadığı bir toplumu Allah nasıl temize çıkarır?” (İbn-i Mâce, Fiten, 20)

“Kıyâmet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevgili olanı ve O’na en yakın yerde bulunanı, adâletli idârecidir. Kıyâmet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevimsiz olanı ve O’na en uzak mesâfede bulunanı da zâlim idârecidir.” (Tirmizî, Ahkâm, 4/1329; Nesâî, Zekât, 77)

Yine Allah Resûlü Efendimiz, dünyâya vedâ ederken kendilerinden duyulan son hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah’tan korkunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HIRSIZLIKLA SUÇLANAN DERVİŞ

Hırsızlıkla Suçlanan Derviş

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.